Batuhan KAYA/İz Gazete- Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği, sansürün kaldırılışının 116’ncı yılında düzenlediği programa önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve Medya Ombudsmanı Haluk Şahin katıldı. Soyer, Türkiye Gazeteciler Sendikası İzmir Şube Başkanı Nil Kahramanoğlu’nun moderatörlüğünde gerçekleştirilen söyleşide soruları yanıtladı.
Soyer programda, “Kamu adına yönettiğimiz mali gücü hiçbir zaman silah olarak kullanmadım. Desteğimizle yayınlanan gazetelerde çok ağır eleştiriler oldu asla müdahale etmedim. ‘Devam ederseniz ilanınızı keseriz’ demedim. Değerli dostlarım o gün yaptıklarımızın değerini anlamayanlar zamanı geldiğinde ne yaptığımızı ne yapmaya gayret ettiğimizi mutlaka anlayacaklardır. Meşakkatli, zaman zaman kırıcı olsa da basın özgürlüğünden doğan sıkıntıları gidermenin yolu yine basın özgürlüğünden geçer” diye konuştu.
Basın özgürlüğü arayışı öyle kolay sonuçlanacak bir şey değil
Etkinlikte konuşan BAMAD Genel Başkanı ve İz Gazete İmtiyaz Sahibi Ümit Kartal, “BAMAD geçen yıl kuruldu. Bu da yaptığımız ilk etkinlik, bugün benim için biraz stresli bir gün oldu. Bu gördüğünüz kamp geçen yıl eylül ayının sonunda 1’inci İzmir Basın Kampı olarak gerçekleşti. 120 civarında gazeteci olarak bir araya geldik, ‘yol arıyoruz’ dedik. Şirinler Köyü gibi olmuştuk mavi tişörtlerimizle buluşunca, kırmızı fularıyla kamp alanına giren Haluk Şahin’e de ‘şirin baba’ demiştik. Haluk Şahin çok uzaklardan geldi, kendisine ayrıca bir alkış istiyorum. 4 günün sonunda ‘yol arıyoruz’ diye bir araya geldik ama Haluk ağabey dedi ki ‘yol bulamazsınız, ancak bir patika açabilirsiniz’. Basın özgürlüğü arayışı öyle kolay sonuçlanacak bir şey değil. Bu oturumumuzda, İzmir’de çok az gazetenin örgütlülüğüyle örnek olduğu TGS İzmir Şube Başkanı Nil Kahramanoğlu moderatörlük yapacak. Bir araya gelmenin, mücadele etmenin anlamlı olduğunu düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
Soyer’den Avrupa örneği: İtalya’nın yerel medya çabası
İtalya’nın yerel basını güçlendirmek için gerçekleştirdiği reformları açıklayan Soyer, “İtalya’da 1990’da büyük bir anayasa reformu yapılıyor ve yerel yönetimlerin sıkıntıları çözülmeye başlıyor. Bu yasal düzenleme bölgelerin yasal ve idari düzenlemeleri üstündeki kararları kaldırıyor ve belediyelerin mali özerkliğini güçlendiriyor, biz de ise tam tersi bir süreç yaşanıyor. 2016’da 16 bin köy mahalleye dönüştürülüyor. Köyle ilgili ne kadar kültür varsa bunlar yok ediliyor. İtalya’da reformla birlikte yerel yönetimlere birçok görevin yanısıra iş hayatını destekleyecek faaliyetler yapmasının önü açılıyor hatta sanayinin desteklenmesi konusunda bile yetki veriliyor. İtalya’da 4 kademeli yönetim var, 8 bin 96 belediye var ki bunların 3 bini 3 bin nüfusun altında, 5 bin nüfusun altında 700 belediye var. İdari yapıyı düzenleyen yasal düzenlemelerde ülkeden ülkeye farklılık olsa da yerel yönetimin ağırlığı hiç değişmiyor. Yerel basının vazgeçilmez önemi üzerine bir rapor yazılıyor. Yerel basının Sosyo-kültürel işlevleri arasında yerel kimliklerin desteklenmesi, yerel tarih ve kültürün korunması ve kaydedilmesi, yerel ve bölgesel medyanın vatandaşların korunması, yönetime katılması, kamusal tartışma ve müzakereler için platformlar oluşturulması, hesap vermesini sağlaması, bakış açısı sağlanması gibi işlevleri mümkün kılmak için her ülkede farklı işler yapılmış. Fransa’da kooperatif yöntemiyle bir kurum kurulmuş. Yine Fransa’da yerel basını güçlendirmek için yerel ve bölgesel sübvansiyon kullanılıyor. Hırvatistan’da bazı yerel yöneticiler gençlik, kültür gibi temalar üzerine medyaya doğrudan sübvansiyon veriyorlar. Buna ek olarak özellikle medya için KDV indirimi kullanıyor. On yıllar süren bu hamlelerin arka planında demokrasiyi güçlendirmek iradesi var. Demokrasi 5 yılda bir sandığa gitmek olmadığı için, bunları pekiştirmek gerekiyor” diye konuştu.
