Filistinli Gazeteci Hasan Tahravi ve Prof. Dr. Sevda Alankuş, 2. İzmir Basın Kampı’nda “Gazeteciler Barışı Yazmak İstiyor” başlıklı panelde konuştu. Tahravi, Filistin’de gazetecilik yapmanın zorlukları ve orada yaşananlar üzerine konuşurken, Prof. Dr. Alankuş “Barış Gazeteciliği” ve “Hak Haberciliği” üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Tahravi, Filistin’de gazetecilik yapmayı ve orada yaşananları, “Böyle güzel bir yerde savaşı konuşmak kolay olmayabilir. Hele ki Filistin’in anlatmak kolay olmayabilir. Savaş bölgelerinde gazeteci olmak daha zor, hele ki Gazze, Filistin gibi yerlerde. 1 yıldan beri İsrail’in başlattığı bir savaş var. Küçük bir yerden bahsediyoruz, uzunluğu 45, derinliği 6-12 kilometre içerisinde bir yerden bahsediyoruz. Bu coğrafyanın içerisinde 2 milyon 300 bin kişi yaşıyor. İsrail 1 yıldan beri en modern cihazlarla bu savaşı devam ettiriyor. Her yerde yıkım, ölüm, bu ortam içerisinde Filistin’deki gazeteciler çalışmayı deniyor. Bu savaş aslında geldiğim coğrafyada çok oldu. 1948 bu tarihe kadar çok savaş gördük ama bu savaş diğerlerine göre çok değişik. Aslında bu savaşa benzemiyor, saldırıya benziyor çünkü İsrail’in karşısında birkaç tane direniş örgütü var. Bu savaş gerçekten çok değişik. Savaş kanunları bile gözetilmeksizin devam ediyor” diye anlattı.

“42 bin Filistinli şehit edildi”

Filistin’de 42 bin Filistinlinin şehit edildiğini söyleyen Tahravi, “Geldiğimiz noktada İsrail Başbakanı Netanyahu birkaç hedef verdi. Gazze’nin içinde 200’e yakın esiri kurtaracakmış, diğer hedefi ise Filistin Direniş Güçleri’ni yok etmekmiş. Şimdiye kadar bu hedefleri gerçekleştirilmedi ama gerçekleştirilen bazı hedefler var. Gazze’deki binaların yüzde 80’i yok edildi. Resmi açıklamalara göre 42 bin Filistinli şehit edildi, 100 bine yakın yaralı var. Öyle bir ortamda Filistinliler yaşamaya, gazeteciler çalışmaya çalışıyor. Filistinlilere yapılan bu saldırılar, gazetecilere daha fazla yapılıyor. Yalnız gazeteciler baskı altında kalmıyor, insanlar, okullar baskı altında kalıyor. Gazze’de yaşam kalmadı” dedi.

“İsrail Filistinlileri göç ettirmek istiyor”

İsrail’in bölgedeki amacını aktaran Tahravi, “İsrail’in ana amacı Gazze’de yaşayan Filistinlileri göç ettirmek. Şimdiye kadar bunu yapamadılar. Savaşın başlarında Gazze’nin kuzeyindeki bazı yerlere çok saldırılar oldu ve oradakilerin bazıları güneye gitti, bazıları bölgede kaldı. Şimdiye kadar Gazze’nin kuzeyinde 700 bin Filistinli hala yaşıyor. 1 hafta önce İsrail güçleri yeniden saldırdı. Dünden bugüne kadar en az 30 insan öldürüldü. İnsanlar evlerinden çıkmak istemiyor çünkü göç etmek çok zor. Orada hastane kalmadı. Gazze’nin kuzeyinde 2-3 hastane kaldı ve onlar bile ateş altında, İsrail insanları zorla başka bölgelere göç ettirmek istiyor. İsrail şimdiye kadar bunu beceremedi çünkü Filistinliler 1948’de yapılan hatayı yapmak istemiyor, topraklarını bırakıp başka bir yere gitmek istemiyor. İnsanlar, ‘ben evimde ölürüm ama gitmem’ diye düşünüyor. Bu savaş gerçekten zor bir savaş, 7 Ekim’den sonra yapılan bu savaş hala devam ediyor. Her yerde yıkım, katliam, bomba var, su yok, elektrik yok. İnsanlar bu şartlarda yaşamaya çalışıyor, gazeteciler çalışmaya çalışıyor. Rakam olarak bakmamak lazım, ölen 42 bin kişi var ama biz bunlara sayı olarak bakmıyoruz çünkü bunlar insan. Bu rakamların yüzde 60’ından fazlasını kadın ve çocuklar oluşturuyor. Ölen herkesin bir hayali var” şeklinde konuştu.

