CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK), bugün saat 13.20’de CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında toplandı. MYK toplantısı devam ederken CHP Parti Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Deniz Yücel, toplantının gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Yücel’in açıklamaları şöyle:
“Bugün okullar açıldı ve yurdun dört bir yanında yaklaşık 20 milyon öğrenci ders başı yaptı. İkinci yarı yılda tüm öğrencilerimize ve öğretmenlerimize başarılar diliyoruz. Ancak sömestr tatili için gittikleri Bolu Grand Otel yangınında yaşamını yitiren 36 çocuğumuz, bugün okula gidemedi. Bu acının yaşandığı gün, ‘En geç 10 gün içerisinde sorumluların kim olduğu belli olacak’ diyen İçişleri Bakanı’na, bugün 14’üncü gün olduğunu hatırlatıyoruz. Sorumlular hala belli değil ama okullarda 36 sıra boş.
Depremin yaralarını sarma konusunda sınıfta kaldılar
Unutamadığımız bir diğer acıyı da 6 Şubat 2023’te yaşadık. 11 ilimizde etkili olan ve yarattığı tahribatın, bıraktığı izlerin yıllarca belleklerden silinmeyeceği iki deprem yaşandı. Binlerce insanımızı kaybettiğimiz, milyonlarca vatandaşımızın evsiz kaldığı büyük felaketin ikinci yıl dönümünde, depremzedeler hala büyük sıkıntılarla baş etmeye çalışıyor. Depremin üzerinden geçen sürede pek çok kentte halen alt yapı sorunları çözülmedi, kalıcı konutlar tamamlanmadı, yerle bir olan kentleri, ekonomik ve sosyal olarak ayağa kaldıracak adımlar atılmadı. Depremden en çok etkilenen ve iktidarın yerel seçimlerin hemen öncesinde, ‘Merkezi yönetimle yerel yönetim aynı partiden olmazsa hizmet gelmez’ diyerek tehdit ettiği Hatay’da, depremzedelerin önemli bir kısmı hala konteyner kentlerde zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor. Acıların en büyüğünü yaşayan; evlatlarını, anne babalarını, yakınlarını, arkadaşlarını kaybeden milyonlarca vatandaşımıza ne yazık ki devletin şefkatli eli uzatılamadı ve her konuda olduğu gibi Maraş Depremi’nin yaralarını sarmak konusunda da AKP iktidarı sınıfta kaldı.
İlk sandıkta bu halk düşmanı iktidarı, tarihin tozlu raflarına kaldıracağız
Trafoların yetersiz kaldığı, elektrik kesintilerinin hayatı olumsuz etkilediği deprem bölgesinde, eğitimden sağlığa, kamusal pek çok hizmette önemli sıkıntılar yaşanmaya hala devam ediyor. Yaşanan felaketleri ‘kader’ ve fıtrat’ olarak gören 23 yıllık AKP iktidarında depremler, seller, yangınlar, iş kazaları, maden ocağı çökmeleri, pandemi ve daha birçok doğal afetlerde milyonlarca canımızı kaybettik. Ama asıl canımızı yakan ne biliyor musunuz? Birçoğunun önlem alındığı takdirde ölümle sonuçlanmayacağı gerçeği. Ünlü yazar ve filozof Albert Camus’nun da dediği gibi, 'Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle basiretsiz bir iktidarı tarih boyunca görmemiştir. AKP iktidarı, tedbirsizlik ve ihmallerle Türk halkına büyük acılar yaşatan, bununla da kalmayıp açlığa mahkûm ettiği milyonları yaşarken öldüren bir iktidar olarak tarihe geçmiştir. Ancak buradan ifade ediyoruz: İlk sandıkta bu halk düşmanı iktidarı tarihin tozlu raflarına kaldıracağız.
