Halk TV Muhabiri Ferit Demir ve Video Haberci Kazım Kızıl, 2. İzmir Basın Kampı’nda “Afet Gazeteciliği” üzerine panel düzenledi. Panelde, doğal afetlerin gerçekleştiği durumlarda gazetecilik yapmanın zorlukları üzerine konuşuldu.
Halk TV Muhabiri Ferit Demir, afet gazeteciliği konusunda yaşadıklarını ve yaşanan sıkıntıları şöyle aktardı: “2000’li yıllardan itibaren de muhabirlik mesleği daraltıldı. Daha çok dijital dönüşümle saha, olay yeri muhabirliğinin giderek yok edilmeye terk edildiğini gördük. Yaşanan bir doğal afette olay yerine ilk gidenler yerel muhabir arkadaşımız ancak bunların sesi çok kısık çıkar çünkü onlara kimse sahip çıkmaz. Bu yüzden İstanbul’dan Ankara’dan muhabir gönderirler. İstanbul’dan oraya ilk kez haber yapmak için giden arkadaşlarımız var. Doğal afetlerde, en basitiyle depremde yaşadığımız birçok gerçek var. Yarın İstanbul’da ya da başka bir kentte deprem olursa gazetecilerin aslında neler yapabileceği konusunda 6 Şubat depremleri bize önemli dersler verdi. Düşünün ki binalar yıkılmış, enkazlardan insan çıkartılmaya çalışıyor ve oraya gelen insanlar var. O insanlar orada ne yapıyor? Enkazın etrafındaki kadınlar tuvalet ihtiyaçlarını nasıl gideriyor? Sıcak bir çay içebilecekler mi? Oturup ağlayacak bir yerleri bile yok. Gazeteciler bunları görmüyor bile. Biz bunu dile getirdiğimiz zaman birçok televizyon kuruluşu bize tepki gösterdi. 3. Ve 4. Günde bu sorun giderek büyüdükçe onlar da tepki gösterdi. Dolayısıyla muhabir gördüğü gerçeği çok yalın bir dille kamuya aktarmak zorundadır. Muhabir, orada bir doğal afette gördüğü gerçeği anlatırken de birilerinden talimat almamalıdır. Oradaki o gerçeği, yıkımı, o yıkımdan insanların nasıl kurtulacağını kamuoyuna bildirmek zorunadır”

“Enkazlarda yardım ekipleri yoktu”

6 Şubat Hatay depremlerinde birçok enkazın başında ekiplerin olmadığını ve bu durumu birçok gazetecinin haberleştirmediği söyleyen Demir, “Bir enkazın başına gittiğimiz zaman yardım ekipleri yoktu. Oraya sizin de bildiğiniz televizyon kanalları geliyor, şunu görüyor; AFAD ekipleri yok, jandarma yok, polis yok ve onlar oradan yayın yapmıyor. Vatandaşlar yalvarıyor ‘halam, kızım burada’ diyor, onlar da ‘kusura bakmayın, biz bunu yapamayız. Burada AFAD ekipleri yok’ diyor. AFAD, JAK ekiplerinin çalıştığı enkazları arıyorlar. 200 enkazın dibinde çoğu kurtarılabilir insanların olduğu yerde yayın yapmıyor ve başka enkaza gidiyor. Böyle bir gazetecilik anlayışını çok gördük. Hatay’da da Malatya’da da bunları gördük. Bunları gördüğümüz zaman kahrolduk. Gazeteciliğin hiçbir zaman kişi ya da kuruma, birileri arayıp ‘bu enkazda 8 kişi var, hilti yok’ dedikleri zaman mutlaka o sorunu dile getirdim ve Ankara’dan bilmem nereden o enkazın başına eşyalar gelmeye başladı. Amacımız orada sadece gerçeği anlatmak değil o insanların kurtulmasıdır. İnsanların kurtulması için bir şeylerin yapılması gerektiği düşüncesindeyim” dedi.