“Türkiye’nin önceliği budur”
Yerelde şeffaflık ve katılımcılığın sağlanması için basın özgürlüğünün ve yerel basının şart olduğunu söyleyen Soyer, “Özellikle şeffaflık ve katılımcılık yerel demokrasinin vazgeçilmezleridir. Halkın katılımı başlığı her seviyede yasal güvence altına alınmış. Birçok durumda belediyelerin bağlayıcı bir katılım formu düzenlemesiyle süreç başlıyor. Yerel yönetimler katılım konusunda vatandaşlara birçok hak tanıyor. Kamu kararlarına ve kamusal bilgilere erişim hakkı veriyor. Bir diğer kamu katılım mekanizması da kamu konsültasyonları, soru formları ve benzeri çalışmalar yapılarak yerel yönetimler ile vatandaşlar arasında bağ kuruluyor. Yerel yönetimde katılımcılığı güvence altına alacak bir düzenlemenin olmaması vatandaşın kendine yer bulamamasını sağlıyor. Yerel basının yerel yönetime etki etme gücü çok kısıtlı kalırken yerel yönetimin yerel basına etki etme gücü son derece yükseliyor. Sosyal demokrat belediyecilik için yönetim süreçlerinde ve karar alma mekanizmalarında katılımcılığın önünü açacak bir reform şarttır. Türkiye’nin en öncelikli meselelerinden biri budur. Bu reform gerçekleşene kadar bu reform varmış gibi çalışmak gerekir. Bunu yapmanın önünde yasal bir engel olmadığı gibi sosyal demokrat belediyeciliğin ne olduğunu halka gösterecektir. Bu yaklaşım, şeffaflığın ve halkın haber alma özgürlüğünün gelişmesini sağlayacaktır” dedi.
Soyer’in yerel basına destekleri
İzBB Başkanlığı döneminde yerel basına verdiği destekleri açıklayan Soyer, “Yerel basına sahip çıkmanın, özgürlüğe ve demokrasiye sahip çıkmak olduğunun bilinciyle Türkiye’de fark yaratan bazı uygulamalar yaptık. Bunları övünmek için değil sadece iyi uygulama örnekleri olduğunu düşündüğüm için sizlerle paylaşmak istiyorum.
1- Bizden önce yerel basına verilen ilan desteğini arttırdık. Destek alan basın kuruluşu sayısındaki sınırlamayı kaldırdık.
2- İnternet üzerinden yayın yapan haber sitelerine yasa gereği ilan veremiyorduk ama onların ayda bir çıkardıkları basılı yayınlara her ay düzenli ilan verdik. Böylece hem biz çalışmalarımızı duyurma olanağı bulduk, hem de haber siteleri aylık sabit gelire kavuştu.
3- Günlük yayın yapan gazetelere de ayda en az bir kez ilan verdiğimiz gibi her birinden belli sayıda alarak çalışanlarımıza ve işçilerimize dağıttık. Üstelik bu alımı şirketlerimizin yaptığı toplu sözleşmelere ek madde olarak koyduk. Zaman zaman da anketler yaparak işçilerimizin hangi gazeteleri tercih ettiğini belirledik. Bunu Türkiye’de yapan başka yerel yönetim olduğunu sanmıyorum.
4- İzmir Gazeteciler Cemiyeti iş birliğinde Türkiye’de ilk kez meclis karar özetlerinin yerel basında yayınlanması için bir meclis kararı alıp basın kuruluşlarıyla anlaşmalar yaptık. Böylece hem kent için alınan kararların kentli tarafından incelenip denetlenmesini hem de yerel basının sabit bir gelir kaynağına kavuşmasını sağlamış olduk” ifadelerini kullandı.
