Semra İğtaç- 5. İzmir Kitap Fuarı, siyaset ve edebiyat dünyasından pek çok ismi ağırlıyor. Uzun Havuz Etkinlik Alanı’nda düzenlenen söyleşide İHD Onursal Başkanı Akın Birdal, barışa dair kullanılan dilin ve yaklaşımın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. Birdal şöyle konuştu:

“Barış dilini bir kez daha düzeltmek gerekiyor. Diyelim ki devlet ya da iktidar bir el uzattı. Peki bu elin adı ne? Arkadaşlar, bu sürecin ismi bile yok. Barış süreci mi, diyalog ve müzakere süreci mi, demokratik toplum süreci mi, yoksa Kürt sorununun çözüm süreci mi? Adı belli değil. Dili yok, programı yok, ajandası yok. Artık bu belirsizliğe karşı sesimizi yükseltmeli, ipe un serme ve ayak sürme politikalarına karşı daha net bir duruş sergilemeliyiz.”

Karşıyaka'da yeşil dayanışma: Yangının yaraları fidanlarla sarılıyor Karşıyaka'da yeşil dayanışma: Yangının yaraları fidanlarla sarılıyor

Birdal, bu sürecin kesintiye uğramamasını diledi.

Samimiyetsiz, pragmatik bir yaklaşım

Demokrasi, Dostluk ve Dayanışma Derneği’nin, Melih Yalçın moderatörlüğünde gerçekleştirdiği “İzmir Barışı Konuşuyor” adlı etkinlikte Akın Birdal, yeni barış sürecine dair değerlendirmelerde de bulundu. Birdal, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’de savunma ve güvenlik harcamaları ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Daha dün Milli Savunma Bakanı’nın F-35’lere dair yaptığı açıklamaları izledik. Belki Türkiye, komşularıyla ve kendi halklarıyla barışık bir duruma geçebilse, bu kadar savunma ve silahlanma ihtiyacı da ortadan kalkar. Bugün halklarımızı açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkûm eden bu savaş politikaları devam ediyor. Ve bu yoksulluğu, sanki bir Amerikan sargı beziyle sarar gibi, geçici önlemlerle kapatmaya çalışıyorlar. Bu samimiyetsiz, pragmatik bir yaklaşım.

Tek bir somut adım atıldı mı?

1 Ekim’den bu yana yedi ay geçti. Peki, bu süreçte uzatılan o ‘barış eli’nin güvenilirliğine, samimiyetine dair tek bir somut adım atıldı mı? Atılmadı. Bugün hâlâ her Cumartesi, Galatasaray Lisesi önünde, Batman’da, Diyarbakır’da, Hakkâri’de yakınlarını kaybetmiş anneler, babalar adalet ve hakikat arıyor. Ama 1047 haftadır süren bu adalet arayışı polis ablukası altında. İstanbul’da Galatasaray Meydanı’na yalnızca 10 kişinin gitmesine izin veriliyor ve o kişiler barikatların arkasına bile geçemiyor. Bu nasıl bir yönetim anlayışıdır? Bir Beyoğlu Kaymakamı ya da Emniyet Müdürü tek bir telefonla ‘kaldırın şu barikatları’ dese, anneler o karanfilleri oraya bırakacaklar. Bu bile bir niyet göstergesi olurdu. Ama o niyet yok.

Demokrasiye ve barışa açılacak bir kapı aralandı mı?

Bugün Adalet Bakanı ile DEM Parti yetkilileri arasında görüşme gerçekleşti. Daha önce Sırrı Süreyya Önder’in rahatsızlığı nedeniyle ertelenmişti. Görüşmeye, partinin grup başkanvekilleri ile insan haklarından sorumlu eş genel başkan yardımcıları katıldı. Görüşme sonrası, bizim eski eş genel başkanımız, insan hakları savunucusu Öztürk Türkdoğan ile görüştüm. Merakla sordum: ‘Görüşme nasıldı?’ Doğrusu umut ediyordum; ‘Abi demokrasiye ve barışa açılacak bir kapı aralandı’ diyecek diye. Beklentim; hasta mahpuslar serbest bırakılacak, siyasi tutsaklar özgürleşecek, halkın gasp edilmiş iradesi olan belediyeler halka geri verilecek, görevden alınan arkadaşlar tekrar iade edilecek ve toplantı, gösteri özgürlüğü üzerindeki yasaklar kaldırılacak. 30 yıldır cezaevinde olanların infazları yakılmayacak. Ama şu an bu umutlar bile hâlâ belirsizliğini koruyor. Zaten tecrit, hukuk dışı bir uygulamadır. Bir mahpusun avukatlarıyla, ailesiyle görüşme ve haberleşme hakkı vardır. Ancak tecrit koşullarında bu hakların tamamı ortadan kaldırılmıştır. Ve biz, işte bu ağır koşullar içinde 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısına tanık olduk.

Çağrı canlı olarak izlenmek istendi ama…

Bu çağrı son derece önemliydi. Pek çok yerde, özellikle Türk illerinde, meydanlara dev ekranlar kuruldu; çağrı canlı olarak izlenmek istendi ama gerçekleşmedi. 27 Şubat’taki çağrıda, barış ve demokratik toplumun inşası için PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi talep edildi. Bu çağrının özünde, silahların susması ve yerini insanların konuşmasına, diyaloğa bırakması isteniyordu.

Tarih bir diyalogdur

Bir Alman düşünür, “Tarih bir diyalogdur” der. Thomas Mann ise şöyle der:

“İnsanlar tarihlerine tanıklık ederken kendilerini faşizme, sömürüye, baskıya karşı sorumlu saymalıdır. Eşitlik ve özgürlük istemelidir.” Çünkü insanlığın ortak hayali olan barışa giden yol, ancak eşitlik ve özgürlükle mümkün olur. Özgür olmak bireyin arzusudur, ancak eşitlik bir toplumun talebidir.”

Muhabir: SEMRA İĞTAÇ