NİL KAHRAMANOĞLU- TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Toprak, İzTV’de yayınlanan Nil Kahramanoğlu ile Gündem Özel’in konuğu oldu.

Türkiye’deki gıda güvenliği konusuna değinin Toprak, ekonomik sıkıntıların yurttaşın gıda ulaşımını olumsuz etkilediğini söyledi. Ekonominin bozulmasının domino taşı etkisi yarattığının altının çizen Toprak, “Kamucu tarım politikalarına dönmediğimiz, insanları eğitmediğimiz sürece yoksunluk ve yoksulluğu konuşmaya devam edeceğiz. Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmek her yurttaşın hakkı” dedi.

AB’den iade edilen tarım ve gıda ürünleri var. Hangi nedenlerle dönüyor?

Başta tarım zehri denen pestisit yüzünden dönüyor. Öte yandan özellikle kurutulmuş ürünlerde sıkça görülen afratoksin ve okratıksin dediğimiz maddeler nedeniyle iadeler yapılıyor. Özellikle kuru incir, kuru üzüm, fındık, pulbiber gibi birçok üründe bu maddeleri görüyoruz. Fındık, kuru incir de ülkemiz için marka değeri yüksek ürünler. İlk iki sıra genellikle bunlardan kaynaklı oluyor. Bir de ambalaj vs. hatası nedeniyle oluyor. Son dönemde bu artış var. Neden bu ürünler geri dönüyor? Bunu sorgulamak lazım. AB’nin vatandaşının korumak için kurduğu bir sistem var. Sizin analizlerinizi kabul etmeyip, güvenmeyip kendi yapıyor. Çünkü pestisit bizim kabul edebileceğimiz bir ürün değil. Aslında agroekolojik bir tarım yapmamız gerekiyor. Ancak bu uzun süreç isteyen bir sistem olduğu için tercih edilmiyor. 

Şeffaflık yok

Ürünlerin akıbeti ne oluyor? İç piyasaya mı sürülüyor?

Maalesef bir şeffaflık yok. Böyle olunca da yurttaşın kafasında bir soru işareti oluşuyor. Aslında bazı ürünler geri dönmeden, gittiği yerde imha ediliyor. Ancak burada bir bilgi eksikliği var. Ürün gönderdiğiniz ülkenin kriterlerini bilmeniz gerekiyor, nelerin yasak olduğunu bilmek gerekiyor. Ona göre ürün üretip göndermeniz gerekiyor. Burada ciddi bir eksik var. Ya imha ediliyor ya da geri gönderiliyor. Her ülkenin mevzuatı farklı, özellikle üçüncü dünya ülkelerinde bazı kriterler aranmayabiliyor. O yüzden AB’ye kabul edilmeyen ürünler direkt buralara iletilebiliyor. Öte yandan bu iadeler ülke imajını da ciddi oranda zedeliyor. İç piyasaya kesinlikle sunulmuyor demek de pek mümkün değil.

Neden sadece yurt dışından dönen ürünleri sorguluyoruz? İç piyasadaki ürünleri neden denetleyip, sorgulamıyoruz?

Görmediğimiz şeyler vicdan teşkil etmeyen şeyler olduğu için düşünmediğimiz şeyler yokmuş gibi geliyor. Sorgulamayı çok sevmiyoruz. Taklit tahşiş listeleri yayınlanıyordu ancak çok uzun aralıklarla açıklandığı için eleştiriyorduk. Bakanlık da 1 Ekim’den itibaren her gün bu listelerin yayınlanacağını söylemişti. Orada da yalnızca iki şey yayınlanıyor. Sağlığa zararlı ürünler ve taklit-tahşiş butonu var. Üçüncü bir butonun eklenmesi gerektiğini söyledik. Ülke sınırları içerisinde üretilen ürünlerin içerisinde hangi maddelerin olduğu açıklanmalı. Yasalar çok güzel ama uygulama noktasında eksik kalıyoruz. 

Gıdadan kısıyorlar

Ekonomik kriz derinleşiyor. Restoranlar ucuz ürünlere yöneliyor. Yurttaşlar da en ucuz ürünü nasıl alacağını düşünüyor. Bu da taklit-tahşiş ürün sayısını artırıyor. Ekonominin bozulması yurttaşı nasıl etkiliyor?