“Yeter ki irade olsun”
AKP hükümetinin tasarruf genelgesindeki basına desteği engelleyen hükümlere değinen ve kendi döneminde de aynı minvalde bir genelge yayınlandığını ancak buna rağmen yerel basına desteklerini kesmediğini ifade eden Soyer şöyle konuştu:
“O dönemki Genel Başkanımız bu projeyi Marmaris’te yapılan yerel basın çalıştayında örnek göstermişti. Bir hususu daha dikkatlerinize sunmak isterim. Geçen ay hükümet bir tasarruf genelgesi yayınladı. Yine her zamanki gibi basın da bundan payına düşeni aldı. Bizim dönemimizde yayınlanan bir önceki tasarruf genelgesi de ilanlar başta olmak üzere basın desteklerini engelleyen hükümler taşıyordu. Birçok yerel yönetim bu genelgeyi bahane edip basın desteğini keserken “zimmet çıkar” uyarılarına aldırmadım ve biz aynen devam ettik. Yerel demokrasinin adeta yaşam kaynaklarından biri olan yerel basının ayakta kalması için bu riski almalıydık. Biliyorsunuz, İzmir’de yaşanan depremde belediye hizmet binamız zarar gördü ve çalışanlarımız deyim yerindeyse “sokakta kaldı”. Hemen kriz belediyeciliğini devreye soktuk ve kısa süre içerisinde Kültürpark Hollerde çalışma düzenimizi kurduk. İşte bu sıralarda İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin kendisine ait binaya da çürük raporu verildi. Onlar da “sokakta kaldı”. Cemiyet yönetimi mağduriyetlerini aktardığında bir iş birliği protokolü hazırladık ve bizim basın birimimiz derme çatma binalarda çalışırken cemiyetimize Havagazı Fabrikası içerisinde çok güzel bir yer tahsis ettik ve “Uluslararası Basın Merkezi’ni” hayata geçirdik. Böylece hem Cemiyet yönetimi kendisine bir yer buldu hem de genç gazetecilerin eğitimi ve uluslararası iş birlikleri konusunda önemli bir adım atmış olduk. Yukarıda anlattığım çalışmaların hiçbiri yasalara aykırı değildir. Ancak bir yerel yönetim reformu henüz söz konusu olmadığı için yaptığımız çalışmaları dayandırabileceğimiz yasal dayanaklar da yoktur. Ama buna rağmen bu çalışmalar gerçekleştirilebilmiştir. Kısacası, dayanağını kamu vicdanında, anayasal haklarda ve demokrasinin değerlerinde bulan bu uygulamalar ve daha fazlası Türkiye’nin her yerinde hayata geçirilebilir. Bunlar sosyal demokrat belediyeciliğin yani yönetime halkın katılımının önünü açacak ve bunun mümkün olabilmesi için yerel basını güçlendirecek hamlelerdir ve hiç kimse bunların önünü kesemez. Yeter ki kararlılık ve o demokrat irade olsun. Ancak bir şeyin daha altını çizmeliyim hiçbir zaman “ Ben size destek veriyorum, beni eleştirmeyin” demedim. Kamu adına yönettiğimiz mali gücü hiçbir zaman silah olarak kullanmadım. Desteğimizle yayınlanan gazetelerde çok ağır eleştiriler oldu asla müdahale etmedim. “Devam ederseniz ilanınızı keseriz” demedim. Değerli dostlarım o gün yaptıklarımızın değerini anlamayanlar zamanı geldiğinde ne yaptığımızı ne yapmaya gayret ettiğimizi mutlaka anlayacaklardır. Meşakkatli, zaman zaman kırıcı olsa da basın özgürlüğünden doğan sıkıntıları gidermenin yolu yine basın özgürlüğünden geçer.