Yargı reformu, yargının tarafsız ve bağımsız yapısını ortadan kaldıran bir iktidar tarafından açıklandı
Bu ülkede gün geçmiyor ki bir hukuksuzluk yaşanmasın. Millet iradesi gasp ediliyor, belediyelere kayyumlar atanıyor, belediye başkanları, siyasi partilerin genel başkanları tutuklanıyor, gazeteciler sırf haber yaptıkları için soruşturmalara maruz kalıyor ve hapse atılıyorlar. Böyle bir ortamda AKP, geçtiğimiz günlerde 2025-2029 Yargı Reformu Stratejisi’ni açıkladı. Şaka gibi değil mi? İçeriğinde yüzlerce hedefin olduğu bu belge Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını tanımayan, kanunları amacından saptırıp yamalı bohçaya çeviren, millet iradesini beğenmeyip ona ipotek koyan, tutuklamayı bir tedbir olmaktan çıkarıp bir cezalandırma yöntemi haline getiren, yargının tarafsız ve bağımsız yapısını ortadan kaldıran bir iktidar tarafından açıklanıyor. Sonra da bu milletin, AKP iktidarının yargıda reform yapacağına inanmasını bekliyorlar. AKP İktidarına sesleniyorum: Sizin bu belgeyi açıkladığınız sadece ocak ayı içerisinde, Beşiktaş Belediye Başkanımız ve Zafer Partisi Genel Başkanı tutuklandı. Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklandı. Program Koordinatörü Kürşad Oğuz, gazeteci Barış Pehlivan, Seda Selek ve Serhan Asker 24 saat gözaltında tutuldu, ‘kaçarlar’ diye adli kontrol tedbiriyle serbest bırakıldılar. Sanatçı Menajeri Ayşe Barım, tam 12 yıl sonra Gezi olaylarının organizatörü olduğu iddiasıyla tutuklandı.
O gün gitmekte olan bir iktidarın korkusunu, kaygısını ve paniğini gördük
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu, AKP’nin yaptığı hukuksuzlukları belgeleriyle bir basın toplantısında kamuoyu önünde açıkladı diye hakkında soruşturma başlatıldı. İstanbul İttifakı’nın oylarıyla seçilen Sayın İmamoğlu’nun, yani 16 milyon İstanbullunun uğradığı haksızlığın karşısında Türkiye, Sayın İmamoğlu’nu ve İstanbulluları yalnız bırakmadı. AKP’nin darbe dönemlerine rahmet okutacak hukuksuzlukları karşısında, kendi iradelerine sahip çıkmak isteyen on binler adliyenin önünde, oraya gidemeyen milyonlar ise ekranlarının başındaydı. Çağlayan Adliyesi’nde olağanüstü güvenlik tedbirleri vardı. Orada polisle vatandaşımızı karşı karşıya getirmek için özel bir hazırlık yapıldığını gördük. Biz orada, aslında gitmekte olan bir iktidarın korkusunu, kaygısını ve paniğini gördük. Tüm bu yaşananlar, iktidarı kaybetmeye yaklaşan bir siyasi partinin son çırpınışlarıdır. Sayın Ekrem İmamoğlu, sırf CHP’li belediyeler aleyhine ısmarlama raporu yazması için özel olarak görevlendirilen bilirkişinin ismini açıkladı diye, yok bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs, yok kamu görevlisini hedef gösterme… Bu kadarı da ayıptır. Böyle bir soruşturmayı açana da açtırana da gülerler. Açana gülerler çünkü derler ki ‘Sen hukuk bilmiyorsun kardeşim. Senin hukuk fakültesi diploman cikletten mi çıktı’ diye sorarlar. Açtırana gülerler, derler ki ‘Sen bu işlerden medet umuyorsan, sen böyle soruşturmalardan medet umuyorsan sen zaten bitmişsin kardeşim. Senin toplumsal meşruiyetin kalmamış.’
Aynı bilirkişinin CHP’li belediyelerin soruşturma dosyalarına tesadüfen görevlendirildiğine inanalım, öyle mi?
