ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Urla Belediye Başkanı Cumhuriyet Halk Partili İbrahim Burak Oğuz, FETÖ üyeliği iddiasıyla tutuklanmasının ardından Urla Belediyesi’ne kayyum atandı.

İzmir Valiliği konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Oğuz’un Anayasa’nın 127. maddesi ve Belediye Kanunu’nun 47. maddesine istinaden İçişleri Bakanlığı’nın onayı ile geçici tedbir olarak görevden uzaklaştırıldığı ifade edildi. Belediye Kanunu’nun 46. maddesi ile de Urla Kaymakamı Önder Can, Urla Belediye Başkan Vekilliğine atandı.

En son Diyarbakır, Mardin, Van ve Muş’a atanan kayyumlar sonrası İzmir’e kayyum atanmasını siyaset bilimci barış akademisyeni Prof. Dr. Ayşen Uysal ile konuştuk.

Doğu illerinden sonra Batı’da ilk kez bir İzmir belediyesine FETÖ gerekçe gösterilerek kayyum atanmasını nasıl yorumlarsınız?

İktidar daha seçimler yapılmadan önce HDP'nin adayları seçildiği takdirde görevden alınabileceklerinin sinyalini veriyordu. Seçimden kısa bir süre sonra da bu "stratejilerini" yaşama geçirdiler. Ardı ardına çok sayıda HDP'li belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyum atandı. CHP parti olarak utangaç birkaç açıklama dışında bu görevden almalara ve atamalara sessiz kaldı, tepki göstermedi. Oysa, yine en başından beri işin CHP'li belediyelere uzanacağının sinyali de veriliyordu. Bugün geldiğimiz aşama tam da burası.

Bu bir başlangıç mıdır?

Urla sosyolojik açıdan bazı önemli özellikler gösteriyor. Adeta bir “yükselen değer”. Başta İstanbul’dan olmak üzere son yıllarda çok göç alan bir ilçe. Bu göç eğitimli üst orta sınıf göçü. Rejimin baskısından, yaşam tarzlarına müdahalesinden kaçıp biraz nefes almak isteyenlerin yerleştiği bir yer. İzmir üst sınıflarını da çekiyor. Urla’da zengin gettoları oluşmuş durumda. Yaşam tarzları bakımından Bourdieucü anlamda bir sınıf analizini muhteşem bir biçimde yapabileceğimiz sosyolojik sahalardan birisi. Çeşme’den, Alaçatı’dan en büyük farkı da, yazın gelip geçilen bir yer değil, sürekli ikamet edilen bir yer olması. Ayrıca, Urla rantın yüksek ve buna bağlı olarak rant kavgalarının da fazla olduğu bir yer. CHP’nin de Türkiye’de en yüksek oy aldığı ilçelerden biri. Tüm bu açılardan bakılınca CHP kayyumlarının Urla’dan başlamasının stratejik ve sembolik önemi daha iyi anlaşılabilir.

Bugüne kadar kayyumlara karşı çok ses çıkarmayan CHP ve kayyumların bizzat mağduru olan HDP nasıl hareket etmeli?

Urla kayyumu ile birlikte kayyum meselesi ilk defa orta-üst sınıf Türklere de değmiş oldu. Artık öyle bir noktaya gelmiştik ki, HDP’li belediyelere atanan kayyumlar kanıksanmıştı, “bugün de şuraya kayyum atanmış” deniliyor ve unutup gidiliyordu. Şimdilik Urla belediyesine kayyum atanması ile bu durum değişmiş değil. Ben kendi adıma değişiklik de beklemiyorum. Zira, iktidar baskı politikaları açısından özellikle 2015’ten beri şöyle bir yol izliyor: aynı meseleden dolayı uygulayacağı baskı ve şiddeti bir anda ve toptan değil, kademeli olarak ve zamana yayarak uyguluyor. Böylece zaman içinde o baskı ve şiddet kanıksanıyor. İlk başta korkudan dolayı karşı çıkamayanlar, daha sonra da kanıksama nedeniyle adaletsizlikler karşısında ses çıkaramıyor. Bu ihraçlarda, görevden almalarda, kayyumlarda hep böyle oldu. Düşünün ki ilk ihraçlarla son ihraçlar arasında yaklaşık 2 yıl zaman farkı var. 31 Mart seçimlerinden bu yana yaklaşık 9 ay zaman geçmiş. Kayyumlar bu zaman dilimine yayılmış durumda ve daha da yayılacak. Zaman farkı olası tepkiyi dağıtmanın ve emmenin bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.

Ortak bir mücadele üretilebilir mi?

Türkiye’de ortak mücadele de gelişemiyor maalesef. Çünkü toplum küçük parçalara ayrılmış durumda ve bu küçük parçalar kendi içlerine kapanmış halde. Bu ve bir dizi başka nedenle CHP ve HDP’nin kayyumlar karşısında ortak mücadele geliştirebileceği konusunda da iyimser değilim.

Demokrasi sökümü çağında, seçimin içinin boşaltıldığı bir evreden geçiyoruz. Bu Türkiye’de kayyumlarla yapılıyor, başka ülkelerde başka yollarla. Şayet buna karşı ortak mücadele etmezsek, artık oy verdiğimiz, seçtiğimiz temsilcilerin bizi yöneteceğinin hiçbir garantisi yok…