Hazırlayan: Turan HORZUM
Direnç gösterip dik duranlar, inançlarına tutunanlar, karanlıkta yol bulanlar, çıngı çıngı parlayarak geleceğe aydınlık taşıyacaklar.
Fişlenen 1 milyon 683 bin yurttaş...
Gözaltına alınan 650 bin “zanlı”...
90 güne varan gözaltı sürelerinde işkenceden öldüğü belgelenen 171; kuşkulu bir şekilde ölen 300 insan...
Yargılanan 230 bin kişi...
İdamı istenen 7 bin “sanık”...
“Sakıncalı” bulunarak işinden atılan 30 bin çalışan...
Öğrencilerinden koparılan 4 bin öğretmen, 120 öğretim üyesi...
Bir gecede suçlu ilan edilen sendikacılar...
Kitapları yakılan yazar ve ozanlar...
Her biri, 12 Eylül darbesinin üzerine atılan örtünün bir ucunu açıyor. Çünkü her biri birer aydınlanma neferi... İşkence tezgâhlarında bile inandıkları değerlere sırt çevirmediler. Kimisi ailesinden, kimisi işinden, kimisi ülkesinden, kimisi canından oldu...
Türkiye’de felaketler çok yaşanmıştır. Ama bu felaketlerin içinde 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yeri ayrı. Çünkü tüm toplumun yeniden dizayn edildiği, başka bir dünya mümkün diyenlere topyekûn bir karşı saldırının başlatıldığı tarihtir 12 Eylül. Ama garip bir atmosfer de yaratmıştır: Bir taraftan tüm özgürlükler askıya alınır, demokrasi kelimesi bile sakıncalı hale gelirken, diğer taraftan tüketim toplumunun yarattığı özgürlük yanılsaması da tüm kültürel alanı etkilemiştir.
12 Eylül sonrası edebiyat dünyası da bu etkinin izlerini taşıdı. Gerçek anlamda anı ve kurmaca metinlerle karşılaşmak için 2000’li yılları beklemek gerekti. Zülfü Livaneli, Çetin Altan, Mehmet Eroğlu, Erdal Öz, Vedat Türkali gibi yetkin yazarlar, o dönemi birebir yaşamanın getirileri ile önemli metinlere imza atmışlardır. Murat Uyarkulak, Ece Temelkuran, Kaan Arslanoğlu gibi daha genç kuşak yazarlar da 12 Eylül’ü anlatan yetkin romanlara imza atmışlardır.
Ne var ki bellek unutmaya ve unutturulmaya öyle yatkın ki, toplumu derinden sarsan 12 Eylül darbesi yeterince ve gerçek anlamda edebiyatta işlenememiştir.
Ali Gültekin, Abluka adlı kitabıyla 12 Eylül’ü yeniden anımsattı bizlere. Belki de belleğimizi yeniden aydınlattı, unutmamamız ve yeniden yaşamamız adına.
Abluka üç bölümden oluşuyor: 12 Eylül Günleri, Zorunlu Göçler, Mülteci Yaşamlar. Her bölümde geçen karakterler (kahramanlar da denilebilir) içimizden birileri. Acı çekip teslim olmayan, her koşulda mücadele edenler.
Ali Gültekin’in bu eserine anı-roman diyebiliriz. Anlattıkları gördükleri, duydukları ve yaşadıklarına dayanıyor. Ancak Gültekin bunu öyle yapıyor ki, kurmacanın olanaklarından da yararlanıyor. Okuyucu sadece bir dönemin anlatıldığı düşüncesine kapılmıyor. Dönemle birlikte hikâye kurgusu içinde gerçekle duyguyu harmanlayıp akışkan bir anlatı yaratıyor. Bu akışkanlık ve samimi dil, oylumlu bir yapıtı elimizden bırakmadan okumamızı sağlıyor.
Kitabın adı sıkışmışlığı, zincirlerle kapatılmışlığı çağrıştırsa da içeriği “Faşizme Ölüm, Halka Hürriyet” haykırışıyla aydınlığı, yılmamayı anlatmaktadır.
