İzmir’de Dilruba Y. isimli vatandaş bir sokak röportajında Instagram'a erişim engeli getirilmesiyle ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle gözaltına alınarak çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanmıştı.
İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Yılmaz, "Sokak röportajı olarak vermiş olduğu bu kısa açıklamadan sonra bildiğim kadarıyla emniyet güçleri derhal evine gidiyor. Emniyete alınıyor. Prosedür devam ediyor ve sonunda Cumhuriyet Savcılığı, nöbetçi savcılık tutuklama istemiyle Sulh Ceza Mahkemesi'ne kişiyi gönderiyor. Sulh Ceza Mahkemesi de iki suçlamadan dolayı yani Cumhurbaşkanına hakaret ve 216’ıncı madde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suretiyle bir suç işlendiği iddiasıyla iki soruşturma yapıldı. İki tane soruşturma dosyası var ve iki tane ayrı tutuklama kararı var. Bu şahıs yarın birinden tahliye olursa diğerinden tahliye olmayacak. Her ikisinden de tahliye kararının alınması gerekir. Burada aslında kişiye bağlı bir tutukluluktan bahsetmiyorum. Orada sarf etmiş olduğu sözlerin Cumhurbaşkanı'yla bence uzaktan yakından ilgisi yok. Öyle bir delil yok. Sarf edilen bir kelime var. Onun da kimin için söylendiği konusunda bir açıklık yok. Eğer orada 216’ncı maddeden bir değerlendirme yapmanız için suçun manevi unsurunun ve sürekliliğinin olması lazım. Biri size geliyor, sokakta mikrofon uzatıyor ve o anki görüşlerinizi söylüyorsunuz. Anlık. Böyle anlık olan bir değerlendirmede 216’ıncı maddeyi zaten maddi anlamda da suçun manevi unsuru anlamında da doğru değerlendirmemiş olursunuz bu suçlama sebebiyle" dedi.
Her alanda hukuksuzluk var
Türkiye'de son zamanlarda her alanda yaşanan hukuksuzluklar olduğunu da belirten Yılmaz, "Eğer bir ülkede hukukun üstünlüğünden bahsedemiyorsak, yargının bağımsızlığından bahsedemiyorsak, yargının tarafsızlığından bahsedemiyorsak, en küçük muhalif sese tahammül gösteremiyorsa, ya bu anlamda Türkiye'de demokrasi varlığından bahsedemeyeceğiz. Çünkü bunun o kadar çok örneği var ki. İşte son verilen Anayasa Mahkemesi kararı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Can Atalay hakkında vermiş olduğu milletvekilliğinin düşürülmesi kararının hükümsüz olarak söyledi. Yok hükmünde bir karar. Ama buna da uyulmuyor. O kadar çok karar var ki AİHM kararlarına uyulmuyor. Yüksek Mahkeme kararlarına uyulmuyor. Eskiden biz derdi ki kanun devleti değil. Hukuk devleti olalım. Çünkü kanunlar bazen çok sert uygulanabilir. Çok sert yasalar, düzenlemeler olabilir. Ama artık kanun devleti bile değiliz. Hiçbir kural tanımayan, hiçbir kurala uymayan, var olan kuralları da aklının düşündüğü, dilinin döndüğü şekliyle kendi hukuklarına uygun hale getirmek ve bunu hayata geçirmek için çabalayan bir siyasi iktidar var. Hukuk bugün toplumu dizayn etmek için kullanılıyor. Hukuk bugün bir sopa olarak kullanılıyor. En ufak sözünüzde ağzınızı kapatırlar. Başınızı kaldırdığınızda da o hukuk sopasını başınıza vururlar. Bizim mücadelemiz bunlarla" diye konuştu.
Hukuk dışı bir yöntem
Dilruba Y.'nin tutuklu yargılamasının hukuka aykırı olduğunu da dile getiren Yılmaz, "Tutuklu yargılama çok istisnai durumlarda uygulanır. Tutukluluk bir tedbirdir, bir ceza değildir. Oysa bizde bu tür suçlamalar dahi olsa ki bu suçlamalarda tutukluluk tamamen hukuksuzdur. Baştan cezalandırmak. Yani belki yarın beraat edecek. Bunu bilemezsiniz ama tutuklamakla yurttaşa gözdağı vermek isteniyor. Tutukluluk tam bir istisnai durumdur. Asıl olan özgürlüktür. Türk Ceza Muhakemesi Kanunu'nda tutukluluğun sebepleri sayılmıştır, o sebeplerden hiçbirine uygun değildir. Cezaların alt sınırına bakarsak alt sınırları birer yıldır. Zaten adli kontrol yöntemi uygulanmak suretiyle bırakılabilecek bir durumda olan insanlar. Denetimli serbestlikten yararlanabilecek durumda olan insanlar. Toplumun gözünün önünde linç edilmek için, sadece kendileri gibi düşünmedikleri için, sadece kendi cümlelerini kurmadıkları için, muhalif oldukları için tutukluluk tedbiriyle peşinen cezalandırılıyorlar. Bu tamamen hukuka aykırı, hukuk dışı bir yöntemdir. Ne yazık ki bunları da yapanlar; hukukçulardır, hakimlerdir. Aynı sıralarda okuduğumuz savcılardır" ifadelerini kullandı.
