ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Fotoğrafı, “Ancak ona bakan birey tarafından, oldukça karmaşık ve çoğunlukla bilinçaltı süreçler sonucunda anlamlandırılan, kendisi kör ve anlamdan yoksun bir görsel imge” olarak nitelendiren fotoğrafçı Orhan Cem Çetin’in fotoğraf sergisi Derin Kadar İnce, Galeri A’da sanat izleyicilerinin beğenisine sunuldu.

1960 doğumlu sanatçı Çetin, ilk kişisel sergisi olan Tanıdık Şeyleri 1988 yılında açtı. Sanat çalışmalarının yanı sıra hayatını editoryal fotoğrafçılık, fotoğraf teknikleri/teknolojisi alanında danışmanlık ve fotoğraf eğitmenliği yapan Çetin Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders veriyor. Fotoğrafları için ‘bellek arkeolojisi’ de denilen Çetin, sergi, gösteri ve performanslarında kavramsal, disiplinler arası ve cesaretli tutumu ile tanınıyor.

Sanatçının 2000 yılında Karakutu Cep Fotoğraf Albümleri dizisi içinde yer alan mini albümü Renk'arnasyon, 2004 yılında fotoğraf ve kara mizah içeren metinlerden oluşan kitabı Bedava Gergedan (Okuyanus Yayınevi / 2. Baskı 2018 Fil Books) ve 2018 yılında hayali bir kişinin fotoğraflı güncesi olan TutKeep (Fil Books) yayınlandı.

Çetin ile Alsancak’ta bulunan Galeri A’da İzmirli sanat izleyicilerine sunulan Derin Kadar İnce sergisinde, fotoğraf üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

Derin Kadar İnce nasıl ortaya çıktı?

Dünyadaki fotoğraf külliyatı çok ince bir katmanın içinde olup bitiyor. Fotoğraf kâğıdının üzerinde çok ince bir kaplama var; görüntü orada oluşuyor. Bu bütün fotoğraflar için geçerli. Geçmişte analog fotoğrafçılıkta bu bir jelâtin katmanıydı. Bildiğiniz hayvansal jelâtin. Bu çok ince bir katmandır. Bu kadar ince bir yüzeye bu kadar derinlik sığdırılabilmiş olması, bu kadar kültür üretimine dönüşmüş olmasından çıkan bir şey. İngilizcede ‘beauty is skin’ yani ‘güzellik bir deri kadar incedir’ sözü vardır. Bu biraz güzelliğin kolay kaybedilebilecek olan çok ince, narin bir şey olduğu ve çok derine gitmediğini ifade ediyor. Oradan da ilhamla Türkçedeki deri ve derin ile kelime oyunu oynayarak bu başlığı koyduk. Genelde bu sergideki seçki yüzeysel yassı, kırılmış şeylerin fotoğrafı ve böyle bir isim uygun düştü.

FARKLI DİSİPLİNLERDEN YARARLANIYOR

Fotoğraf üretirken başka sanatlardan da yararlanıyor musunuz?

Kesinlikle. Benim disiplinler arası bir sanatçı olduğum söylenir. Yani fotoğrafı yalınkat kendi veya bir biçimde kullanmanın yanı sıra ona özellikle kelimeler eklemeyi, boya ile dokunmayı seviyorum. Çünkü her sanat disiplini kendine özgü imkânları ve güçlü olduğu tarafları var. Bunları buluşturduğunuz zaman ortaya çok daha derinlikli, daha güçlü işler çıkıyor. Sanat disiplinlerini birleştirerek kullandığımda ifade imkânımı arttırabildiğimi düşünüyorum.

Fotoğraf sizin için neyi ifade ediyor?

Fotoğraf diğer sanat dallarından en temel farkı gerçekliğin bir izdüşümü olduğudur. Bir fotoğraf gördüğünüz zaman sanatçının bunu hayal etmediğini böyle bir sahnenin gerçekten yaşanmış olduğunu ve bir tanıklık olduğunu görüyorsunuz. Fotoğrafın benim için en büyük gücü bu. Gerçekliğin bir izdüşümü olması, bir tanıklığın kanıtı olması. Bu aynı zamanda da fotoğrafın zayıf tarafı. Çünkü bir şey yoksa onun fotoğrafını üretemezsiniz. Ama olmayan bir şeyin hakkında yazabilirsiniz, resmini yapabilirsiniz ama fotoğrafta olmayan bir şeyin fotoğrafını üretemezsiniz. Bu yüzden aynı özellik fotoğrafın hem gücünü sağlıyor hem de güçsüzlüğüne yol açabiliyor.

'ÖĞRENCİLERİME TUTUCU OLMAMAYI ÖĞRETİYORUM'

Öğrencilerinize neyi öğretiyor neyi öğretmiyorsunuz?

Başka bir röportajda bana şu sorulmuştu; ‘öğrencilerinize tek bir şey öğretseniz bu ne olurdu’. Bu soruya şüphecilik olarak cevap vermiştim. Hiçbir şeyi, hiçbir bilgiyi kesin bilgi olarak almamalarını, o ana kadarki elimizdekinin en iyisi olarak kabul etmemiz gerektiğini, hep şüpheci olmalarını, sorgulamalarını en çok telkin ediyorum. Çok kişisel olmalarını, samimi olmalarını da telkin ediyorum. Onun dışındaki her şey başka kaynaklardan öğrenilebilir. Öğrencilerime tutucu olmayı öğretmiyorum. Ellerindeki disipline fanatikçe bağlı olmamalarını sağlamak istediğimden dünyanın en iyi şeyi fotoğrafmış gibi öğretilerim hiçbir zaman olmaz.

Fotoğraflarınıza bellek arkeolojisi olarak bakılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Arkeoloji ortadan kalmış, üstü örtülmüş ve unutulmuş şeyleri hafızaya geri getirmek, onları kazıp çıkarmak ve bununla geçmişi baştan kurgulamak işidir. Bütün fotoğraflar geçmişi gösterir. Bu kaçılmazdır, fotoğrafın doğasında vardır. O yüzden de özellikle Gümüş Gezen Serisindeki fotoğraflarım ve bu sergideki işler, hayatımın bir döneminin fotoğraflarla hatırlanabilir hale gelmesidir. Ama onun nasıl hatırlanacağını da benim kurgulamış olmam şeklinde söylenebilir. Fotoğrafik kayıtlarla geçmişin yeniden kurgulanması ve o hikâyenin baştan oluşturulmasından dolayı işlemi arkeoloji ile benzetiyorlar.