İstanbul’da 8 binin üzerinde bilirkişi var. CHP’li belediyelerin dosyalarına her ne hikmetse hep aynı kişi atanıyor. Yetenekli, becerikli, kerameti kendinden menkul… Şimdi bu yetenekli, becerikli ve kerameti kendinden menkul bilirkişinin bütün olasılıkları boşa çıkaracak şekilde CHP’li belediyelerin soruşturma dosyalarına tesadüfen görevlendirildiğine ve bu şahsın raporlarının hukuka uygun olduğuna inanalım, öyle mi? Bunu mu bekliyorsunuz? Bu adamın bu dosyalarda bilirkişi olma yetkinliği dahi yok. Muhasebeci bilirkişi olduğu iddia ediliyor, TÜRMOB dahil hiçbir meslek odasında kaydı yok. Bağımsız denetçi sınavını geçememiş. Kamu ihale kurumuyla ilgili denetim yapacak bilirkişilerde aranan özel uzmanlık koduna da sahip değil. Ama her ne hikmetse CHP’li belediyeleri hedef alan bütün soruşturma dosyalarında bilirkişi. AKP bize dil uzatmadan önce, kendi siyasi geleceği için hukuk sistemini nasıl mahvettiğine baksın. Bir an önce de sandığı getirsin. Getirsin ki memleketteki hukuksuzluklar son bulsun.
Yargıtay’a göre bir kadını canlı canlı yakarak öldürmek, canavarca bir his değilmiş
Muğla'da üniversite öğrencisi Pınar Gültekin 2020 yılında canice katledilmişti. Sanık Cemal Metin Avcı'ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. Yargıtay’a göre bir kadını canlı canlı yakarak öldürmek, canavarca bir his değilmiş. Bir de haksız tahrik indirimi yapılmalıymış. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin bu akıl dışı, hukuk dışı, vicdanları yaralayan kararın bozulmasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itirazda bulunuldu. 2020 yılında katledilen Pınar Gültekin ve dolayısıyla tüm kadınlar, beş yıl sonra da adaletten paylarına düşeni yine alamadılar. Bu ülkede faillerin hak ettikleri cezaları almaları için kadınların daha nasıl, ne şekilde öldürülmeleri gerekiyor? ‘Canavarca his sevkiyle’ arttırım maddesinin uygulanması için daha ne olması gerekiyor? Elbette Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca bu bozma kararına itiraz edilmesi umut verici ancak başta bir gece yarısı kararnamesiyle hukuksuz bir şekilde yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe koyulması olmak üzere, siyasi iktidar tarafından etkin ve kalıcı tedbirler alınmadıkça başka Pınar Gültekin’ler olması da faillerinin hak ettikleri cezaları almamaları da kaçınılmazdır.
İntihar eden avukat Mert Akdoğan’ın suçu, AKP’li bir akrabası olmaması mıydı?
Başka bir ülkede yaşansa skandal etkisi yaratacak birçok olay, AKP Türkiye’sinde artık olağanlaştırılmaya çalışılıyor. Liyakatsizliğin, kayırmacılığın, nepotizmin zirve yaptığı AKP iktidarı, artık usulsüzlüklerini el altından değil, milletin gözüne soka soka yapıyor. AKP Grup Başkanvekili’nin, Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları ile İdari Yargı Hakimleri Kura Töreni'nde yeğenini önce Cumhurbaşkanı’na sonra da Adalet Bakanı’na takdim etmesi hepimizi hayretler içinde bıraktı. AKP Grup Başkanvekili bir de hiç utanmadan Cumhurbaşkanı’na diyor ki 'Benim yeğenim hiç olmazsa size bir selam versin. Kurada da adını görebiliriz.’ İşte biz buna ‘yüzsüzlük’ diyoruz, ‘pişkinlik’ diyoruz, ‘güç zehirlenmesi’ ve ‘iktidar sarhoşluğu’ diyoruz. Her kim olursa olsun, görevi ve sıfatı ne olsun, bu ülkeyi sizin babanızın malı gibi görmenize izin vermeyeceğiz. Hâkimlik Savcılık sınavında 115'inci olduğu halde mülakatta elenen ve elendiği için de intihar eden avukat Mert Akdoğan’ın suçu neydi? Kendisini Cumhurbaşkanı’na takdim edecek AKP’li bir akrabasının olmaması mı? Liyakatli bir sistem olsaydı belki de Mert Akdoğan kardeşimiz intihar etmeyecekti. Nepotizminiz batsın, kayırmacılığınız batsın. Sadece Mert Akdoğan değil, onun gibi birçok gencimizin vebali boynunuzadır.
