YAREN KANTARCIOĞLU/ İZ GAZETE 1972, Edirne doğumlu olan şair ve edebiyat öğretmeni Özlem Tezcan Dertsiz ile edebiyat hayatının nasıl ilerlediğini kendisinin deneyim ve gözlemlerini konuştuk.
Bir öğretmen olarak pandemi sürecindeki eğitim durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğitim etkileşim içerir. Bir bakışın, göz temasının, jestlerin, mimiklerin önemi büyüktür. Uzaktan eğitimi plastik çiçeklere benzetiyorum. Renksiz, kokusuz, cansız… Böyle bir süreçten geçmek öğretmen için de öğrenci için de çok yıpratıcı. Pek çok uyaranın olduğu evlerde eğitim vermek ya da eğitim almak hiç hoş değil. Ama ne yazık ki bunu da görecekmişiz.
Bir programda ‘’ Toplumda gördüğümüz şiddet sanatsızlıktan kaynaklanıyor’’ demişsiniz. Bu cümleyi biraz daha açar mısınız?
Sanatı, eğitimin tam ortasına yerleştirmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Öğrencilere dört seçenek verip birini seç deyip duruyoruz. Oysa onların içinde harika notalar, muhteşem resimler, olağanüstü öyküler var. Matematiği hiç yapamayan bir öğrencinin tiyatro sahnesinde harikalar yarattığını gördüm. Uyumsuz deyip kenara attığımız birinin dansa olan aşkını gördüm. Biz ne yapıyoruz? Resim, Müzik, Teknoloji Tasarım derslerini öteliyoruz. Yok sayıyoruz. Oysa öğrenciyi rehabilite edecek, içindekini ortaya çıkaracak olan dersler bunlar. Kompozisyon yazarken sözsüz müzik dinletirdim öğrencilerime. Bambaşka şeyler çıkardı ortaya. Ya da ünlü bir ressamın tablosuna bakıp yazmak, ufuklarını genişletirdi.Öğrencinin sınava hazırlandığı yıllarda kitap okumasına karşı çıkanlar var bir de. Okumak da eğitimin en önemli parçası olmalı. Kitap okumak başka hayatları tanımak, onlara saygı duymak demek. İçimizdeki şiddeti arındırmak demek. Şiddet içeren çizgi filmler, diziler, bilgisayar oyunlarının panzehiri de kitap. Yaş düzeylerine uygun kitaplar okutmak, onlar hakkında tartışmak, yazarlarıyla tanışmak, öğrencinin kişiliğini belirlemede olumlu ve büyük bir rol oynayacaktır. Kocaman kütüphaneler, tiyatro salonları, çalışma atölyeleri, açık kapalı spor salonları var hayalimdeki okulda.
Genç kuşakların şiir ve edebiyata olan yönelimi nasıl, öğrencilerinizden yola çıkarak yanıtlayabilir misiniz ?
Genç kuşakları biraz şanssız görüyorum. Sanal dünyanın içine doğuyorlar. O kadar çok çeldirici var ki, şiire, öyküye dikkat çekmek bilinçli anne baba ve öğretmenlere kalıyor. Tabi bir de bu kuşağın ne istediğini bilen ve anlayan yazarlara da çok iş düşüyor. Ben bildiğim gibi yazarım diyemiyorsunuz. Çocukları, gençleri anlamak ortak bir yol bulmak gerekiyor. Hele ki bu çağda bunu yapmak zorunluluk gibi. Gençleri zehirli sanal sarmaşıkların elinden kurtarmak gerekiyor.
Edebiyat dünyasına baktığımda emin adımlarla ilerleyen genç şairler, yazarlar görüyorum. Dünya var oldukça edebiyat da olacak görüşümü perçinliyor bu. Ya da bilmiyorum, bu görüşe sığınmak istiyorum. Şiir ki, en başından beri var. Öyleyse “ölür, ölür, dirilir” diyelim onun için.
Şiirlerinizde toplumsal konulara ve kadınların yaşadığı sorunlara yer veriyorsunuz. 155 yazar ve şair kadın İstanbul Sözleşmesi hakkında ortak bildiri yayınladı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, destekliyor musunuz?
Sonuna kadar kadın ve erkeğin yan yana yürümesinden yanayım. Cinsiyet ayrımcılığına hep karşı oldum, bundan sonra da karşı olacağım. Bu konuyla ilgili yapılan her hareketi, atılan her adımı destekliyorum. 155 kadının da arkasındayım. İstanbul Sözleşmesi tam anlamıyla uygulanmalıdır artık. Kadına yapılan kıyıma gerçekten tahammülümüz kalmadı. Her şiir kitabımda kadına şiddetle ilgili şiirler var. Keşke yazdıklarım eskiseydi. Keşke “ bu şiir neden söz ediyor böyle” diyebilseydik. Ama maalesef öyle değil. Şiddetin sonu gelmiyor.
Günümüzde nitelikli bulduğunuz şairler, bize önerebileceğiniz kitaplar var mı ?
Günümüz şairlerinden söyleyebileceğim çok isim var. Günümüzü okumaya adım adım yol alırken Nâzım’ı, Dağlarca’yı, Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı, Gülten Akın’ı, Sennur Sezer’i… okumuş olmak gerek. Hatta Yunus Emre’yi, Mevlâna’yı, Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu, Pir Sultan Abdal’ı… Günümüzden de bir dolu isim var. Ama birini bile unutursam üzülürüm. O yüzden genç şairlerimizden Neda Olsoy ve Çağın Özbilgi adlarını anayım.
