Geçtiğimiz hafta metro ve tramvay işçilerinin grev günlerinde işçi ve emekçi kesimler arasında farklı zeminlerde sıcak tartışmalar yaşandı.
Aslında bir hafta öncesinden toplu sözleşme maddelerinde anlaşılamadığı takdirde 31 temmuzda greve çıkılacağı ilan edilmişti zaten. Anlaşılamadı ve 31 temmuzda metro, tramvay girişleri kapatıldı. İş durduruldu, hizmet durdu. Tüm şehir grevi hissetti, günlük yaşam etkilendi.

Hava da çok sıcaktı, metro nasıl çalışmazdı?
Sabah işe geç kalan ya da aktarmalarla zar zor gelen çalışanların bir kısmı grev yapan işçilere lanet okuyup “bir de 39 bin istiyorlarmış, biz napalım” diye veryansın ederken, bir kısım beyaz yakalı da “biz üniversite okuduk o kadar maaş alamıyoruz, yuh” diyordu.
Biz asgari ücrete çalışıyoruz biz napalım…
Onlar grev yapınca biz işe gelmiyoruz, bize de zarar veriyorlar…
Doktor randevumuza geç kaldık, Allah gözlerini doyursun…
Herkes kendisini düşünüyor, biz napalım…
Biz napalım?
O kadar çok “biz napalım” duydum ki. Hepsine de aynı cevabı verdim: “Biz de grev yapalım.”
Kira 12 bin oldu, benzine yetişilmiyor, otobüs 13 lira oldu, et, süt, yumurta, soğan, taze fasulye vs vs fiyatları diyen, eğitim ve sağlık hizmetlerinden sürekli yakınan insanların yoksulluk sınırında ücret talebiyle greve çıkan işçileri desteklememesinden geçtim, taleplerini anlayamamasına şaşıyorum.

En azından “Haklılar keşke bizde yapabilsek” diyebilenlere saygı duyuyorum da asıl yapılması gereken destek eylemleri yapmaktı.
Metro ve tramvay işçileri İki gün direndiler, çalışmadılar, grevlerini kırmadılar, taleplerinin biraz altında olmakla beraber kazandılar. Bir kısım işçi sendikasının anlaşmasını protesto ettiyse de bu yazıda konunun bu yönünü derinleştirmek mümkün olmayacak.


Haberlerde de belirtildiği gibi metro ve tramvay işçileri hem ücret hem de çalışma koşullarına ilişkin taleplerini çok net ifade ettiler.

Ücret talepleri kısaca yoksulluk sınırında: Yani, kiramızı ödeyelim, faturalarımızı yatıralım, kredi kartlarının minimumunu ödeyebilelim o kadar. Özel eğitim ya da özel sağlık hizmetlerinden yararlanmak gibi bir beklenti yok. Yani tatile gidelim, birikim yapabilelim…ev, arsa, araba alalım falan hiç yok.

Talepleri, yoksulluk sınırı; diğer ifadesi ile geçinebilecek kadar maaş. Grevi desteklemeyenler neden bunu çok gördüler grevci işçilere?
Hatırlıyorum da sağlık alanında yapılan iş bırakma eylemlerinde- ki hiçbir hastane grevinde onkoloji, acil, çocuk hastalıkları ile ilgili birimler iş durdurmadı, alınmayan acil ameliyat olmadı, yatan hastanelerin tedavi ve bakımları aksamadı- biz sağlık emekçileri için hep benzer karalamalar yapıldı. “Bunların tek derdi para hastanın yüzüne bile bakmıyorlar” diyen bazı vatandaşlar eylemlerimizi sabote etmeye kalktı. Neden? Öncelikle sağlık sistemine dair yaşadıkları her aksaklık için sağlık personelini suçlamayı hak gördüler. Çünkü yöneticiler sorunların kaynağı olarak sağlık hizmeti verenleri hedef gösterdiler. Başta hekimler olmak üzere mesleki itibarları zedelendi, giderlerse gitsinlerdi…  Noldu? Sağlıkta şiddet olayları cinayetlere vardı, intiharlara sebep olan CİMER şikâyetleri arttı. Ve çok üzücüdür ki, azımsanmayacak sayıda gittiler.

Ne haldeyiz? “Polikliniklerde randevu sırası beklenmiyor” diyenler internetten sıra alamadığı için sağlık hizmeti alamayan vatandaşı yok saymaya devam ediyor. Niye? yine özel hastaneler kazansın diye, devlet hastanelerine hele de üniversite hastanelerine yeterli bütçe verilmiyor.

Sağlık hizmeti verenin de alanın da sağlıkta özelleştirmeler nedeniyle mağdur olduğu gerçeğini ne hastaya ne de sağlık çalışanlarına doğru anlatamadık, sağlık hakkı mücadelesi ile sağlık emekçilerinin insanca çalışma koşulları için mücadelesini birleştirecek kalıcı bir örgütlenme yaratamadık.
Sonuç: Hastane randevusu alamayan hasta da, dövülen sağlıkçı da grev yapan işçileri haksız buluyor.

Ücretlerinde kesinti olmasın diye rapor dahi almaktan çekindiklerini söyleyen metro işçileri “İşe devam primi kesilmesin diye hasta olmaktan korkuyoruz” diyor. Ve daha grev başlamadan şunu bile söylüyor: “Grev öncesi belediye yine yüksek ücretler aldığımızı söylemeye başlayacak. Bu doğru değil. Diğer insanların da bize destek vermesini bekliyoruz. Hakkımız verilmezse almak için greve hazırız”.

Tekrar soralım: biz napalım?

Yoksulluk sınırının üzerinde ücret talep eden her kesimden işçiyle, emekçiyle birleşelim. İnsanca yaşam koşulları için direnelim. Ayrışmadan, ötelemeden, eğitim düzeyi ya da yapılan işle kategorize etmeden, emek gücünün değeri üzerinden haklarımız için “ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyelim.
“Bu daha iyi günlerimiz” diye kehanet yaptığını sanarak bilgiççe ortalıkta söylenmek yerine, sadece daha iyi değil, onurlu bir gelecek için bir şeyler yapalım.

Bu yazının fon müziği de Moğollar’dan gelsin. Bir şey yapmalı hey!

Editör: Özlem Çimen Durmaz