Daha yılın başında açlık sınırının altında kalan asgari ücretli ve emekli bu koşullarda geçimini nasıl sağlasın?
AKP, iktidarı kaybetmeye yaklaştıkça daha da hırçınlaşıp siyasi etik ve ahlaktan uzaklaşarak baskı ve zulmünü arttıran hamleler yapıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı, iktidarın intikam hırsının bir parçası haline getirildi. Son bir aydır, ülkedeki gerçek sorunlar konuşulmasın; işçinin, emeklinin, esnafın, memurun derdi gündeme gelmesin diye sıcak salonlardan suni gündem sipariş edenlerin de devri elbette pek yakında bitecek. Ülkemizde derin bir ekonomik çöküş yaşanıyor. OECD’ye göre Türkiye TÜFE, gıda ve enerji enflasyonunda açık ara farkla yine zirvede yer aldı. Son 10 yıl içerisinde gıda fiyatları 12 kat, ortalama fiyatlar ise dokuz kat birden arttı. Daha üç gün önce açlık ve yoksulluk sınırı açıklandı. TÜRK-İŞ ocak ayında dört kişilik aile için açlık sınırının 22 bin 131 lira olduğunu açıkladı. Yoksulluk sınırı ise 72 bin 88 lira. Yani, yeni asgari ücret çalışanın daha cebine girmeden açlık sınırının altına geriledi. 22 bin lirayla gıda, giyim, kira, elektrik, su, ısınma, ulaşım, eğitim ve sağlık giderlerinin ne kadarını karşılayabilirsiniz? Büyükşehirlerde en ucuz kiralık ev 15 bin lira. AKP’ye hatırlatalım: En düşük emekli aylığı 14 bin 469 lira. Daha yılın başında açlık sınırının altında kalan asgari ücretli ve emekli bu koşullarda geçimini nasıl sağlasın?
Derhal bu düzenlemeyi geri çekin!
Tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken neredeyse her şeyi ithal eder olduk çünkü tarımı bitirdiniz. Bakın, tarımsal girdi fiyatları sürekli yükselirse vatandaş sebze-meyveyi uygun fiyata satın alabilir mi? Elbette alamaz. Her şey ateş pahası. Bir marul 50 lira, bir kilo çay 200 lira olmuş. Süt, yoğurt, peynirin ise etiketleri her hafta değişiyor. Ramazan yaklaşıyor. Yine asgari ücretli iftar sofrasına et koyamayacak. Bu aydan sonra katlanarak artan giderlere, elektrik faturaları da eklenecek. Aylık ortalama tüketimi 417 kWh’nin üzerinde olan haneler, serbest piyasa koşullarında sürekli değişen yüksek tutarlı faturalar ödemek zorunda kalacak. Yani ayda bin lira elektrik faturası ödeyen bir abone, aynı elektriği tükettiğinde bu değişiklikle birlikte 2 bin lira ödeyecek. Enflasyon yüzde 42 ama elektrik zammı yüzde 100, öyle mi? AKP’yi buradan uyarıyoruz: Derhal bu düzenlemeyi geri çekin.
