İzmir Şehir Tiyatroları sanatçıları ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi serimizin 26’ncı konuğu, küçük yaşlardan bu yana sanatla iç içe büyüyen, her sanat dalına imrenerek bakarken; müzik ve oyunculuğu hayatının baş köşesine koyan bir isim oldu… Bahar Noktası’nın ‘Peri’si, Soytarılar Okulu’nun Çimdik’i Selen Şeşen ile söyleştik… Hayatta edindiği her deneyimin sahnede bir gün işine yarayacağını söyleyen Şeşen, “İçinden geleni yaptığında, hayatın seni götüreceği yerin hayallerinin de ötesinde bir yer olduğuna inanıyorum. Beni de buraya, tiyatroya getirdi…” diyor.

Seni tanıyarak başlayabilir miyiz? Selen Şeşen kimdir? Tiyatrocu olma hayali kurmaya ne zaman başladı…

1990 yılında İstanbul’da doğdum. İlk sahne deneyimim ortaokulda, okuldaki etkinlikler aracılığıyla oldu. Müsamerelerde yer alıyordum, bir müzik grubuna girmiştim. Ama ben o yıllarda voleybolcu olmak istiyordum ve bu sporla uğraşıyordum. Profesyonel bir takıma girmiş, bu hayalimin peşinden gitmeye çalışıyordum. Ancak bir antrenmana gitmeyince takımdan atıldım. Bunun hayal kırıklığı ile dolaşırken, antrenörüm bana, ‘Çok iyi bir voleybolcu olabilirsin ancak sen oyuncu olacaksın’ demişti. O yıllarda insanların sizi nasıl yönlendirdiği çok daha önemli oluyor. Kendinle ilgili iyi şeyler duyduğunda oraya doğru yönelmeye başlıyorsun. O dönem oyuncu olmak gerçek olarak aklıma düşmüştü ama çok da emin olamıyorsunuz tabii ki gelecekte ne yapacağınıza dair. Liseden mezun olana kadar oyuncu olmak istediğime ben de emin olamamıştım. Ardından konservatuvara hazırlık, bu mesleği yapsam mı, yapmasam mı git gelleri başladı.

Üniversite yıllarında karşınıza farklı yollar da çıkmış galiba değil mi? Hatta farklı bir bölüme de girmişsiniz önce. Ancak tiyatrodan kopamamışsınız… 

Liseden sonra önce matbaacılık bölümüne girdim. Sonrasında bunu istemediğimi anlayarak yarıda bırakıp Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nde eğitim almaya başladım. Aynı dönemde yine dışarda kimi tiyatrolarda çalışma fırsatı buluyordum. Akademik olarak oyunculuk eğitimi almak istediğimde babam, dışarıda yaptığım bu faaliyetleri durdurarak eğitimime odaklanmam gerektiğini söyledi. Bunu denedim ancak çok da uzak kalamadım. Yine dışarıda farklı tiyatrolarda deneyim kazanma fırsatı buldum. Bu nedenle kendimi üniversiteden mezun olmakla birlikte, kendileri de kabul ederse Kumbarıcı50’den de mezun olarak addederim.  

Yağmur olup üzerinize yağacak

Çeşitli tiyatrolarda çalıştığınızı söylediniz. Ne tür çalışmalarda yer aldınız, hangi oyunlarda ve tiyatrolarda gördü sizi izleyici?

Güzel Sanatlar’a girmeden önce AZOT ile doğaçlama gösteriler yaptık. Nevzat Süs ve Müge Saut’tan dersler alıyordum. Onların davetiyle ‘Zengin Mutfağı’ oyununda reji asistanlığı yaptım. Çok geliştirici bir süreçti bu benim için. Güzel Sanatlar sürecinde Altıdan Sonra Tiyatro’nun sahnesi Kumbaracı50’de önce gönüllü çalıştım. Hocam, Yiğit Sertdemir Uluslararası Tiyatro Festival’ine ‘Dertsiz Oyun’ isimli bir oyun hazırlayacaklarını ve benim de aralarında olmamı istediğini söyledi. 2012’de yaptığımız o oyunla beraber Altıdan Sonra Tiyatro ile profesyonel sürecim başladı. Bahçelievler Belediye Tiyatrosu, DasDas, Moda Sahnesi, Tiyatro İs, Alt Kat Sanat’ta, bir yandan barda çalışırken, kurduğumuz MASK’OT doğaçlama ekibiyle gösteriler yaptık. Sorunun biraz dışına çıkacağım ama o dönemde Sündüz Haşar, Ümit Aydoğdu, Kemal Aydoğan, Volkan Sarıöz, Cenk Hakan Köksal, Wilhelm Schenck, Ömer Erzurumlu ile tamamen farklı işlerde çalışmış olmayı mesleki olarak çok değerli buluyorum. Chekhov Atölyesi’nin yürütücüsü Ulrich Meyer, ‘Bu atölyede gösterdiklerimizi sürekli kullanmayacaksınız. Ancak ihtiyaç duyduğunuzda yağmur olup üzerinize yağacak.’ demişti. Bilgi, deneyim ne olursa olsun, kesemizi ne kadar doldurursak, rol çıkarırken işimiz o derece kolaylaşıyor sanki.

