GİZEM TABAN/ İZ GAZETE- Çeşme Belediyesi tarafından 17-20 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen Çeşme 1. Kitap Günleri’nde Gazeteciler; Hakkı Özdal ve Bülent Kepenek, ‘Muhalefetin Sağı, Solu’ adlı paneli gerçekleştirdi. Özdal ve Kepenek, Türkiye’nin geçmişi ve bugüne ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

0aed5114-10d4-480a-9841-c8bc94b1d78a (1)

Asıl bu alan boş

Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimi süreciyle ilgili toplumsal muhalefete eleştirilerde bulunan Gazeteci Bülent Kepenek, “Şöyle bir ön kabul var; Türkiye’de toplum yüzde 70’e, yüzde 30 bölünmüş durumda... Yüzde 70 sağ, yüzde 30 sol... Biz sağcıları, AKP’nin konsolide ettiği insanları değiştirebilmek için onlar gibi düşünmeliyiz, onlar gibi hareket etmeliyiz mantığından yola çıkarak; eğer onlar milliyetçiyse CHP daha milliyetçi, eğer karşı taraf dinciyse CHP onların karşısına dinci partilerden gelmiş figürleri ortaya koyarak bir muhalefet geliştirmeye çalıştı. Hepimizin  bildiği bir şey var; aslı dururken insanlar neden suretine destek versinler? CHP’nin, toplumsal muhalefetin bugün yapması gereken, AKP ile dincilik, MHP ile milliyetçilik yarıştırmak değil. CHP’nin, toplumsal muhalefetin yapması gereken, özüne dönerek, emekten, özgürlüklerden, laiklikten yana bir politik hat inşa etmek. Çünkü asıl bu alan boş... Bugün bu ülkenin; emekçileri, laikleri,  özgürlük isteyen gençleri sahipsiz durumda... Sahiplenebilecekleri, mücadele edebilecekleri bir odaktan yoksun. Onlar hiçbir kuralı, yasayı tanımazken biz hukuki haklarımızı savunmaktan bile çekinir hale gelmişiz” diye konuştu.

Çok şaşırtıcı değil

İzmir’de ÇEDES projesi kapsamında okullara din görevlileri atanması ve Akbelen’deki doğa katliamına muhalefet tarafından yeterli tepkinin verilmediği vurgulayan Kepenek, “Okullarda zaten Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeninden daha bol bir şey yok, bu yeterli olmuyormuş gibi İzmir’de ÇEDES projesi adı altında okullara imam görevlendirildi. Buna ilişkin  doğru düzgün hiçbir tepki ortaya koyulmadı. İzmir gibi laikliğin kalesi olan bir şehirde laiklik adım adım tasfiye ediliyor ama CHP’den veya diğer toplumsal kesimlerden çok küçük tepkiler dışında herhangi bir tepki ortaya koyulmadı. Akbelen’de bir çevre mücadelesi yapıldı, oraya muhalefetin bütün milletvekillerinin akın etmesi gerekirken, tüm toplumsal muhalefetin oradaki çevre katliamına sahip çıkması gerekirken, Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere muhalefet milletvekilleri sadece bir protokol ziyaretinde bulunmakla yetindiler. Bu haldeki bir muhalefetin seçimlerde aldığı sonuç çok da şaşırtıcı değil” açıklamasında bulundu.

Dur demek istiyorsak...

“1980’den önce bu ülkedeki; devrimcilerin, solcuların, sosyalistlerin yaptığını bugün tarikatlar, gericiler yapıyor” sözleriyle konuşmasını sürdüren Gazeteci Kepenek, şunları söyledi:

“Her sokakta, her mahallede örgütlenmiş durumdalar. İnsanların somut sorunlarına, somut taleplerine bir şekilde yanıt olmaya çalışıyorlar.  Bizim muhalefet iddiasında olan partilerimizin yaptığı en önemli aktivite ise sosyal medyada tepki göstermek. Bu şekilde bir mücadelenin başarıya ulaşmasının, 20 yıldır devleti ele geçirmiş AKP karşısında pek de mümkün olmadığını görmek gerekiyor. Yani artık biraz taşın altına elimizi sokmamız lazım. Eğer bu kötü gidişata dur demek istiyorsak; muhalefet olduğunu iddia eden partiler olmak üzere, sosyal demokrat, sosyalist partilerin artık toplumun gerçek sorunlarına sahip çıkması ve kapitalizmin yarattığı bu ekonomik krize karşı gerçek alternatif olan sosyalist fikirlerin yeniden hayat bulması için bir tartışma başlatması gerekiyor. Yani bu süreçte AKP’nin karşısına AKP’nin muadili insanları çıkartarak, AKP’nin ekonomi politikasının karşısına AKP’nin başlangıç yıllarındaki ekonomi politikalarını çıkartarak, AKP’nin gericiliğinin karşısına başka bir gerici çıkartarak, AKP’nin milliyetçiliğinin karşısında ‘Ben daha milliyetçiyim’ diyerek verilen mücadelenin başarıya ulaşma şansı yok.”

