17 yıl sonra "Barda" yeniden açıyor kapılarını, ama bu kez içeriye girenler farklı. Sosyal kutuplaşmaların, şiddetin ve adaletsizliğin gölgesinde, masumiyetini kaybetmiş bir dünyada, yeni ‘Barda’ sizi karanlık bir yolculuğa davet ediyor.
Toplumun vicdanını sorguluyor
Hande Türkel’in yönettiği ve cesur bir kadroyla hayata geçirilen bu gerilim dolu film, yalnızca bir hikâye anlatmıyor; toplumun çürüyen yapısını, insan ruhunun en karanlık köşelerine dokunuyor. Cezasızlık, sonuçsuz kalan adalet arayışını vurgulayan Barda, "Kim suçlu?" sorusunun yanıtını ararken aslında bir toplumun vicdanını da sorguluyor.
Serdar Akar’ın yönetmenliğini yaptığı ilk Barda filmi, 1997 yılında Ankara Gaziosmanpaşa’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenerek sinema perdesine aktarılmıştı. Nejat İşler, Erdal Beşikçioğlu, Serdar Orçin, Volga Sorgu, Hakan Boyav, Nergiz Öztürk ve Melis Birkan’dan oluşan oyuncu kadrosuna sahipti. Türk Sinemasının "en sert ve gerilim dolu" filmlerinden biri olarak adlandırılan Barda, 17 yıl sonra günümüz gerçekleriyle yeniden yorumlanırken Serdar Akar, bu kez filmin sanat yönetmenliğini üstlendi.
Keyifli bir süreçti
Filmin yönetmeni Hande Türkel, ilk Barda filminin ardından geçen süreçte Türkiye’deki toplumsal ve kültürel değişimlerin filme nasıl yansıdığı sorusunu, "17 yılda Türkiye’de birçok şey değişti ve bu değişimlerin filmde nasıl bir yansıması olduğunu anlatıyoruz. İlk filmde, bir aşağılık kompleksi ve buna bağlı bir şiddet hikayesi vardı. Şimdi ise bir üstünlük kompleksi, her şeyi yapabileceğini ve bundan dolayı yargılanmayacağına inanan insanların hikayesini izliyoruz. 17 yıl içinde Türkiye’de neler değiştiyse, filmde de onu göreceksiniz. Serdar Akar ile bu filmi yaratırken çok fazla tartıştık, fikir alışverişi yaptık. Ama ortak olmadığımız bir şey çıkmadı, gerçekten keyifli bir süreçti" diyerek yanıtladı.
Şiddet ne kadar çirkinse, onu da o kadar çirkin şekilde göstermek gerek
Yoğun şiddet sahneleri içeren filmde, bu denli şiddetin yansımasının izleyiciye nasıl bir mesaj vermek istediği sorusuna Türkel, "Mesela çok iyi bir savaş filmi izlersiniz; savaşın en pis halini gösterir ve size der ki: ‘Bu kadar kötü bir şey varsa, bundan kaçmamız gerek.’ Ben de aynı şekilde şiddeti gösterdim. Çünkü şiddetin ne kadar kötü olduğunu vurgulamak istiyorum. Herkesin bildiği bir gerçek var: Kadınların sokakta yürürken, taksiye binerken, bir asansörde yalnız kaldıklarında korku taşıdığını biliyoruz. Bu korkuyu hissettirmek, bunu göstermek önemli. Gerçek hayatta, içki teklifini reddeden kadınların şiddete uğramasından, bu şiddetin filmde nasıl yansıyabileceğine kadar, her şey gerçek. Bu yüzden şiddet sahnelerinde ne kadar derine inebildiysem o kadar sert gösterdim. Şiddet ne kadar çirkinse, onu o kadar çirkin şekilde göstermek gerektiğini düşündüm" diyerek yanıt verdi.