Taklit-tahşiş en çok zeytin ve zeytinyağı- et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, bal gibi ürünlerde daha sık görülüyor. Bunun başlıca nedeni ekonomideki sıkıntılar. Hane bütçesi küçülüyor. Dış ödemeler çok fazla bu yüzden gıdadan kısması gerekiyor. Yurttaş da biliyor yediği besinin gerçek olmadığını, o paraya o ürünün yenemeyeceğini. En büyük problem etiket okuma. Gıda okuryazarlığını geliştirmemiz gerekiyor. Öte yandan sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenemiyoruz. Böyle olunca tek tip beslenme ortaya çıkıyor. O da karbonhidrat ağırlıklı beslenme oluyor. Ancak bugün bir paket makarna bile fahiş fiyata geldi. Sürekli karbonhidratla beslenme de obeziteye neden oluyor. Özellikle çocuklarda çok sık görüyoruz. Yeterli beslenemeyen çocuklarda diyabet ve bodurluk gibi başka birçok problemle karşılaşıyoruz. Zihinsel faaliyetler de düşüyor. Öğrenme güçlüğü ortaya çıkıyor. Bir yerden sonra da okumamaya neden oluyor. Hane bütçesi yeterli olmayan aileler ilk olarak kız çocuklarını okuldan alıyor. Bu da kendilerince çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştırmalarına neden oluyor. Erken çocuklar da sanayiye gönderiliyor. MESEM’le birlikte çocuk işçiliği yaşı da giderek düşürüldü. İşçi cinayetlerinde çocuklar daha ön plana çıkmaya başladı. Okula gitmeyen çocuklarda suça meyillilik oranı artmaya başladı. Gençlerde memnuniyetsizlik, mutsuzluk, psikolojik problemler arttı. Politik olarak baktığımızda iktidar istediği politikayı uyguladığı için sorun olarak görmüyorlar. 

Yoksulluk ve yoksunluk bu ülkede ciddi rakamlara ulaştı. TÜİK’in 3 büyük şehir için açıkladığı yoksulluk rakamları ortada. İzmir’in yoksulluk sının 91 bin liranın üzerinde. İzmir’in 17’si yoksul. Bu çok ciddi bir rakam. İstanbul ve Ankara’da 105 bin liranın üzerinde. Böyle olunca tek bir asgari ücretin belirlenmesi de çok doğru değil. TÜİK’in rakamlarının bize bölgesel asgari ücretin belirlenmesi gerektiğini de işaret ediyor. Bununla ilgili bir çalışma yapılmalı. Türkiye’de yüzde 14’lük bir kesim stabil olarak yoksul. Ülkenin yüzde 31’i sosyal dışlanma ve yoksullukla karşı karşıya. TÜİK’in açıkladığı bu rapor, suç oranlarının neden yüksek olduğunun, insanların neden mutsuz ve hoşgörüsünü olduğunun bir göstergesi. 

2025 cesaretin yılı olmalı

Ciddi anlamda ekonominin bu kadar kötü olması toplumun her kesimini ciddi etkiliyor. Bu sorunlar kısa sürede çözülebilecek gibi de durmuyor…

Ciddi bir eğitimle başlamak lazım. Ülkenin her kademesinde bir yozlaşma var. Okullarda tek öğün ücretsiz yemeği bile bilinçli ya da bilinçsiz vermiyorsunuz. Geçmişte yerli malı haftaları kutlardık, kendi kendine yeten ülkelerden biri olarak övünüyorduk. Bugün geldiğimiz noktada çocuklar toprak nedir bilmiyor, ekmeyi-biçmeyi bilmiyor. Bugün okulların bahçesi bu amaçla kullanmak yerine otoparka dönüştürürseniz olmaz. Genç çiftçilik yok diyoruz. Çünkü köyden önce öğretmenleri çıkardınız, sonra doktorları çıkardınız, sonra mühendisleri, veterinerleri çıkardınız. Şimdi yalnızca imamalar kaldı. Sadece teşvikle insanları köye döndüremezsiniz. Öncelikle sosyal donatıları kurmanız gerekiyor. Kadınlar ve gençler için yaşam alanlarını oluşturmanız lazım. Bunları yapmadığınız sürece üretime dönemeyiz. ‘Paramız var ki ithal ediyoruz’ söyleminin gerçek olmadığını pandemide ve Rusya-Ukrayna savaşında gördük. Bu topraklar 130 milyon insanı besleyecek verim ve büyüklükte. Ama kullanmıyoruz. Bir başbakan ‘Deliler gibi ekin’ dedi. Tam tersi aklı başında ve planlı bir şekilde ekmeliyiz. Kim ne ekeceğini bilmiyor. Tarım arazilerini ranta açtık. Bunlardan vazgeçmediğimiz, kamucu tarım politikalarına dönmediğimiz, insanları eğitmediğimiz sürece bu sıkıntıları konuşmaya devam edeceğiz. Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmek her yurttaşın hakkı. 2025 artık cesaretin, inadın yılı olmalı. Ertelediğimiz düşleri 2025’te hayata geçirmeliyiz. Hep umut ettik ama umarım artık umudu örgütleyip, dayanışmayı büyüteceğimiz bir ülke için 2025 geçmiş yıllardan daha iyi olur. 

Muhabir: NİL KAHRAMANOĞLU