Gazetici Mustafa Kara, İz gazete'nin seçim özel eki İlk Turda Bitirelim için bir yazı kaleme aldı.
Kara'nın yazısı şöyle:
Halil İbrahim Sofrası:
Buyurun dostlar; ağzı açık, gözü toklar baş köşeye!
14 Mayıs akşamı. Kalpler pır pır. Ne olacak?
Hayır, 2 aday ayrışmıyor bu kez. Yenilmez denilen lider önde değil.
Akıllarda deli sorular: Yüzde 50’yi geçecek miyiz? İlk turda bitecek mi? TBMM çoğunluğu ne olacak? Bu kez kazanacak mıyız?
Önce “Kazanamayacağı seçime girmez” lafları, sonra “Kazansak da iktidarı vermez” goygoyu, son düzlükte “kazanacak aday” kafa bulandırmaları... Hep tetikte kalıp “İktidar bir şey yapacak” halleri, “Hiçbir şey olmasa da bir şey olacak” korkuları... Hepsi bitiyor.
Bunlar doğal kaygılar, hayatın olağan akışı içindeki endişeler diye düşünebilirsiniz.
Haklısınız da. Olağan koşullarda böyle olabilirdi.
Ama ya birileri, bir yerlerde tüm seçim stratejisini bu algı oyunları üzerine kurduysa? Brezilya, Macaristan ve ABD seçimlerinden çıkan “dersler”i kendi ikballeri için, 32 kısım tekmili birden kullanmaya kalktılarsa?
Bir grup “kim olduğu belirsiz”in habire fikir değiştirdiğini, sürekli muhalefetten birilerine çattığını ve son hafta da “aslına rücu ettiğini” görüyoruz değil mi?
***
13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Cambridge Analytica şirketinden söz edince “tavla oynayan taraf” ile “satranç oynayan taraf” berrak biçimde açığa çıkıverdi. Donald Trump’a kazandıran, İngiltere’yi AB’den çıkaran seçimlerde rol oynayan bu şirket, bize oldukça tanıdık gelen basit bir formül uyguluyordu: Apolitikleştirme!
Şirket çoktan kapandı, kapatıldı. Ruhu yaşıyor ama. İlk defa oy verecek gençlere yönelik türlü tezgahlar kuruldu, çünkü anketler “gençlerin iktidardan koptuğunu”, “CHP’ye yöneldiğini” açıkça ortaya koyuyordu. Doğrudan iktidar propagandası çalışmazdı. Ortalıyor gibi yapıp siyaset kurumu hedefe kondu. Sosyal medya, TikTok, Facebook, Youtube, Twitch fenomenleri çıktı ortaya.
Kimileri “mülteci karşıtlığı”ndan yürüdü, kimileri “Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacak aday olduğunu” inatla söyledi. Tarihi bir “seçmen davranışı değiştirme operasyonu” planlandı, “dört dörtlük bir propaganda makinesi” çalıştı.
Gözümüzün önünde oldu bunlar. Hepsine laf yetiştirmeye çalışırken, gerçek kaygılar ile operasyonel işleri ayırmak giderek zorlaştı.
Olmadı.
Beceremediler.
Ne gençleri ikna edebildiler, ne iktidardan kopmakta olan seçmenleri.
Ve 3 gün kala; Rus derin devletine yönelik tarihi uyarı geldi: “Dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar, kumpaslar, Deep Fake içerikler, kasetlerin arkasında siz varsınız.”
İşler iyice karışıyor gibi görünse de aslında berraklaşıyordu.
Kılıçdaroğlu, iktidarın propaganda makinesinin her adımını önceden görüyor, önlem alıyor ve daha ileri giderek, hiçbir “negatif gündem”in bir günden fazla sürmesine izin vermiyordu.
Bazı muhalif görünenlerin maskeleri de düşerken, Kılıçdaroğlu hemen hemen tüm bağımsız anketlerde öne geçti, çoğunda ilk tur için yeterli oy oranına yaklaştı.
Son haftaya böyle girdik.
*
“Halil İbrahim Sofrası”, dedi Kılıçdaroğlu.
Tüm kalbiyle bu sofraya inandığını, onun için mücadele ettiğini söyledi. “...tabii ki kibirlenmeyeceğiz. Yeter ki bu ülkeye yeniden baharlar gelsin, inanın gerisi lafügüzaftır.” diye de ekledi.
Yıllardır toplumun en az yarısının yönetimde asla temsil edilmediği, fikirlerinin önemsenmediği, hatta hakir görüldüğü bir ülkeye söyledi bunu.
Toplumun çok büyük bir çoğunluğunun haksız ve hukuksuz biçimde ülkenin bereketinden, refahından mahrum bırakıldığı bir ülkeye söyledi.
“O niye var?”, “Bu niye burada?”, “Şunlarla mı yüreyeceğiz” vs. diye söylenilen günlerde söyledi. Muharrem İnce 3 gün kala çekilince, üstelik çok kötü bir konuşmayla çekilmesine rağmen, bir kez daha çağırdı: “Benim çağrım hala geçerli. Eski kırgınlıkları, dargınlıkları bir kenara bırakalım artık. Sayın İnce’yi Türkiye’nin sofrasına bekliyoruz. Buyursun lütfen gelsin…”
Halil İbrahim Sofrası, Türkiye’nin sofrası işte!
Barış Manço’nun şarkısında anlattığı günlerdeyiz:
“Daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
İsmail’e inen koç kurban edilmemişken
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
Kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok”.
Yazıyı okurken bir yandan açın dinleyin hatta, bu eşsiz şarkıyı. Soğan, patates fiyatları gölgesinde gidilen bir seçim ikliminde hep birlikte dinleyelim. Boşuna seçilmemiş “Halil İbrahim Sofrası” metaforu, boşuna değil son düzlükte “Türkiye Sofrası”na evrilmesi. Sofrayı sadece kendine kuranların iktidarına son vermek ve hepimiz için bir sofra kurmak için tüm bu sözler.
Ve bu sofra kurulmasın diye, aylardır kafamızı şişirenlerin tüm çabası. Tüm bu yalanlar, dolanlar, yalan videolar, sahte afişler, bile bile en yetkili ağızlardan atılan iftiralar! Kazanırlarsa “üzerimizde tepinmek” için olduğunu gizlemiyorlar da.
Ezcümle; yeni bir başlangıcın arifesindeyiz bugün. Armudun sapı, üzümün çöpünü bırakın artık; gelen gelsin işte sofra!
Kısa çöpün hakkı için, hepimizin hakkı için: #İlkTurdaBitirelim!
Şarkı geldi mi oraya, ne diyor şarkı:
“Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Ağzı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye...
...
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok.”