Bir enstrümanla dünya yaratıyorsunuz

Bir yandan müzisyenlik de yapıyorsunuz. Son olarak ‘Soytarılar Okulu’ oyununun müziklerini Deniz Gürzumar ile birlikte bestelediğinizi biliyorum. Müzik, hayatınızın neresinde duruyor?

İnsanların bu sanat için ne kadar emek harcadığını bildiğim için ‘Müzisyenlik yapıyorum’ diyemem ama bir oyuncuya yetecek kadar onunla iç içe olmaya çalışıyorum. Müzik bana yol gösteriyor ve cesaretlendiriyor. Her zaman da hayatımın içindeydi sanırım. Henüz beş yaşındayken, ablam ve rahmetli kuzenim Serhan için, babamlar bir çocuk şarkıları albümü yapacaktı. Kayıt sürecinde ben de stüdyodaymışım ve oyalanmam için back vokal yapmamı istemişler. Bakmışlar hemen ezberleyip söylüyorum; yaşım çocuk şarkılarına daha uygun olduğu için, albümde benim söylememi tercih etmişler. En azından müzik kulağım varmış. Keman, piyano ve gitar dersleri almıştım ama sabırsız davrandım. Ancak sonraki süreçte, özellikle tiyatro serüvenim başladıktan sonra hem müzik sevgim hem de mesleğimin getirisiyle daha azimle üzerine düşmeye başladım. Kumbaracı50’de ‘Yalınayak Müzikhol’de Burçak Çöllü ile çalışmıştık. Burçak, oyuncuyu motive ediyor.  Oyunun çalışma sürecinde verdiği destekle sadece bana değil tüm oyuncu arkadaşlarıma cesaret verdi. Boyutları nedeniyle daha rahat taşınabilmesi ve onu çalarken şarkı söyleyebiliyor olmamdan dolayı ukulele çalmak istediğime karar verdim. Amcama bunu istediğimi söyledim, o da destek verdi. Bir süre çalışıp kendimi geliştirdikten sonra, Moda Sahnesi’nde Kemal Aydoğan’ın gerçekleştirdiği bir çalışmanın seçmelerine ukulelemle girdim. Ayağımda paten, elimde ukulele seçmelere katıldım. Küçücük bir enstrümanla bir dünya yaratabiliyorsunuz sahnede. Bu, benim çok sevdiğim bir şey. 

Helal olsun arkadaşım

Geçmişten bugüne gelene kadar yürüdüğünüz yola baktığında ne hissediyorsunuz? O tiyatrocu olmaya karar veren küçük kıza ne söylemek istersiniz?

Depremzedeler için hazırladığımız oyunda bir cümle var, ‘Bir şey yapmak istemek kolaydır. Ne yapmak istediğini bulmak da neye yeteneğin olduğu da önemlidir...’ diye. Aslında tam bu şekilde gelişti galiba. İçinden geleni yaptığında, hayatın seni götüreceği yerin hayallerinin de ötesinde bir yer olduğuna inanıyorum. Beni de buraya, tiyatroya getirdi… Ne kadar güzel. Kumbaracı50’de oyuncu olmak örneğin, tam olarak böyle bir süreçti. Bu tiyatro kapatılıyordu az kalsın, onlar için ne yapabilirim diye düşünerek yanlarına gitmiştim ve gönüllü olarak yaptığım bu iş bana, kariyerimde önemli adımlar attırdı. Bu nedenle Küçük Selen’e, ‘Gönlünden geçenleri yapmışsın, helal olsun arkadaşım’ diyorum…

İzmir’e geliş süreciniz nasıl oldu peki? Nasıl bir hayalle yola çıktınız ve adımlarınız sizi buraya getirdi?

Pandemide çoğu iş durdu. Online işler veya reklamlarla geçindik. Farkındalık da oldu elbet; başka işler de yapabilirdik. Ben o süreçte şekersiz jelibon yapıp sattım örneğin. Bu dönemde gerçekten ne istediğimizi düşünecek çokça vaktimiz de oldu. Ben kesinlikle tiyatro yaparak, rahat bir şekilde geçinmek istediğimi anladım ve pandemi sürecinde kurulan, mesleki olarak bana da uygun olacağını düşündüğüm İzmir Şehir Tiyatroları’na başvurdum. Bu kente ilk geldiğimde, İstanbul’dan da daha önce temelli hiç çıkmadığımdan biraz zor oldu ama hem edindiğimiz dostluklar hem de buraya gelirken yola çıkmamızın nedeni olan ‘tiyatro’ bunları aşmama yardımcı oldu.

İzBBŞT, ikinci sezonunu muhtemelen kapalı gişe tamamlayacak… Bu sezon ve İzmir’de size eşlik eden tiyatroseverlerle ilgili ne söylemek istersiniz?