Vatandaş perişan haldeyse tek çözüm sandıktır
Liyakatsiz atamalarla hedefinden sapmış olan TÜİK, bugün enflasyon verilerini açıkladı. TÜİK'e göre enflasyon ocak ayında yüzde 42’ymiş. TÜİK, enflasyon sepetine hangi ürünleri ekleyip bu oranı buldu, bilmiyoruz ama halkın hissettiği gerçek enflasyonun yüzde 42 olmadığını çok iyi biliyoruz. Siz enflasyonu düşük açıklayınca vatandaşın alım gücünün yükseldiğini mi sanıyorsunuz? Çarşıda, pazarda, sokakta iş yerinde millet ‘Nereden, nasıl tasarruf etsem de geçirebilsem’ diye kara kara düşünüyor. TÜİK'in sansürlü enflasyon açıklamasıyla kuş kadar zam alan milyonlarca memur ve emekli adına TÜİK'e soruyoruz: Sizin hiç mi utanmanız yok? Sizin hiç mi vicdanınız yok? Emekli isyanda, memur mutsuz, işçi sıkıntıda. Ülkedeki ekonomik sıkıntının boyutunun daha net bir şekilde ortaya koyulabilmesi açısından bu rakamlar son derece çarpıcı: Risk Merkezi’nin verilerine göre, bireysel kredi borcu bulunan vatandaş sayısı Kasım 2024 itibarıyla 42 milyona ulaşmış. Aynı dönemde kredi kartı borcu bulunan vatandaş sayısı ise 38 milyona çıkmış. İcra dairelerinde dosyalar, takipler almış başını gitmiş. 31 Ocak tarihi itibarıyla icra dairelerindeki dosya sayısı 22 milyon 295 bine yükselmiş. Vatandaş perişan halde, AKP ise kendi iktidarının derdinde. Geçim olmadığını daha nasıl anlatalım? Bu ülkede geçim yoksa seçim olur. Tencere kaynamıyorsa, çocukların karnı doymuyorsa, vatandaş perişan haldeyse tek çözüm sandıktır.
Bu utancı Türkiye’ye yaşatan, basın özgürlüğü karnesine bir çizik daha atan ise AKP iktidarıdır
AKP iktidarının basın mensuplarına yönelik baskısı ve sansürü nedeniyle gazetecilik yapmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Geçtiğimiz hafta basın özgürlüğü kapsamında Türkiye’de ardı ardına utanç verici olaylar yaşandı. Yargıyı, ‘Turbun büyüğü heybede’ gibi çirkin söylemlerle yönlendirenler, anlıyoruz ki Halk TV’yi de heybedeki turplardan biri olarak görmüşler. Halkın sesi Halk TV, neredeyse darbe dönemlerinde dahi görülmemiş baskı, sansür, soruşturma ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı. Gazeteciler canlı yayına çıkmadan beş dakika önce, emniyet güçlerince stüdyodan gözaltına alındılar. Bu utancı Türkiye’ye yaşatan, basın özgürlüğü karnesine bir çizik daha atan ise AKP iktidarıdır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre, herkes bilgi edinme ve haber alma, özgür düşünce, ifade ve serbest eleştiri hakkına sahiptir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılmasının başlıca yolu olan basın ve yayın özgürlüğü, temel insan haklarındandır. Bu hakların demokratik hukuk devletinde anayasal güvence altında olması esastır. Fakat İBB Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nun açıkladığı hukuksuzlukları haberleştiren ve yayınlayan medya kuruluşları ve gazetecilere soruşturma başlatıldı. Önce Barış Pehlivan, Seda Selek ve Serhan Asker gözaltına alındı. Sonra Kürşad Oğuz ve Suat Toktaş… Saatlerce süren gözaltının ardından Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş, gazetecilik refleksi gereği yapılan haber gerekçe gösterilerek tutuklandı. Haksız ve hukuksuz bir şekilde özgürlüğü gasp edildi.
