TBMM Genel Kurulu'nda, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nin maddeleri görüşülüyor. Genel Kurul'da bütçe aleyhinde söz alan TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Gezi Parkı davasından Marmara Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve milletvekilliği düşürülen Can Atalay'ın gönderdiği mektubu okudu.

Biliyorum hatırlamak istemiyorsunuz

Atalay'ın mektubu şöyle:

"Biliyorum hatırlamak istemiyorsunuz, yok sayarak hapishanede unutturmaya çalışıyorsunuz. Buna rağmen Hatay halkının oylarıyla seçilmiş, sizlerden hiçbir farkı olmayan bir milletvekili olarak size Silivri hapishanesinden sesleniyorum.

Sizlere, Anayasa’yı korumakla birinci derecede yetkili ve görevli bir kurumun sayın temsilcileri diye hitap etmek isterdim ancak durumum buna elvermiyor, beni mazur görün. Sorum şu: Şu an görüştüğünüz bütçe dahil, her türlü karar ve işlemin dayanağı olan geçerli bir Anayasa var mı? Ülke, bir anayasaya göre mi yönetiliyor? Bütçeden hangi kuruma ne kadar pay ayrılacağıyla ilgilenirken Anayasa’nın ayaklar altına alınmasına ne kadar ilgi ve alaka gösteriliyor? AYM, milletvekilliğim hakkında 22 Şubat’ta Türk hukukunda yeri olmayan bir yazının Genel Kurul’da okunması suretiyle fiili durum oluşturulduğu hükmünü verdi. Mahkemenin daha önce defalarca verdiği ama bilmezden geldiğiniz kararlarını yinelemeyeceğim. Çünkü Anayasa’yı korumakla görevli olan Meclis, görevini yapmak yerine fiili duruma boyun eğdi. Delil götürmeyecek kadar açık bir kumpas. Bu duruma yol açanlar, hukuksuz işlemlerinin savunulamayacağının o kadar farkındalar ki çareyi var olanı yokmuş gibi göstermeye çalışarak buldular. Hukuk tanımaz, akıl almaz gerekçelere sığındılar. AYM’yi hiçe sayıp, kendi gönüllerinden geçeni ferman yerine koyarak Anayasa’yı alenen askıya aldılar.

Somut konuşmalar yapmak isterdim

Meclis çalışmalarına katılabilseydim müdahil olduğum toplumsal gerçekler üzerinden daha detaylı, somut konuşmalar yapmak isterdim. Örneğin Çevre Bakanlığı veya Kültür Bakanlığı’nın uygulamaları üzerine epeyce sözüm olurdu. Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı, Sulukule, Validebağ Korusu, Emek Sineması, Kuzey Ormanları gibi ilk elden sıralayabileceğim tüm aşamalarını avukat olarak takip ettiğim davalar. Bu davalar üzerinden kamu kaynaklarının nasıl talan edildiğini, kaynakların yandaşlara nasıl aktarıldığını, bir avuç insanın servetine nasıl servet kattığını anlatmak isterdim. Özelleştirme politikaları savunurken piyasacılığın sonuçlarını, mesela 25 insanımızı yitirdiğimiz Çorlu tren katliamını hatırlatmak isterdim. Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı’nın yüzüne işçilerin canını değil, parayı önceleyen bu düzenin Soma’da, Kınık’ta, Savaştepe’de yarattığı acıyı haykırmak isterdim. Milli Eğitim Bakanlığı, denetlenemeyen binlerce cemaat yurdu varken belediye kreşlerinin peşine düşmüş. Aladağ’da bir yurtta yanan çocuklarımızın avukatıydım. Bu dosya ve nicesi üzerinden laikliğin altını oymak, çocukları tarikat ve cemaatlere teslim etmek için kurdukları korkunç sistemi tekrar ifşa etmek isterdim.

Direnmeye devam edeceğiz

Milyonlarca yurttaş, insanca yaşayacakları bir ücret aldıkları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin bir mal değil, hak olarak görüldüğü, çalışırken ölmenin normalleştirilmediği, doğal varlıkların korunduğu, yoksulluğun aşıldığı günlerin özleminde. Yurttaşlarımız ölmesin, öldürülmesin, insanca yaşasınlar diye ayırdığınız bütçe bu kadar mı? Çocuklar, okullarda bir öğün sağlıklı beslenebiliyorlar mı? Kadınların özgürlüğüne para ayırabiliyor musunuz? Yenidoğan bebeklere para için el uzatamayacakları bir sağlık sistemine para ayırabiliyor musunuz? 6 Şubat depremiyle yıkılan bir kentin vekili olarak seçildiğim Hatay’ın yeniden toparlanması için çalışan insanlarına para var mı? Yok. Ama bilin ki bizler, olsun diye mücadele etmeye ve direnmeye devam edeceğiz. Ne yaparsanız yapın biz bu ülkeyi de insanlarını da tek kutsalı para olanların ellerine terk etmeyeceğiz."

Kaynak: ANKA