“Askerleri konu mankeni yaptılar”

Yine 6 Şubat Hatay depremlerinde yıkılan binaların enkazlarında, bazı gazetecilerin askerleri konu mankeni yaparak enkazlardan canlı yayın yaptığını ifade eden Demir, “Malatya’da 1 artçı deprem oldu ve 1 bina daha yıkıldı. Bunlardan biri Kur’an kursuydu ve altında 2 kişi kaldı. Oraya gittik, o arada askerler geldi oraya. Türkiye’nin en büyük televizyonlarından biri olan bir kadın muhabiri arkadaşımız oradaydı. Arama kurtarma ekiplerinden biri uzaklaştırıldı ve o ekiplerden biri isyan etti ‘biz burada çalışıyoruz, siz gelip bizi gönderiyorsunuz’ dedi. Bunu yayınladık ve oradaki ekipler bizi tepki gösterdi. Birçok şey söylendi orada, Kur’an kursunda kalan 2 kişi için hiçbir muhabir arkadaşımız, oranın Kur’an kursu olduğunu söyleyemediler. Birçok arkadaşıma neden söylemediklerini sordum, ‘resmi açıklama yok’ dediler. İlginçtir, bunu söyleyemeyen o arkadaşlarımız aileyle konuşmaya gittiler ve aile onları kovdu, ‘siz gerçekleri söylemiyorsunuz’ dedi. Dolayısıyla Türkiye’de hiçbir zaman gerçekleri çok rahat duyamıyorsunuz. Daha sonra bu ekiplerin başında AFAD ve JAK ekipleri varken silahsız askerler geldi, o askerleri enkazın her köşesine koydular ve oranın komutanı yayın yapacak gazetecilere ‘askerleri buraya mı koyalım, oraya mı koyalım’ diye sordular. O komutan benim yanıma geldi ve ‘nereye koyayım’ dedi, dedim ki ‘hiçbir yere koyma, onlar konu mankeni değil’ dedim. Orada gazeteci alanda gördüğü gerçekleri ne pahasına olursa olsun söylemek ve kamuoyuna aktarmak zorundadır” diye konuştu.


“Enkazlarda haberini yaptığım insanlar bana teşekkür etti”

Depremde enkazlarda yayın yaptıktan sonra canlı insanların o enkazdan çıkarıldıklarını ve o insanların kendilerine teşekkür ettiğini belirten Demir, “Malatya ve Adıyaman’da yayın yaptığım zamanlarda sağ bulunan insanların adresleri gelince onlara yardım gitti ve sonrasında bana o insanlar teşekkür etti. Yanlışlık ve eksiklikler çok fazlaydı, gerçekler size aktarılmadı. Biz gerçekleri gösterdiğimiz için bize saldırıldı. Orada yapılan bir eksikliği ben görebiliyordum ama diğerleri gördüğü halde göremedi. Yardım ekipleri olay yerine 3 gün geç geldi. Daha sonra Batman’da sel oldu ve 2 vatandaş hayatını kaybetti. Neden? O evlerin oraya yapılmasına kim izin verdi? Bunu araştırmadı kimse. İliç’te soruşturmacı bir gazetecilik yapılmadı. O doğal değil yapay bir afetti ve orada 9 vatandaş öldü. O yapay afetin nedenleri kimse tarafından araştırılmadı. O nedenleri yetkililere sorduğumuz için yine tepki aldık. Türkiye’de gerçekleri söylediğiniz zaman tepki alırsınız. İyi gazetecilik yaptığınız zaman mutlaka tepki alırsınız. Buna maruz kalmayan bir gazetecinin iyi gazeteci olduğunu düşünmem. Türkiye’de doğruları yazdığınız zaman mutlaka tepki alırsınız. Türkiye’nin en büyük sorunu gerçekleri kabul etmeme ve dile getirmeme sorunudur. Depremde istediklerimi söyleyememiş olsaydım o mikrofonu enkazların içine atar çıkardım. Binlerce insanın kurtulma şansı varken bana bir kurumun sansür uygulaması asla doğru değil. Bu açıdan da buradaki genç meslektaşlarımızın yapması gereken de her zaman doğrunun yanında olmalarıdır” şeklinde konuştu.

2. İzmir Basın Kampı’nda Medya ve Örgütlülük konuşuldu 2. İzmir Basın Kampı’nda Medya ve Örgütlülük konuşuldu

“Kurtardığımız insanlar bize psikolojik destek oldu”