Faşizmin ayak sesleri yükseldikçe, Anayasa’dan, temel hak ve özgürlüklerden, hukuktan ve demokrasiden uzaklaşıyoruz
Sayın Ekrem İmamoğlu’nun sözlerinden gazetecilerin sorumlu tutulması, Anayasa’ya ve basın özgürlüğüne açıkça aykırıdır ve faşizmin ayak sesleri yükseldikçe ne yazık ki Anayasa’dan, temel hak ve özgürlüklerden, hukuktan ve demokrasiden uzaklaşıyoruz. AKP iktidarı artık şunu anlamalı: Muhalif seslere, kendisi gibi düşünmeyene, eleştirene düşman hukuk uygulayarak bir yere varamazlar. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde bunlar yaşanmaz. Bu yaşananlar 2025 yılının sadece ilk ayında yaşadıklarımız. 2024 yılında da farklı değildi. 2024 Basın Özgürlüğü Raporu ortada. Gazeteciler haberleri, yazıları, sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek 720 kez hâkim karşısına çıkarıldı. En az 35 gazeteci hakkında soruşturma ve dava açıldı. Haber ve paylaşımları nedeniyle 14 gazeteci tutuklandı. 18 gazeteci ise yeni yıla ya tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevinde girdi. Çiğdem Toker, Altan Sancar, İsmail Arı, Ayşenur Arslan, Nevşin Mengü, Timur Soykan, Murat Ağırel, Fatih Altaylı, Şirin Payzın ve burada sayamadığımız niceleri… Burada sayamadığımız daha birçok isim hakkında sırf gazetecilik faliyeti nedeniyle hukuki süreçler başlatıldı. Özlem Gürses ev hapsinde. Hepsi mi suçlu, hepsi mi halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyor, hepsi mi terörist, hepsi mi yalan, yanlış haber yapıyor? İktidarınız sütten çıkmış ak kaşık da gazeteciler sizin hakkınızda yalan yanlış yazıyorlar, size iftira atıyorlar, öyle mi? Yaşanan bütün hukuksuzlukların, gazetecilere yapılan 30 saatlik gözaltının üzerine bir de Adalet Bakanı kalkmış, 'Gazetecilik faaliyeti nedeniyle Türkiye'de tutuklu tek bir gazeteci yok’ diyerek vicdan yoksunu, akıl almaz açıklamalar yapıyor. Yazıklar olsun.
Hukuk devletini fiilen sona erdirme girişimidir
Halkımız yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımızın yasını tutarken, tutuklanan gazetecilerin şokunu yaşarken, Sayın Ekrem İmamoğlu’na yapılan hukuksuzlukları, teğmenlerimize yapılan haksızlıkları konuşurken bunu fırsat bilen AKP, Meclis’ten ancak ve ancak diktatörlükle yönetilen ülkelerde örneğine rastlanabilecek bir yasa geçirdi. Başkanını ve üyelerini kendi atadığı Devlet Denetleme Kurulu denetçilerine verdiği sınırsız yetkiyle Erdoğan, aslında kendi tek adamlık yetkilerine birini daha eklemiş oldu. Artık Devlet Denetleme Kurulu’na bağlı denetçiler, görevi başında kalmasında sakınca gördükleri her kademe ve rütbedeki görevliyi görevden uzaklaştırabilecekler. Bu düzenlemenin meali şudur: İstedikleri her kademedeki görevliyi; soruşturma, yargı kararı gibi hukuki süreçlere dahi ihtiyaç duymadan, gürültü patırdı koparmadan, halkın tepkisini çekmeden, kamuoyu oluşmadan oldu bittiye getirip tek adamın talimatıyla, Devlet Denetleme Kurulu aracılığıyla görevden alabilecekler. Adeta bir diktatörlük uygulaması. Bu düzenlemeyle seçilmişler de dahil olmak üzere hiç kimsenin hukuki güvencesi kalmadı. Bu düzenleme, hukuk devletini fiilen sona erdirme girişimidir. Bu düzenlemeyi daha önce de getirmeyi defalarca denediler. Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle getirmek istediler, CHP'nin başvurusuyla AYM iptal etti. Sonra yetmedi, torba kanun içerisine gizleyerek çıkarmayı denediler, yine muhalefetin direnci ve mücadelesiyle torba yasadan çıkarmak zorunda kaldılar. Şimdi aynı yasayı ülke gündeminin karışıklığını ve yoğunluğunu fırsata çevirerek Meclis’ten geçirdiler. Ancak kimsenin kuşkusu olmasın, hukuka aykırılığı yüksek mahkeme tarafından tescil edilmiş olan bu düzenlemenin iptali için de CHP olarak AYM’ye elbette başvuracağız.