“Gazze’de 176 gazeteci öldürüldü”

Gazze’de 7 Ekim’den bu yana 176 gazetecinin İsrail tarafından öldürüldüğünü belirten Tahravi, şöyle konuştu:

“Gazze’nin nüfusunun yüzde 6’sı öldürüldü. Gazze’nin artık yüzde 6’sı yok. Yüzde 12’si yaralı ve öyle normal yaralı değil, kalıcı yaraları var. Filistin nüfusunun yüzde 90’sı evinden göç ettirildi. Bu zor ortam içerisinde insanlar yaşamaya çalışıyor. Bu savaşta İsrail güçleri basına karşı eşi görülmemiş bir savaş açtı. Bu, belki tarihin gazetecilere yönelik gördüğü en büyük baskı ve şiddettir. Bu savaşta 176 gazeteci öldürüldü. Hiçbir savaşta bu kadar gazeteci öldürülmemişti. Yüzlerce gazeteci ve basın çalışanı yaralandı, 100’den fazla gazeteci tutuklandı. 180 kurum ve medya ofisi yerle bir edildi. Gazze’de basın kalmadı. İsrail bunları yanlışlıkla yapmıyor, bilerek yapıyor çünkü gazetecilerin orada olmasını istemiyor. AB’den aldıkları destekle, elindeki aşırı güçle ölüm ve yıkım getiriyor.”

“Filistin’de gazeteciler düşman olarak görülüyor”

Gazetecilerin Filistin’de İsrail tarafından “düşman” olarak görüldüğünü ifade eden Tahravi, “Gazze’de ölen gazeteci çok ama hayatta kalanlar da işini rahatça yapamıyor. Bahsettiğimiz gazeteciler de insan, ailesi var, evi var, çocukları var. Çoğu gazetecinin evleri bombalandı, ailesi öldürüldü. Hatırlarsınız Al Jazeera muhabirinin çocukları öldürüldü, evi bombalandı ve kendisi de yaralandıktan sonra Gazze’den çıktı. Filistin’de internet yok, ulaşım yok, kolay iş yapmak imkansız çünkü her şey ilkel. Orada kalan gazeteciler bu görevi kutsal olarak gördükleri için yapıyor. Bu yalnız Gazze’de değil ya da 7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı saldırıya karşılık olarak yapılmıyor. 2 sene önce yine 2 muhabir öldürüldü. Demek istediğim, gazetecilerin orada bir düşman olarak görüldüğüdür” diye konuştu.

“Savaş devam edecek”

Filistin’deki savaşın kısa süre içerisinde bitmeyeceğini öngördüğünü belirten Tahravi, şu ifadeleri kullandı:

“Gazetecilik zor bir meslek, hele ki Filistin’de çok zor. Filistin’de gazeteciler ve insanlar ölürken kimse katillerden hesap sormuyor. Durum böyle olunca İsrail öldürmeye devam ediyor. İsrail, BM’nin kurallarını bile uygulamıyor çünkü baskı yok, arkasında emperyalist güçler var. Bu savaş hala devam ediyor, biteceğini zannetmiyorum. Birkaç hafta ya da birkaç ay daha devam edebilir. En azından ABD başkanlık seçimleri olana kadar devam edebilir. Bu demektir ki Filistinliler ölmeye devam edecektir. Ne yaparlarsa yapsınlar, Filistin halkı bu yolda olduğundan beri vazgeçmedi. Bizden teslim olmamızı istiyorlar, biz bunu yapmayacağız çünkü Filistin halkı haklı bir davanın çocuklarıdır.”

“Bizi proaktif gazetecilik kurtarabilir”

Geçmişte Türkiye’de “Barış gazeteciliği” için kurumların da çaba gösterdiğini aktaran ve dünyadan da örnekler ver Prof. Dr. Alankuş, “Hürriyet ailesinin içerisinde Doğan Yayın Grubu barış gazeteciliğini ilkeleri içine almıştı. Barış gazeteciliği savaş koşullarında çok zor ama bizi proaktif gazetecilik kurtarabilir. Filistin ve İsraillilerin yürüttüğü bir çalışmaya katılmıştım. Filistinli ve İsrailli gazeteciler çeşitli ortamlarda bir araya geliyorlardı. Barış için habercilik yapmaya çalışıyorlardı ve ortak bir zemin arıyorlardı. ‘Barış’ diye bir radyoları vardı ve ortak seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Sıcak savaş koşullarında bu devam ediyor mu bilmiyorum. Özellikle barış zamanlarında bunların örnekleri var. Kosova Savaşı’ndan bir örnek var. Kosova üzerinden Kosova’nın kime ait olduğunu tartışıyorlardı. Sıcak savaş ortamında bunun tartışılabilir olduğunu gösterdiler” dedi.