Ali GÜLTEKİN
ABLUKA
Dorlion Yayınları
***
Hazırlayan: Turan HORZUM
Erinç Büyükaşık’tan iki çarpıcı eser: Toplumun karanlıklarına ve edebiyatın derinliklerine yolculuk
Edebiyat dünyasında farklı temalarla adından söz ettiren Erinç Büyükaşık, Cinnet Meselleri ve Yazının Yol Haritası adlı iki eseriyle okurlarını toplumsal karanlıkların ve edebi derinliklerin keşfine davet ediyor. Bu iki kitap hem bireysel hem toplumsal meselelerle yüzleşmeyi, cesur anlatıları ve edebiyatın farklı yüzlerini aynı potada buluşturuyor.
Cinnet Meselleri: Toplumun karanlık köşelerine tutulan bir ayna
Cinnet Meselleri, modern dünyanın sessiz çığlıklarını ve bastırılmış isyanlarını gözler önüne seren bir eser. Erinç Büyükaşık, karakterlerinin karmaşık iç dünyalarına cesur bir şekilde girerek, insanın kendiyle yaptığı o derin hesaplaşmaları sarsıcı bir şekilde anlatıyor. Bu hikâyeler, sadece bireysel bir boğulmayı değil, toplumun karanlıkta kalan gerçeklerini de ele alıyor. Kitap, insan ruhunun sınırlarını zorlayan bu karanlık yolculuğuyla, okurlarını her satırda sorgulamaya davet ediyor.
Yazının Yol Haritası: Hakikatin izinde edebi bir yolculuk
Yazının Yol Haritası, edebiyatın gücünü ve derinliğini ortaya koyan etkileyici bir eser. Erinç Büyükaşık, okurlarıyla birlikte post-truth çağının belirsizliğinde hakikatin izlerini sürüyor. Latife Tekin, Virginia Woolf, Ferit Edgü ve Bilge Karasu gibi ustaların eserlerinden ilham alarak, büyük anlatıların içinde gizlenen gerçekleri açığa çıkarıyor. Bu kitap, edebiyatın yalnızca bireysel bir kaçış değil, aynı zamanda toplumsal bir aydınlanma aracı olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Onun Öykülerinde “Öteki”yi Tanımlamak
Erinç Büyükaşık’ın öyküleri, toplumun görmezden geldiği, susturduğu ya da bastırdığı bireylerin sesini duyuruyor. Cinnet Meselleri ve Yazının Yol Haritası’nda, hem bireyin hem toplumun “öteki”ye bakışını derinlemesine sorgulayan bir yazarla karşı karşıyayız. Büyükaşık, yalnızca toplumsal rollerin dışına itilmiş karakterlerle değil, aynı zamanda edebiyatın sınırlarını zorlayan anlatı teknikleriyle de fark yaratıyor.
Bu iki eserle, Erinç Büyükaşık sadece bir yazar değil, okurlarını insana, topluma ve edebiyata dair yeni sorular sormaya teşvik eden bir anlatıcı olarak dikkat çekiyor. Eserleri, karanlığa cesaretle yaklaşanlar için kaçırılmayacak birer davet.
Erinç Büyükaşık
Cinnet Meselleri-Mimas yay.
Yazının Yol Haritası- Mimas yay.
***
Anne Baba Kütüphanesi
Hazırlayanlar: Doç. Dr. Ümüt Arslan/ Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın/ Psikolog Seray Bingöl
Mutluluğun varılacak yer değil, yolculuğun kendisi olduğunu unutmayın. Yolculuktan keyif almak için yola çıkmadan önünüzü görmeniz gerekir.
Tolstoy’un Bisikleti, bireylerin mutluluk ve yaşam doyumuna ulaşma yolculuğunu ele alan, kişisel gelişim odaklı bir kitaptır. Kitap, ismini, Tolstoy’un 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenme hikâyesinden alır. Bu sembolik hikâye, değişim ve öğrenmenin yaşı olmadığı mesajını verir ve "hiçbir şey için çok geç değildir" anlayışını vurgular. Kitap, okurlarını mutluluğu büyük hedeflerle ilişkilendirmekten vazgeçmeye, anı yaşamaya ve küçük adımlarla ilerlemeye teşvik eder.