Uçuruma sürükleniyor

Gazeteci Hakkı Özdal ise, ülkede en temel sorunlardan biri olan gıda krizine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Gıda krizini örnekler üzerinden anlatan Özdal, “Trakya yılın bu mevsimlerinde altın sarısı rengindedir, ayçiçekler açar. Ancak bu yıl ay çiçeği yanmış. Bunun bir sebebi iklim koşulları ama başka bir sebebi daha var.  Geçtiğimiz yıl Rusya-Ukrayna Savaşı çıkınca Tarım Bakanlığı, bölgedeki ticaret ve sanayi odaları, tüccarlar, köylüye, ‘Ayçiçeği ekin, savaş var çok para kazanacağız’ diyerek tohum ve gübre hibe etmiş. Ancak o kadar ayçiçeğini toplayacak finansal ve teknik altyapı yok. Üretici, yüzde 70’ini toplayabildiği ayçiçeğini ucuza elden çıkartmak zorunda kalıyor. Bunun bedelini hep birlikte ödeyeceğiz. Buğday da yanmış.  Ergene Havzası’nı kirleten sanayi kuruluşları var, temiz sular buğdayı besleyemez hale gelmiş. Önümüzdeki sonbaharda Türkiye’nin önemli tahıl ve yağ depolarında biri olan Trakya’da mahsul çok düşük olacak. Çanakkale’de de domatesler yanmış. Hem iklim koşulları hem de çiftçinin gübre, mazot ve diğer maliyetlerinin çok yüksek olmasından kaynaklı... Gelibolu pazarında taze fasulyenin kilosu 80 lira... Dünyanın en büyük 4’üncü üreticisi olan Türkiye taze fasulye yiyemez hale geliyor. Bunlar sadece bazı örnekler... Türkiye bir batağa, uçuruma doğru sürükleniyor. Temel bir gıda krizine sürükleniyor” ifadelerini kullandı. 

Ne zaman kaybettik?

“Türkiye’nin topraklarını, açıkça sermaye kesimi lehine hunharca dönüştüren bir sistem var” diyerek sözlerine devam eden Özdal, “Eğer hazine kaybedildiyse kaybedildiği yerde aranır. Biz hazineyi nerede, ne zamana kaybettik? Şikayetçi olduğumuz koşulların asıl dönüşümü ne zaman başladı? Bence hazineyi kaybettiğimiz yer 12 Eylül 1980... Bu tarihle birlikte Türkiye büyük bir dönüşüme girdi. Son 20 yıl da  bu büyük dönüşümün hızlandırılmış, hırçınca sonuçlarına erişilmeye başlanmış ve bizzat o süreç tarafından yetiştirilmiş kadroların; ülkeyi hortumlamaya başladığı yıl...” dedi.

İktisatla başladı

Türkiye’de temel dönüşümün 1980 darbesi sonrasında öncelikle iktisadi alanda başladığına dikkat çeken Gazeteci Özdal, şöyle konuştu:

“Henüz ortada dinciler diye bir sorun yokken özelleştirme vardır. Turgut Özal, 1983 seçim kampanyasını ‘Boğaz köprüsünü satarım’ diyerek başlatmıştı. Turgut Özal’dan sonra gelen bütün sağ siyasetçiler özelleştirme yapmak istediler. Ama önlerinde bir engel vardı. Örgütlü bir toplum vardı. Sendikaların gücü vardı, kamuda çalışan insanların gücü vardı, Cumhuriyet değerlerine sahip insanların toplumsal bir gücü vardı. 1990’lar bunun parça parça elimizden alındığı yıllar oldu. Türkiye’de temel dönüşüm iktisatla başladı, bunun ilki özelleştirme... Cumhuriyetin, yani toplumun ekonomik değerlerinin elden çıkarılması... İkincisi ise Türkiye piyasalarının bir pazar haline getirilip uluslararası sermayeye açılması...”

Editör: Duygu Kaya