Bu tepkiler hep karşımıza çıkıyor
İfşa ve kadına yönelik şiddet konularına değinen Barda, sosyal medyada bu olaylara karşı tepkilere de yer veriyor. Yönetmen Türkel konuya ilişkin açıklamasında, "Kadına şiddetle ilgili tepkiler bazen çok yüzeysel kalabiliyor. ‘Mini etek giymeseydin, ifşa etmeseydin’ gibi tepkiler hep karşımıza çıkıyor. Bu filmle, kadınların yaşadığı gerçekleri göstererek susmamamız gerektiğini anlatmak istedik. Bizler, erkeklerin bilmediği bazı korkuları çok iyi biliyoruz. Eğer kadınlar, erkekler, çocuklar ve hayvanlar için ses çıkarırsak belki bir şeyler değişir. Bu filmi yaparak bir şeyler değiştirmeyi amaçladım" dedi.
Gerçekten çok zordu
Filmde şiddet ve tecavüze uğrayan bir kadını canlandıran Melis Berberoğlu, bu rolun ona neler hissettirdiği ile ilgili soruyu, "Bu filmde tecavüze uğrayan bir kadını canlandırdım. O anın korkunç gerçekliğine kendimi bırakmak, gerçekten çok zordu. Kadınların o an neler hissettiğini bilemiyorum ama sahneleri izlerken hepimizin bu tür olaylara karşı sesimizi çıkarmamız gerektiğini düşündüm. Ne yazık ki, çoğu zaman sessiz kalıyoruz. Ama bu filmde, sesimi çıkarabildim. Kadına, erkeğe, çocuğa ve hayvana sahip çıkarsak belki bir şeyler değişir, ben bu karakteri canlandırarak bunu öğrendim" diyerek yanıtladı.
Çok zorlu bir deneyimdi
Oyuncu Cem Söküt ise karakteri ve hazırlık süreciyle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“Barda filminde rol alacağımı öğrendiğimde çok heyecanlandım. Bu filmde rol almak, gerçek bir hikâyeyi anlatmak gibiydi. Karakterim, şiddet ve zulümden zevk alan bir kişi. Bu karakteri anlayabilmek için, sokaklarda, 'yanlış' mekanlarda vakit geçirdim, suçlularla muhatap oldum. Bu benim için çok zorlu bir deneyimdi, çünkü hayatımda ilk kez bir sapığa empati yapmaya çalıştım. Bu süreç, şiddetin ne kadar kötüleştiğini görmemi sağladı. Günümüzde artık insanlara acı veren şeylere duyarsız kalıyoruz. Bu filmde, şiddetle nasıl mücadele etmemiz gerektiğini vurgulamak istedik."
Cem Söküt filmin vermek istediği mesaj hakkında, "Psikolojik olarak afalladığımız anlar oldu ama yine de kalkıp toparlayabildik kendimizi. Biz aslında gerçekleri göz önüne sunduk. İnsanların gerekli mesajı alacağını düşünüyorum. Zevkli geçti diyemem, sette hiç eğlenmedim. Umarım herkes bir ders çıkarır. Kötü insanlar bir korku saldı. Umarım bu film gerçek kitlelere ulaşır, ders çıkaran insanlar izler" dedi.
Elimizdeki tek silah sinema perdesi
Sinemanın toplumsal mücadeleye nasıl katkı sağlayabileceği ve sinemacıların bu sorumluluğu nasıl üstlenmesi gerektiği sorusunu ise oyuncu Berkan Şal şöyle yanıtladı:
"Bu ülkede hırsıza hırsız, katile katil, dolandırıcıya dolandırıcı diyemiyorsun. Dersen, içeriye sen giriyorsun. Onlara dışarıda kalıyor. Bu direniş mi? Pasif direnişse pasif direniş, mücadele ise bu da bir yöntem. Bu ülkede yaşayıp Uganda için sinema yapamazsın. Yaşadığın ülke, senin değerlerini, kriterlerini ve yaşamını etkiliyor. Bunlar yokmuş gibi davranamazsın. Sonra da ben sinema yapıyorum diyemezsin. Sinema dediğimiz şey, yaşamın anlarını yakalamak. 'Bak, böyle bir durum var' diyebilmek zaten sinema. Bizim mesleğimiz bu, başka türlü direnme ve kendimizi ortaya koyma durumumuz yok. Bir şekilde bir şeyler söylemek ve mücadele etmek zorundayız. Bizim de elimizdeki tek silah sinema perdesi."