Öykü, roman ve çocuk edebiyatına olan ilgi arttı, yayınevleri ağırlıklı olarak bu kitapları basıyor ve şiir kitabı basmamaya özen gösteriyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz ?
Ahh… Çocuk kitapları da olan birisi olarak bu durum beni çok üzüyor. Şiir, bir çocuğun hayal dünyasını körükleyecek, ona ritim duygusu kazandıracak en önemli edebiyat türü aslında. Ama yayınevleri ne çocuklara ne büyüklere şiir kitabı basmak istiyor. Bunun nedeni şiir kitaplarının satılmaması olarak gösteriliyor. Bunun sonucu da çocuklar, gençler yeni şiiri tanıyamıyor. Oysa şiirle beslenen çocuk, kendine özgü, şiddetten, kavgadan uzak bir yol tutturuyor hayatta. Şiire gönlünü veren gençlerden kimseye zarar gelmiyor. On bir on iki yaşlarına Asım Bezirci’nin bir söyleşisine katılmıştım. “Edebiyatı seven insan başka insanlara zarar vermez.” deyişi hâlâ kulaklarımdadır. Ne yazık ki Asım Bezirci edebiyatı sevmeyen, tahammülsüz, farklılıkları kabul etmeyen hainler tarafından hunharca katledildi.
Şiir kitaplarınızın yanı sıra çocuklar için yazdığınız hikâye kitapları var. Çocuk hikayeleri yazmaya ilginiz var mıydı yoksa bunda çocuklarınızın mı etkisi oldu, nasıl başladınız ?
Çocuk kitapları yazmak hem öğretmenlik hem de anneliğin bir sonucu oldu. Yıllarca dersliklerde yaşadıklarımın unutulmasını istemedim. Ya da kızımın dört yaşındayken “Anne, gökkuşağını ellersek elimiz renklenir mi?” sorusunu boşluğa bırakmamalıydım.
Biraz da modern çağın, yetişkin edebiyatının zorluğundan, karamsarlıklarından kaçıp, çocuk edebiyatının heyecanlı, duru, güneşli dünyasına sığınmak istedim. Çok da iyi geldi bana. Çocuk okurla iletişim halinde olmak muhteşem bir şey.
Son kitabınız geçen yıl mart ayında yayınlanmış. Yeni bir kitap hazırlığınız var mı, önümüzdeki zamanlarda bir kitap çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Önümüzdeki günlerde bir ilk gençlik romanıyla bir çocuk romanım yayımlanacak. Heyecanla bekliyorum. Şiir dosyamı da hazırlıyorum. Ama sanırım o biraz daha zaman istiyor.
Tüm dünyayı etkileyen bu pandemi sürecinden siz nasıl etkilendiniz? Şiir ve edebiyatla aranızdaki bağ bu süreçte nasıldı ?
Salgın sürecinden pek çok kişi gibi olumsuz etkilendim. Bir anda evin içerisinde kalmak, dışarıda anlaşılmaz bir tehlikenin olması, ne yapacağını bilememek… Sanki bir korku filminin içinde kalmış gibiydim. Bu dönemde yaptığım en iyi şey okuma sürecimi daha da hızlandırmak oldu. İnsan her kaba giriyormuş gerçekten. Bu sürece de alıştık. Yeni çağın savaş durumu bu bence… Bir an önce bitsin istiyorum.
Öğretmenlik yapıyorsunuz ve aynı zamanda 2 tane çocuğunuz var. Çalışırken ve evinizle ilgilenirken şiir yazmaya ne kadar vaktiniz kalıyor, bunun için nasıl zaman üretebiliyorsunuz ?
Zamanınızı çok iyi kullanmak gerektiğini bilmek, kişiyi motive ediyor, canlı kılıyor. Öğretmenlikten bir yıl önce emekli oldum. Ama annelikten emeklilik olmuyor tabi. Oğlum otizmli, çok zaman istiyor. Kızımın büyümesini de kaçırmak istemiyorum. Buna rağmen eşimle de paslaşarak okumaya, yazmaya, etkinliklere gitmeye zaman bulabiliyorum. Makarnayı karıştırırken kitap okuduğum, evdeki gürültüyü duymayıp yazmaya odaklandığım zamanlar çok olmuştur. Şikâyet etmenin hiçbir işe yaramadığını çoktan öğrendim. Onun yerine bulduğum her fırsatta eyleme geçiyorum.
Öğretmenlik yapıyorsunuz ve aynı zamanda 2 tane çocuğunuz var. Çalışırken ve evinizle ilgilenirken şiir yazmaya ne kadar vaktiniz kalıyor, bunun için nasıl zaman üretebiliyorsunuz ?
Eğitim sürecinin canlı bir ortamı sevdiğini biliyorum. Tabi okulların açılmasından yanayım. Ama… İşte bu “ama” beni arada bırakıyor. Sağlık her şeyden daha önemli. Bir öğrenciye, bir öğretmene zarar gelmesi söz konusu olacaksa fikrim değişir. Her şey çok iyi düşünülüp enine boyuna hesaplanmalı. Ben de sonucu merakla bekliyorum.