İlk başladığımızda İsmet İnönü Sahnesi hazır değildi. Oyunlarımızı El Hamra ve İzmir Sanat Sahnesi’nde oynuyorduk. İsmet İnönü Sahnemiz açıldığından bu yana seyirci ile aramızda kurduğumuz bağ çok daha güçlendi. İnsanlar bizi ve şehrinin tiyatrosunu daha fazla tanımaya başladı. Seyircilerimiz, bizi sosyal hayatta da gördüğünde tanıyor artık. Bizi gördüklerinde verdikleri tepkiler çok değerli olmakla birlikte, ne kadar dikkatli olduklarını da gösteriyor.  Tiyatromuz tanındıkça, oyunlarımız seyredildikçe bir oyunda kullandığımız kimi replikler ile şakalara başka oyunlarda referans verdiğimizde seyircimiz hemen anlıyor. Demek ki artık bir kültür oluşturmaya başlamışız, seyircimiz buna izin vermiş ve bizi sahiplenmiş. Ne kadar değerli…

Bir anıyla gönderebiliyoruzdur

Bahar Noktası oyununda ‘Peri’ karakteriyle rol alıyorsunuz. Bu oyun tiyatro izleyicileri için diğer pek çok Shakespeare oyunu gibi önemli bir yere sahip. Oyun ve rolünüzle ilgili neler söylemek istersiniz?

Kurucu Genel Sanat Yönetmenimiz Yücel Erten’in daha önce sahneye koyduğu bir oyun bildiğiniz gibi. Bu yüzden başta, oyuncu olarak bir miktar gergin bir şekilde, “Bizden beklenti öncekiyle karşılaştırılarak mı olacak?”, diye düşündük. Ancak zaman geçtikçe bu kaygımız yerini rahatlamaya bıraktı.  İlk “Peri”, sahnemiz Sonay Eren ile ve Sonay şahane bir çalışma arkadaşı. Dışarıdan nasıl gözüktüğünü bilmiyorum ama çok eğlenerek oynuyoruz. İkimiz de dans etmeyi seviyoruz, ufak bir koreografi ekledik sahnemize. Yine tüm rol arkadaşlarımızın sesi oldukça güzel, repliklerin bir kısmını melodilendirdik. Dolayısıyla çalışırken bir oyuncu olarak kendimi çok özgür hissettim. Shakespeare’in dili bir de Can Yücel’in diliyle buluşunca, anlaşılması zorlaşıyor belki ama kendi bedeninizle yarattığınız dünyada, bu değerli oyunu çok daha anlaşılır kılabiliyorsunuz. Rejinin ve biz oyuncuların cebindekileri ortaya koyma süreci verimli oldu. Seyircinin tepkilerinden de anladığımız kadarıyla iyi bir iş ortaya koyduk, tüm ekip. Umarım seyircilerimizi cebinde bir cümleyle, bir anıyla gönderebiliyoruzdur.

Soytarılar Okulu’nda da ‘Çimdik’ rolünü oynuyorsun. Dışarıdan baktığımızda seni bu oyunda çok şevkle ve istekle oynarken görüyoruz. Çocukları tiyatro ile buluşturan bu oyunda rol almak sana nasıl hissettiriyor? 

Soytarılar Okulu aslında profesyonel clownlar (palyaço) için yazılmış bir tiyatro oyunu. Clown eğitimini hepimiz almadığımızdan, ortak bir dil yaratmak adına, hepimizin bildiği yerden, oyuncu benliğimizle baktık metne; yardımcı yönetmenimiz Ceren Demirel clown bilgisiyle çok destek attı, yönetmenimiz Burak Şentürk cebimizdeki “aptal, naif, kibirli clownlıklarımızı” dökmemiz için yol açtı ve elimizdeki oyuncaklarla, kendi yeteneklerimiz dahilinde bir dünya kurduk. Dolayısıyla çok eğlendik ve bu da sanırım çocuklara yansıyor. Eğlenen birini görünce de gülümseriz; çok eğleniyorum.

Selen Şeşen'in EN'leri

  • Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Tiyatronun ötekileştirilmediği, insanların sosyal hayatlarına çok daha fazla entegre olduğu günlerin hayalini kuruyorum. 

  • Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu? 

Birden fazla söyleyebilirim sanırım burada. Soytarılar Okulu’nda ‘Çimdik’, Dertsiz Oyun’da ‘Sergen’, Fırtına’da ‘Ariel’… 

  • Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

İçinden Tramvay Geçen Şarkı oyununda oynamak isterim…

  • Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir? ‘Keşke bu isimle aynı sahnede olsam’ dediğiniz kişi kimdir?

Ferhan Şensoy ile oynamayı çok isterdim. Oyuncu olmasa da, Harold Pinter’ın yazdığı bir oyunda, kendisiyle birlikte çalışmak isterdim. 

  • Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir? 

İsim değil de; kediler ve çocuklar… Çünkü ortamda kedi veya çocuk varsa sadece onları seyrediyoruz.



 

Editör: Duygu Kaya