"Vicdana, akla, hukuka sığmaz"
İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, sözlerinin devamında ise şunları kaydetti:
"Uluslararası arenada özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında benzer durumlarla ilgili olarak özellikle cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla ilgili AİHM'e taşınan bazı dosyalarda yani bizim iç hukuk düzenlemelerimizin uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmesi yönünde kararlar verildi. 2014 ile 2019 arasında 170 bine yakın, 168 bin soruşturma açıldı cumhurbaşkanına hakaretten. 33 bin dava açıldı. 38 bin kişi ceza aldı, ceza kararları verildi. Bazı mahkemeler bu maddelerin anayasaya aykırılığını ileri sürmüşlerdi. Geçtiğimiz dönemlerde Karşıyaka 7’nci Asliye Ceza Mahkemesi böyle bir konuyu, Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü ama Anayasa Mahkemesi reddetmişti. Mesela Ankara'da 46’ncı Asliye Ceza Mahkemesi özellikle 2017 değişikliğinden sonra yani partili cumhurbaşkanına geçtikten sonra cumhurbaşkanı hakkında yapıldığı iddia edildiği, sarf edildiği söylenen sözlerle ilgili bir ilginç bir karar vermişti. 46’ncı Asliye Ceza Mahkemesi artık cumhurbaşkanı bir siyasi partinin de başkanı olduğu için ona yapılan eleştiriler ne kadar ağır olursa olsun bu cumhurbaşkanına değil siyasi partinin siyasi görüşü sebebiyle yapılmış eleştiri olarak kabul edilmeli ve cumhurbaşkanına hakaretten değil genel o düzenlemeden yargılanması gerekir diye karar verdi. Siz şimdi siyasi bir partinin başkanı olarak çıkıyorsunuz birçok insana ‘cibilliyetsiz’ diyebiliyorsunuz. Ne yazık ki öyle. Ama kime söylendiği belli olmayan bir cümlenin ya da kelimenin cumhurbaşkanına hakaret gibi bir duruma evrilerek ne yazık ki o aşamaya getirilerek tutuklanmasını da sağlıyorsunuz. Bu vicdana sığmaz, bu akla sığmaz, bu hukuka hiç sığmaz.
"Hakim ve savcılar bugün ne yazık ki başkalarından aldıkları güçle görev yapıyorlar"
Hukukun üstünlüğüne inanmıyorsanız, hukuk devletine inanmıyorsanız sonuç bu. Hakimler, savcılar özellikle 15 Temmuz 2016'dan sonra yargıya yargıç ya da savcı olarak HSK'nın seçtiği hakimlerimizle, savcılarımız hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına, kendi bağımsızlıklarına dair bir söz söylediler mi şimdiye kadar? Söylemediler. Çünkü son dönemde yargıya katılan hakim, savcılar biliyoruz ki kartvizitlerle, tavsiyelerle, önerilerle belki hiç liyakati olmayan ama mülakatta birilerinin teşvikiyle geldiğini bildiğimiz ve bunun sanki olağan bir şeymiş gibi de kabul etmemizi bekledikleri bir davranış biçimi. Artık yani sizin liyakatli olmanız gerekir. Bir yerlerde adalet dağıtacaksınız. Toplumun vicdanının sesi olacaksınız. Ama görüyoruz ki o toplumun vicdanı olması gereken hakim ve savcılar bugün ne yazık ki başkalarından aldıkları güçle, siyasal güçle ya da başka güçle ancak onların aparatı olarak görev yapıyorlar. Bu tutuklulukların sebebi de budur. Yargının siyasallaşması, yargının bağımlı hale gelmesidir. Başka hiçbir açıklaması olmaz. Biz İzmir Barosu olarak yıllardan beri bu hukuksuzluklarla mücadele ediyoruz. Hiçbir zaman korkmadık, yılmadık, bıkmadık. Bu mücadelemizi hukuk zemininde veriyoruz. Tehdit etmeden, hakaret etmeden, ötekileştirmeden ve nefret dilini kullanmadan, hepimizin amacı aynı. Biz bu ülkede herkesin hukuki koruma altında eşit yurttaş olarak yasalar önünde eşit olarak özgürce yaşayabildiği bir Türkiye istiyoruz. Dili, dini, ırkı, mezhebi, siyasi görüşü, cinsiyeti, rengi hiç fark etmez. Bu ülkede yaşayan her canlı barış içinde ve özgürce yaşamalı, barış içinde ve özgürce söyleyebilmeli. Bütün derdimiz bu."