Orçun BULDAÇ - 18. yüzyılın ortalarında Avrupa ve Asya’da veba ve kolera gibi salgın hastalıklar hızla yayılmaya başladı. Bu dönemde şehirlerde alınan önlemler sıkı olmasına rağmen, hastalıklar deniz ticaretiyle taşınıyor ve büyük salgınlara neden oluyordu. Avrupa ülkeleri, salgınların önüne geçmek için denizaşırı ülkelerden gelen gemileri limanlara kabul etmeden önce 40 gün boyunca açık denizde bekletme kararı aldı. Ancak zamanla bu uygulama esnetilerek, yalnızca hastalık belirtisi gösteren mürettebat üyeleri yaklaşık yedi gün karantina altında tutulduktan sonra görevlerine dönmesine izin veriliyordu. Bu süreç için, hastanelerden ayrı inşa edilen ve "karantina" adı verilen yapılar kullanılıyordu. Bu kelime, İtalyanca Quarantine kelimesinden dilimize geçmiştir.
İzmir’in Urla ilçesinde yer alan Karantina Adası, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulaşıcı hastalıklarla mücadele için kurulan önemli sağlık merkezlerinden biri olarak tarihe geçti. 1865 yılında Fransızlar tarafından inşa edilen karantina tesisleri, dönemin ileri teknolojisiyle donatılmıştı ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar aktif olarak kullanıldı. Karantina Adası, dünyada ayakta kalan nadir tahaffuzhane adalarından biri olup, diğerleri Amerika’daki Ellis Adası ve Hırvatistan’daki Zupa Dubrovacka Adası’dır.
1950’lerde Deniz ve Güneş Enstitüsü, 1960’larda ise Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak hizmet veren ada, 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi’ne dönüştürüldü, ancak hastane 2014’te yeni binasına taşındı. Ada, 323 bin metrekarelik alanı ve antik Klazomenai kentinin kalıntılarına ev sahipliği yapıyor. Karayla bağlantısı 1955 yılında yeniden sağlanan ada, şu an Sağlık Bakanlığı’nın kullanımında olup, müze haline getirilmesi gündemde.
1846 yılında, İstanbul’daki Yüksek Sağlık Kurulu, İzmir’e gelen gemi personelinin bulaşıcı hastalık taşımasını engellemek amacıyla bir karantina binası inşa edilmesine karar verdi. İzmir’e gelen Ahmet Fehmi Paşa, bu binanın yapımını yönetti ve bina hızla tamamlanarak aynı yıl hizmete açıldı. Bu bina, gemilerden inen yolcuların karantina altına alınarak hastalık belirtileri gösterip göstermediklerinin kontrol edildiği bir merkezdi. 20. yüzyılın başlarında ise İzmir limanı çevresinde yerleşim yoğunlaştı, bu nedenle karantina tesisi Urla’daki Karantina Adası’na taşındı.
Karantina Adası’nda yer alan 16 tarihi yapı, günümüzde restore edilme aşamasında. Bu yapılar, Covid-19 pandemisinin ilk dönemlerinde yeniden karantina amacıyla kullanıldı. Ada, salgın hastalıklarla mücadelede önemli bir rol oynadı; özellikle veba, kolera ve tifo gibi ölümcül hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla kapsamlı bir sistem geliştirildi. Yolcular, kıyafetlerini çıkartarak dezenfekte ediliyor ve sağlık kontrollerinden geçiriliyordu. Hasta olanlar izole edilirken, hayatını kaybedenler hijyenik koşullara uygun şekilde defnediliyordu.
Osmanlı döneminde karantina sürecinin en dikkat çeken unsurlarından biri de kıyafetlerin buharla 120 derecede sterilize edilmesiydi. İpekli giysilerin zarar görmemesi için özel yöntemler kullanılıyordu. Bu uygulama, Osmanlı İmparatorluğu’nun salgın hastalıklarla mücadelede başvurduğu en etkili yöntemlerden biri olarak kayıtlara geçti.
Karantina binaları Fransızlar tarafından inşa edilmiş olup, bu yapılar uzun yıllar sahil ve hudutlarda salgınla mücadelede önemli rol oynadı. Karantina adasına yanaşan gemilerdeki yolcular ve mürettebat, ilk olarak kıyafetlerini soyunma odalarında çıkarıyor ve bu kıyafetler, sıcak hava dolaplarında dezenfekte ediliyordu. Yolcular ardından doktor muayenesinden geçiyor, sağlıklı olanlar yollarına devam ediyor, hasta olanlar ise tedavi ediliyordu.
Karantina Adası nerede?
İzmir'in Urla ilçesinde bulunan Karantina Adası, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulaşıcı hastalıkla mücadelede kullanılan ada, adını Fransızların 1865'te yaptığı karantina tesislerinden almıştır. Kurulduğu döneme göre oldukça ileri bir teknoloji kullanarak oluşturulan Karantina Adası, 1865-1869 yılları arasında karantina uygulamaları için yoğun olarak kullanılmıştır.