Yayın yaptığı enkazlardan çıkartılan insanların kendilerine psikolojik destek olduğunu ifade eden Demir, şöyle konuştu: “İçimizde öyle bir durum oluştu ki orada bir can daha kurtulsun diye acıları içimize gömdük. Hiçbir zaman durumumuzu kaybetmemek için çaba gösterdik. Orada 3 gün yemek yemedim, ‘en azından 1 depremzede daha yemek yesin’ dedim. Çok sıkıntı ve üzüntü vardı ama 1, 2 kişi daha kurtulsun diye gücümüzü hiç kaybetmeden irademizi korumaya çalıştık. Sonrasında bir çöküntü tabi ki oldu. Tek sevindiğimiz şey şuydu, birçok enkazda canlı olduğunu söylediğimizde oradan canlı insanlar çıkıyordu. Kurtulmasına öncülük ettiğimiz insanlar bize psikolojik destek oldu. Birçok arkadaşımız orada sıkıntılar yaşadı, orada yerel medyaya çalıştıkları yerler dahi sahip çıkmadı. Maalesef ki bu gazeteci arkadaşlarımıza sendikalar, diğer meslek örgütleri sahip çıktı ama çalıştıkları kurumlar sahip çıkmadı. Onları belli bir süre sonra konuşturmadılar çünkü onlar gerçekleri anlatacaktı. Onları pasifize ettiler, halen daha tedavi gören arkadaşlarımız var. Biz o acıları gerçekten gördük ve içimize gömdük. Birçok gazeteci arkadaşımız o mezarlara gitmedi. Ramazan Bayramı’nda ya da Kurban Bayramı’nda yayın yapmak için o mezarlıklara gittiler ve gerçeklerle karşılaştılar. Ben o mezarlıklara gittiğimde insanlığımdan utandım çünkü 1 mezarlığa 21 kişi gömülmüş, toplum gömülmüşler. İsmi olmayan insanlar var. Kayıp olan insanlar, yaşlılar, çocuklar var. Türkiye’de gazetecilik o depremde etkilenen insanların durumundan daha kötü, bu enkazın içinde bir şeyler yapmaya çalışan gazeteciler de var. Hatay’da hala su sorunu var, bulaşıcı hastalık sorunu var, hala çadırlarda yaşayan insanlar var ve oradaki gazeteciler bunları hala görmüyor. Hem yerel hem de ulusalda çalışan arkadaşlarımız bunları görmüyor. Ben Hatay’a gittiğim zaman bir yere gidemiyorum çünkü insanlar çağırıyor, sorunlarını anlatıyor. Hala banyo yapacak su bile yok. Kalıcı konutların ancak yüzde 20’si teslim edildi ve bunları kimse dile getirmiyor. Gazetecilik çok daha fazla sorgulanmalı ve her kurum afet bölgelerine gidecek gazetecileri eğitmek zorunda, şu an kimse bunu yapmıyor.”


“Ferit Demir ne söylesen anlatır”

Deprem bölgesinde bir babanın enkaz başında söylediklerini canlı yayında verdiğini söyleyen Demir, o bölgede insanların ‘Ferit Demir ne söylesen anlatır, yayında gösterir’ dediğini söyleyerek, şu ifadeleri kullandı: “Gazetecinin çantasında powerbank olmalı, bir de enerji depolayabileceği gıda maddeleri olmalı. Bu bölgelerde en çok aradığımız şey powerbank çünkü elektrik yok. İletişim Başkanlığı’nın getirdiği karavanlara 2 kez gittim, powerbank istemeye gittim ama mikrofonu gördüler ‘son powerbanki verdik’ dediler. Yine gittim dediler ki ‘çok kişiye verdik, tepki görüyoruz’ yine alamadım. Sonunda başka şekilde temin ettim. En son gittiğimde dedim ki ‘bana vermezseniz burada otururum’, öyle verdiler. Gazeteci arkadaşlarımızın bölgenin gerçeklerini bilerek haber yapmaları gerekiyor. Malatya’da Kırçuval Oteli’nin yıkıldığı bölgeyi bilmeden gidersem, mesela adam beni çağırıyor enkazın altında 6 çocuğu vardı, vatandaş geldi, birçok televizyona konuşmuş ama televizyonlar onu sansürlemiş. Bir de voleybolcu çocuklar vardı, onlardan birinin babası gelmişti, aynı zamanda İYİ Parti İl Temsilcisiydi. Oradan biri, ‘HALK TV’nin muhabiri Ferit Demir her şeyi gösterir, korkma’ demiş. Gittim enkazın başına, adam dedi ki ‘benim konuştuğum her şeyi verecek misin?’, dedim ki ‘veririm’. Anlattı durumu, durumu anlattıktan sonra arkadan AFAD ekipleri bir ceset torbasıyla geldiler. Adama dediler ki ‘bakar mısın cesede, oğlun mu?’ dediler. Bir babaya orada o kötülük yapılır mı? Bir babanın önüne evladının cesedini koydular. Hem biz hem baba yıkıldı. Oraya kimse bilinçli gönderilmemiş.”