CHP’nin cumhurbaşkanı adayını ön seçimle belirleme yöntemi toplumda büyük bir heyecan ve motivasyon yarattı
Bugünkü MYK toplantımızın gündem maddelerinden biri de cumhurbaşkanı adayımızın belirlenmesi konusunda uygulanacak olan yöntem ve takvimdi. Düzenli olarak Türkiye’deki siyasetin nabızını ölçtümüz, güncel haftalık siyasi gelişmelerin ölçümünü yaptığımız, kamuoyu araştırmalarında Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel tarafından geçtiğimiz hafta grup toplantısında açıklanan bu konunun, yani CHP’nin cumhurbaşkanı adayının ön seçimle belirlenmesi meselesinin bu kamuoyu yoklamalarında toplumda büyük bir memnuniyet yarattığını görüyoruz. Kamuoyu araştırmalarına göre, bu yöntemin CHP seçmeninde yüzde 90’ın üzerinde, AK Parti seçmeninde yüzde 44,5 oranında, MHP seçmeninde de yüzde 61,5 oranında destek bulduğunu görüyoruz. Bu konuda Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Gül Çiftçi ve ekibince adayların nasıl propaganda yapacaklarından tutun da oy kullanma işlemine kadar seçimin nasıl yönetileceğine ilişkin bir yönerge hazırlanıyor. Diğer yandan cumhurbaşkanı adayımızı tüm üyelerimizle ön seçimle belirleyeceğimize ilişkin kararımız, toplumda büyük bir heyecan ve motivasyon yarattı. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in geçtiğimiz hafta grup toplantısında yaptığı açıklama sonrasında bugün itibarıyla günlük üyelik başvurularında, online üyeliklerde 40 kat artış olduğunu görüyoruz. Yine manuel üyeliklerde de ciddi bir artış var. Birçok ilimizde üye kayıt formları bitmiş durumda. Genel Merkezimizce yeni üye formları basılarak hızlı bir şekilde il örgütlerimize önümüzdeki günlerde gönderilecek. Şunu açıkça ifade edebiliriz ki CHP’nin en geniş katılımla, en demokratik yöntemlerle belirleyeceği cumhurbaşkanı adayı bu ülkenin yeni cumhurbaşkanı olacaktır.
Harbiye brövenize vedanız, geçici bir süre içindir, bu da CHP’nin size şeref sözüdür!
Ebru Eroğlu, İzzet Talip Akarsu, Serhat Gündar, Deniz Demirtaş ve Batuhan Gazi Kılıç. Beşi de yüreği vatan sevgisi, millet sevgisi, Mustafa Kemal Atatürk sevgisi olan, pırıl pırıl, gencecik teğmenlerimiz. Dört gün önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ihraç edildiler. Geleneksel bir seremoniyi yerine getirdiler diye ihraç edildiler. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dediler diye ihraç edildiler. Çünkü gencecik teğmenlerimizin Kara Harp Okulu’ndan Mustafa Kemal’in askerleri olarak mezun olmalarından mutsuz olan, bundan memnun olmayan biri var. Beş teğmenimizle birlikte Albay Alper Topsakal, Yarbay Halit Türkoğlu ve Binbaşı Murat Öztürk de ne yazık ki TSK’dan ihraç edildi. Ne teğmenlerimizden ne de onlarla birlikte ihraç edilen komutanlarımızın ağzından ‘Vatan sağ olsun’ dışında tek bir cümle duymadık. Ne bir isyan ne de bir eleştiri… Albay Alper Topsakal, Pençe-Kilit bölgesinde, ‘Girilmez’ denilen sarp arazideki operasyonları başarıyla yönetti. Yarbay Halit Türkoğlu, Harp Akademilerini birincilikle kazandı ve başarılarından ötürü devrelerinden dört yıl önde giden bir sicile sahip. Binbaşı Murat Öztürk ise 30 Ağustos’ta zaten TSK’dan ayrılma dilekçesini verip izne çıkmıştı. Üç ay geçtiği halde dilekçesi işleme konulmadı ve ihraç edildi, emeklilik hakkı elinden alındı. Bu askerler, bu komutanlar kolay mı yetişiyor? Bu yargılama bir disiplinsizlik, bir emre itaatsizlik yargılaması değildir; bu yargılama Mustafa Kemal'in askerlerinin yargılanmasıdır. TSK’nın şerefli üniformalarıyla, dik bir duruşla savunmaya giden teğmenlerimize sesleniyoruz: Sizinle gurur duyuyoruz. Ve 85 milyonun vicdanında mahkûm olan sizler değil, size bu haksızlığı ve hukuksuzluğu yapan Cumhuriyet düşmanlarıdır. Harbiye brövenize vedanız, geçici bir süre içindir. Bu da CHP’nin size şeref sözüdür. Mustafa Kemal’in askerleriyiz.”