Eser, pozitif psikoloji çerçevesinde, bireyin yaşamda anlam arayışını, öz-yeterliliğini geliştirmesini ve küçük alışkanlıkların uzun vadede yaşam doyumunu artıracağını savunur. Tolstoy’un bisiklet öğrenme hikâyesi, çevresel yargılara rağmen bireyin kendi sınırlarını aşma cesaretini gösterir ve mutluluğun yalnızca büyük başarılardan değil, küçük değişimlerden ve kişisel farkındalıktan kaynaklandığını anlatır.
Kitap, bireyin geçmişle yüzleşip anı yaşayarak geleceğe yönelmesini önerir. Kitapta yaşamın zorluklarına karşı dayanıklılık geliştirmek gerektiği anlatılır. Tolstoy’un Bisikleti, insanların içsel yolculuklarını başlatmaları gerektiğini ve mutluluğun dışsal faktörlerden değil, bireyin içsel dünyasından geldiğini savunur. Yazar, öğrenilmiş çaresizlikten kurtulup, küçük adımlarla başlayan yeni alışkanlıkların, öz-yeterlilik ve özgüven geliştirmeye yardımcı olacağını ifade eder.
Tolstoy’un Bisikleti, bireyleri kendi yaşamlarında anlam arayışına yönlendiren, basit ama etkili değişimlerle hayatlarını dönüştürmeye davet eden bir rehber niteliğindedir. Kitap, yaşamı büyük hedeflere değil, küçük anlara ve günlük çabalara odaklanarak anlam kazandığını savunur ve her bireyin kendi mutluluğunun mimarı olduğunu hatırlatır.
Tolstoy’un Bisikleti, Umut Esen, 200 Sayfa, 2019, Sola Unıtas Yayınları
***
Hikâyelerin Büyüsü
DAYANIŞMA
O sabah keder yine iş başındaydı. Rıfat’ı birkaç hamlede sildi, yok etti. Rıfat bu hâlde kitapçıyı açmak istemedi. Sokaklarda ne yapacağını bilmeden dolaştı. Küçük bir parkta iki liseli çocuğun pankart hazırladığını görünce durup onları izledi. Çocuklar büyük, beyaz bir bezi yere yaymış, sloganlarını yazıyorlardı. Neşeli ve heyecanlıydılar. Rıfat, ne yazdıklarına baktı: SAVAŞTA BARIŞTA KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR. Yaşamak kederinin silip görünmez kıldığı bir adam olarak, Rıfat’a bu açık sözlülük iyi geldi. Çocuklarla birlikte miting alanına yürüdü. İki liseli pankart açtıklarında, ortalarında hiçlikten geliyormuşçasına yavaş yavaş beliren iri yarı adamı yadırgamadılar. “İşte biri daha katıldı aramıza,” dediler. İki kişiydik, şimdi üç olduk.
Seyrel Yağmur
Barış Bıçakçı
***
Yazarın Büyüsü
İyi bir roman okuduğumda hep yazarının –Coetzee gibi– ne yapmak istediğini bildiği hissine kapılıyorum. Aslında tamamlanmış her yapıtın bu hissi duyuracağı söylenebilir. Belki Coetzee de bu romanı yazarken ne yapmak istediğini bilmiyordu. Olabilir. Ama ben yazarken ne yaptığımı o kadar bilmiyorum ki, okuduğum bütün yazarların ne yapmak istediğini bildiği hissine kapılıyorum. Kendi çizgimiz kesiklidir ama başkalarının çizgisi, baktığımız yere bağlı olarak, kesiksiz görünür: Coetzee romanını yazarken her an Coetzee’dir, ne yazdığının farkındadır. Bense yazarken ne yazdığımın arada sırada farkında oluyorum.
Barış Bıçakçı