“Size saldırabilirler, vurabilirler”

Afet bölgesinde gazetecilerin saldırıya uğrayabileceğini, kendisine küfredilebileceğini söyleyen Demir, “Ailesinden 5 kişi enkazın altında olan baba benimle konuştu, Halk TV’yle konuştuğunun farkında değilmiş. Sonra dedi ki ‘Allah hükümetimizden razı olsun, ben daha gencim bir daha evlenir bir daha çocuk yaparım. Allah hükümetimizden razı olsun’. Oraya gelecek arkadaşlarımızın bu konuda ciddi şekilde yetiştirilmesi gerekiyor. O bölgenin hem politik gerçeklerini hem de aşiret gerçeklerini bilmek gerek. Bir mahalleye gidiyorsunuz gazetecilere yol göstermek için çaba var, bir bölgede de saldırıya uğruyorsunuz. Onlar bizi istemese de biz orada enkazdan kurtulmayı bekleyen arkadaşlarımız için yayın yaptım. Orada vurdumduymaz olmanız gerek çünkü size saldırabilirler, vurabilirler, küfredebilirler. Hem bazı gerçekleri görmek hem de hazır olmak lazım. Hatay’da geçen sene yaz aylarına kadar NATO’nun kurduğu bir çadır vardı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen devlet görevlilerine yemek veriliyordu ve orada yemek ihtiyacı olan bir sürü insan var. Orada asker, polis yemek yer, vatandaş da kalırsa diye bekler. Hatay’daki yerel medya bunu günlerce görmedi. Biz gidip buradan yayın yaptıktan sonra 1’inci gün vatandaşa sorduk ‘aç mısın, yemek yiyecek yerin var mı’ dedik, ‘yok’ dedi. Sonra Hatay Valisi müdahale etti ve ‘bundan sonra böyle olmayacak’ dedi. 



“Hazırlıklı olmak gerek”

Video Haberci Kazım Kızıl, afet bölgesinde gazetecilik yapmak için hazırlıklı olmak gerektiğini şöyle ifade etti: “Video habercilik hele bunu tek başınıza yapıyorsanız farklı unsurlar giriyor. En son ve en büyük afetlerden biri olduğu için Maraş merkezli depremlerle ilgili konuşmak istiyorum. Orada toplamda 1 sene civarı kaldım. Şimdiye kadar benim o deprem bölgesiyle ilgili izlediğim en iyi video haber NY Times’ın hazırladığı bir haberdi çünkü video habere gerekli ilginin gösterilmediğini düşünüyorum. Yaptığımız bütün haberlerde Hatay depreme hazır değildi, İstanbul depreme hazır mı? gibi şeyler söylerken, AFAD’ın süreci yönetmesi, çadır kentlerin, konteyner kentlerin sorunlarını anlatırken, Hatay depremi özelinde biz de iğneyi başkalarına batırıyoruz ama en azından benim sahada karşılaştığım şu, biz de hazır değilmişiz. Sadece Hatay depremi için konuşmuyorum ama sahaya giden gazetecilerin ilk refleksi bir an önce oraya varmak ve bir şeyler göndermek oluyor. Bizim bunlar için bir proses hazırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Yangın da bir afet, yapay afetlerin dışında seller, taşkınlar, depremler gibi afetlerin çok farklı dinamikleri var. Dolayısıyla bir listemizin olması gerektiğini düşünüyorum. İşin lojistiğinden ekipmanlara kadar bir listemizin olması lazım. Depremde birçok yerel gazeteci hayatını kaybetti, kalanların da internete erişimi olmadı, yakınlarının peşine düşenler oldu. O yüzden bu ihtiyaçlar çok daha fazla oluyor.”

“Deprem artık satmıyor”