CHP, Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasiyi getirme iddiasında olan bir siyasi parti
CHP’li Yücel, açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Yücel, CHP’nin cumhurbaşkanı adayının erken açıklanmasına ilişkin eleştirileri ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun “erken doğum” yorumuna dair şunları söyledi:
“Öncelikle cumhurbaşkanı adayımızın belirlenmesiyle ilgili, sürecin işletilmesi, yöntemin belirlenmesi elbette eleştirilebilir. Biz eleştirilere saygı duyarız. Ancak şunu ifade edeyim: CHP, ‘erken seçim’ değil, ‘derhal seçim’ diyen bir partidir. Yani, ‘2025 yılı içerisinde bu milletin önüne sandık gelecek’ diyen bir partidir. Dolayısıyla ‘derhal seçim’ diyen bir partinin cumhurbaşkanı adayını belirlemesi kadar doğal ve gerekli bir durum olamaz. Ayrıca CHP, Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasiyi getirme iddiasında olan bir siyasi parti. Cumhurbaşkanı adayını belli bir kişi, belli bir kurul tarafından değil; en geniş katılımla, en demokratik yöntemle bütün üyelerine sorarak belirlemesi de çok doğru ve gereklidir. Dolayısıyla eleştirilere elbette saygı duyarız ancak bu çalışmanın bugün yapılması bir gerekliliktir.”
Yücel, “Muharrem İnce’nin CHP’ye dönüşüyle ilgili takvim netleşti mi” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Muharrem İnce geçmişte partimizde il başkanlığı, milletvekilliği, grup başkanvekilliği yapan, hatta ve hatta cumhurbaşkanı adayımız olan bir kişidir. Bugün de bir siyasi parti lideridir. Bir siyasi parti liderinin partimize geçişiyle ilgili süreci, takvimi ve yönetimi Sayın Genel Başkanımızın açıklaması ve sizlerle paylaşması daha doğrudur, daha uygundur.”
Sandıktan çıkan sonuçlara uyulacak
Yücel, Cumhurbaşkanı adayını belirleme yönetimle ilgili olarak ön seçimin hukuki olmadığı eletirileri var. Hakim denetiminde bir ön seçimden mi söz ediyorsunuz. Bir de bu konuda PM toplanacak mı” sorularına ise şu yanıtı verdi:
“Bizim ön seçimden kastımız -biz bunu daha önce yerel seçimlerde adaylar belirlenirken de ifade ettik-sonuçlarına uyulacak bir sandık. Hakim denetiminde öz seçim yapmanın zaten Siyasi Partiler Kanunu’na göre belli koşulları vardır. Bizim ön seçimden kastımız; bazı partiler buna ‘eğilim yoklaması’ der, bazı partiler buna ‘temayül yoklaması’ der biz ‘önseçim’ diyoruz. Sandık koyulacak ve o sandıktan çıkan sonuçlara uyulacak. Dolayısıyla ‘hukukidir, değildir’ tartışması gereksizdir. Cumhurbaşkanı adayının ne şekilde belirleneceği zaten yasada açıkça düzenlenmiş ama orada bizim ifade etmek istediğimiz ve yapmak istediğimiz şu: Belli bir kurul, belli bir kişi veya birden fazla kurul değil; en geniş katılımla CHP üyelerinin hepsine sorarak en demokratik ve katılımcı yöntemle adayımızın belirlenmesi. Ondan sonraki süreç zaten yasaların, hukukun gösterdiği şekilde seçim takvimi açıklandığında işleyecektir.”