“Savaş ve spor gazeteciliğinin yaklaşımı aynıdır”

Savaş Gazeteciliğine benzer gazetecilik yaklaşımlarını aktaran Alankuş, “Biraz naif bulunduğunu söylediğim, çokça normatif olan ama hayata da geçirilebilir olan barış gazeteciliği nasıl yapılır’ a değinmeye çalışayım. Bu kavram 60’ların sonunda ortaya çıkıyor ve gazetecilik 2000’li yılların ortasını buluyor. BBC muhabiri 2 gazeteci, barış gazeteciliği kitabı çıkarttılar. Bu kitabı geliştirirken bir de el kitabı oluşturuyorlar. Mesela kitapta ‘savaş gazeteciliğinin spor gazeteciliği ile aynı yaklaşıma dayanıyor’ deniyor” diye konuştu.

“Barış gazeteciliği hak haberciliğinden ayrılmaz”

Barış gazeteciliğinin hak haberciliğinden ayrılmadığını söyleyen Alankuş, “Barış gazeteciliğin hak haberciliğinden ayırmıyorum. Her türlü gerilim, çatışma ve çoklu karşıtlıkların adil bir barışın sağlanması ve sürdürülmesi yönünde ve öteki merkezli bir çerçevede haberleştirilmesidir. Gündelik hayatımızda her türlü karşıtlık yaşıyoruz. Bunların hepsinin aslında öteki merkezli bir etik çerçevesinde yapılan habercilik demek istiyorum. Barışı savunmak gazeteciliğin sorumluluğudur. Sıcak savaşın ortasında Hares Gazetesi’nden birinin kalkıp da İsrail’i, kendi ordusunu eleştirebilmesini çok değerli buluyorum.Bir Türk-Yunan savaşı olsa bir gazeteci bunu yapmaya nasıl cesaret eder ya da başına ne gelir bilemiyorum. Hares’in sermaye yapısını bilmiyorum ama bunu söylediğine göre bağımsızdırlar. Barış gazeteciliğinin genel geçer gazetecilikten farklı bir haber değeri farkı vardır” şeklinde konuştu.

“Resmi kaynaklardan doğruyu öğrenemedik”

Savaş ve kaos dönemlerinde resmi kaynakların ve resmi kaynakları kullanan gazetecilerin yanıltıcı olabileceğini açıklayan Alankuş, şöyle konuştu:

“2021 yılında Türkiye aniden politika değiştirerek mültecileri Yunan sınırına sürdü. Orada insanlar şiddete uğradılar, çocuklar ve kadınlar özellikle mağdur oldu. O dönemde resmi kaynaklara gittiğinizde ‘biz kurtarmaya çalışıyoruz, onlar geri püskürtüyor’ diyorlardı. Yunanistan’daki arkadaşlarım fişek fotoğrafları gönderiyordu ve üzerinde Türk damgası vardı. O dönem bunu öğrenmek için deli oldum. Şunun eksikliğini duyduk, genel geçer haber yapanlar resmi kaynakları kullandığı için biz doğru ‘ne’ öğrenemedik. Kaynak kullanımı barış gazeteciliğinde çok önemli. Kuşkusuz görsellik kullanımı meselesi çok önemli, hangi görseli kullanacağız hangisini kullanmayacağız çok önemli.”

“Barış koşullarında da barış gazeteciliği yapılabilir”

Barış gazeteciliğinin sadece savaş koşullarında değil barış koşullarında da yapılabileceğini söyleyen Alankuş, şu ifadeleri kullandı:

“Etnik kimlik, cinsel yönelim konularında ayrım yapmamak bence barış gazeteciliğidir. Hak kullanımlarını, barış çözüm çabalarını haber yapmak, barış gazeteciliğidir. Gerginliğin patlamak üzere olduğu dönemde oturup da ‘bu sorun başka ülkeler de nasıl çözüldü’ sorusuna soran, gazetecilik barış gazeteciliğidir. Kıbrıs’ta “barış gazeteciliği” konferansı yapıp, Kıbrıslıları, Rumları bir araya getirip bunu gerçekleştirdik. Yaptığımız o konferansla her şey başladı demiyorum, orada barış gazeteciliği yapan insanlar vardı. 2 tarafın da kayıpları üzerine haber yapan gazeteciler vardı. 2 tarafın gazetecileri karşılıklı olarak birbirlerine ne diyecekleri üzerine bir rehber için çalıştı. Yunan gazeteciler oradaki ortak sözlere itiraz etti ve o rehber kullanıma girmedi ama başka şeyler kazandılar. 3 dilli gazete çıkartıyorlar, karşılıklı olarak birbirlerine sözlerini duyuruyorlar. Ortak radyo programları yapıyorlar ve ben Türkiye’den Kıbrıs’a bakınca bunları hiç görmeyen bir gazeteciliği ‘savaş gazeteciliği’ sayıyorum. Sıcak savaş koşullarında dahi bir şeyler yapılabiliyor ama savaşın olmadığı zamanlarda yapılabilenler de çok örnek alınabilir.”

Muhabir: ORÇUN BULDAÇ