Deprem sonrasında Hatay’da gazeteci kalmadığını ve depremin artık satmadığını, fikri takip yapılmadığını aktaran Kızıl, şöyle konuştu: “Tek başına gittiğinde bir risk değerlendirilmesi yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çoğumuzun deprem tecrübesi olduğunu ya da yangının dinamiğini bildiğini düşünmüyorum. Deprem bölgesindeki en büyük sorun ulaşım, bir şekilde kendini oraya atıyorsun ama sonrası? Depremin 3 ya da 4’üncü haftasında TİP’in çadır kentinde olup Hatay’ı görmeyenler de vardı. Yaklaşık 2 haftadır orada çünkü ulaşım yok. Elektrik sorunu var, bir yandan orada kalmak istiyorsun ama işini de yapman gerekiyor. Doğal kriz danışmanları olduğumuz kısmını da es geçiyoruz. Sahadayken en çok yaptığım şeylerden biri de gün be gün bu konuda uzman psikolog ve avukatlarla görüşme halindeydim. Depremin insanlar üzerinde yarattığı psikoloji bambaşka ve ben de zorlanıyordum. Ne yazık ki bu tüm prosesi es geçip bir anda sahaya inme ve sahadan bir şeyler yapma çabasında oluyoruz. Ben deprem için gittiğimde ilk paylaşımımı vardıktan 6 ya da 7 gün sonra yaptım çünkü çok zor bir psikolojinin içine giriyorsun. Bu gibi birçok eksik görüyorum. Ne yazık ki biraz takip konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Deprem zamanında herkes oradaydı, bir süre sonra işin içine Youtuberler girdi ve sonrasında ancak anmalarda kalabalık oldu. Sonrasında tüm şehir boşaldı. Orada sorunlar devam etmesine rağmen oradan çok az haber çıktı. Dünyada karşılaştığımız sorunları mikro ölçekte orada görebilirdik. İstismar, uyuşturucu, çevre sorunları iç içeydi. Çok takip etmedik çünkü açık konuşmak gerekirse deprem satmadı. Bir haberi veya olayı takip etmek için 53 bin insanın öldüğü bir depremden bahsediyoruz ama kurumsal olarak orada muhabiri olan ve oradan haber geçmeye devam eden çok az kurum var. Burada da iş biraz bağımsızlığa giriyor.”

“Afetin türünü belirlemek lazım”

Gazetecilerin afet bölgesine gitmeden afet türünü belirlemesi ve hazırlığını yapıp ona göre afet bölgesine gitmesi gerektiğini ifade eden Kızıl, şöyle konuştu: “En başta afetin türünü belirlemek lazım. Bunlar için hazırlanmış yurtiçi, yurtdışı kaynaklar var. Aslında ajanslar bunların eğitimini de veriyor ancak ne yazık ki bunlar ülkemizde çok uygulanmıyor. Afetin türünü belirleyip, o türe uygun bir check list hazırlamak lazım. Selde çizmek çok hayati olurken depremde powerbank olabiliyor. Malzeme olarak bazıları işimizin gereği oluyor bazıları da iş güvenliği nedeniyle oluyor. En son İzmir yangınında, İzmir’in dibinde olan yangında maske sorunu yaşadık. Pandemide kullandığımız maskeyi bulamadık. Maske aynı zamanda depremde de gerekiyor. Afetin türünü belirleyip uygun bir liste oluşturmanız gerek. O listedeki bir maddeyi aksatınca oradaki işinizin kalitesi de etkileniyor. Bu deprem benim için çok büyük bir tecrübe oldu. Nelere ihtiyacım olduğunu, nelere olmadığını çok iyi öğretti. Bazen yeni ihtiyaçlar doğabiliyor onları da karşılamaya çalışıyorum. Somut ihtiyaçların dışında bir de tıkandığımız zaman iletişim kurabileceğimiz konunun uzmanlarına da ihtiyaç var. Her afet yeni dinamikleri de beraberinde getiriyor. Sokak ortasında bir çocuk istismarı vakasını çekmek zorunda kaldım, bambaşka bir şey çekiyordum ve onu çektim. O anda benim psikolojim çöktü. Sakinliğimi koruyup aradığım adli psikolog oldu. Avukatı arayıp ona görüntüleri gönderdim ve onların yönlendirmesiyle pozisyon aldım.”

“Uzmanlardan destek almak gerekiyor”

Deprem ya da herhangi bir afetin gerçekleştiği bölgede gazetecilik yaparken uzmanlardan destek almak gerektiğini belirten Kızıl, şu ifadelerle konuştu: “Deprem boyunca hep otelde kaldım ve biraz mesai olarak gittim. Sabah kalkıp duş alıp, tıraşımı olup gidiyordum. Arsus’a geçtim ve Hatay merkeze gidip geldim. Biliyordum ki bir süre sonra ben de çökmeye başlayacağım, o süreyi uzatmak için bunu yaptım. Psikolog arkadaşlar ‘kazım orada her şey parçalanmış durumda, bir dağılmış kişi daha görmek zorunda değiller’ dedi. Bunun da çok faydasını gördüm çünkü mesai gibi depreme gidip gelmek aradaki mesafeyi korumamı kolaylaştırdı. Anlatılmasını düşündüğün bir hikayeyi de görmeyebiliyorsun. Orada aylar boyunca kalmamı sağladı. 

Muhabir: EYLÜL SANSÜR