“Totaliter bir değişim içerisindeyiz”
Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle yaşanan değişimleri açıklayan Medya Ombudsmanı Haluk Şahin, “Neoliberal-Kapitalist sistem insanların birlikte çözüm aramasını istemiyor fakat neoliberal-kapitalist sistemin özelliği sopa değil ikna kullanmasıdır. Artık akıllı telefonlar var, herkese her istediğimiz an ulaşabiliriz. Fakat pandemiden beri bu işi yapmış insanlar olarak biliyoruz ki insanların bir araya gelmesi aynı şey değil. Bu kampta bunu başardık, bir araya geldik ve karşılık konuştuk. Çok eşit koşullarda karşılıklı olarak konuştuk, gazetecilik öyle bir şeydir. Eskiden stajyer muhabirler ve genel yayın yönetmenleri aynı yemekhanede yemek yerlerdi. Biz akşamları aynı yerlere gidip bir tek atardık. Genel yayın müdürleri ve yazı işleri müdürleri de gelirlerdi. Birbirimizi eleştirirdik. 1980’lerden itibaren gazetelerin içinde lüks barlar kuruldu, muhabirlerin oralara gitmesi hoş karşılanmadı ve bir ayrışma oldu. Bu, gazeteciliğin ruhuna aykırı olan bir şeydir. Basın kampında yeni arkadaşlar tanıdım ve bu şeyleri hissettik. Basın özgürlüğü için kolay bir yol yok. Doğru bildiğimiz yolda yürümeliyiz. Yol diye bir şiir vardır, aynen böyle der ‘yol yok dostum, ayak izleri var’, güzel ayak izleri bıraktığımızı sanıyorum. O da çok önemliydi, bir araya gelmek ve karşılıklı olarak tartışmak, fikir değiş tokuşu yapmak. Tarihin en kritik dönemlerinden birini yaşıyoruz, teknolojik değişim ve dönüşüm dolayısıyla da önemli bir dönem yaşıyoruz. Birazcık dışarıdan bakınca ‘burası neresi?’ diyoruz. Bu değişimin demokratik görünümlü ama sonuçları itibariyle totaliter olabilecek bir değişim içerisindeyiz. Çok kritik bir dönemdeyiz, bu türden kampların yapılmış olması oldukça önemlidir” diye konuştu.
“Sosyal medyayı onlara bırakamayız”
Bugünün en kitlesel iletişim platformu olan sosyal medya platformlarını iktidarlara teslim etmemek gerektiğini söyleyen Şahin, “Sosyal belediyeciliğin bulunmasa da bulmak için büyük bir çaba sarf edeceği bir nimet, sizi hizmet vermek istediğiniz insanlarla karşı karşıya getiriyor. Çok büyük yatırımlara ihtiyaç yok, o kararı vermiş olmanız gerekir. Dünyanın yavaş yavaş o tarafa gitmesi gerekiyor. Sosyal medya şirketleri şu anda dünyanın en zengin şirketleri, hepimizin tahayyül edebileceğini çok ötesinde paralar kazanıyor. Kim veriyor onlara o paraları? Biz veriyoruz. Nasıl? Onların önümüze koyduklarını seyrederek. Bizimle ilgili bilgileri satarak milyarlarca dolar kazanıyorlar ve bizim onlar üzerinde hiç söz hakkımız yok. Sizin ve benim aklımıza gelmeyecek yerlerden giderek, birtakım yerlerdeki içerik üreticilerinin yaratıcılıklarından faydalanarak 2 şey sağlıyorlar, katılım yükseliyor ve toplumu kontrol ediyorlar. Şu andaki Türkiye’nin durumunu düşünün, ABD’nin durumunu düşünün. ABD’deki sosyal medya yayınlarına baktıkça dehşet içinde kalıyorum çünkü ABD tepeden tırnağa silahlı bir toplum, oğlumun kayınpederinin 12 tane tüfeği var. Yarın orada bir hır çıktığı zaman o silahlar kullanılacaktır. Boyuna katliamlar oluyor, koskoca bir ülke anayasamızın 2’nci maddesi herkesin silah taşımasına izin veriyorum. Ya hu bu madde değişemez mi? Sosyal medya belirleyici oluyor ama sosyal medya iyi anlamda da belirleyici olur. Kabahat onu kullananların. Dünya bence son 50 yılın en tehlikeli dönemine girmiş durumdadır. Bunda kısmen dijital medyanın da büyük rolü var. Bütün dünya gerilim içinde, o sırada güvendiğiniz kurumların hiçbiri işlemiyor. BM işlemiyor, AB işlemiyor, Afrika’da kimin sözü geçiyor? İtalya’da bir faşist başta, Fransa’da az kalsın geliyorlardı. Böyle bir dönemde medyanın sorumluluğu artıyor ama özellikle kişisel olarak hepimize ulaşmanın gücü olan sosyal medyanın gücü de artıyor. Orayı bırakamayız çünkü onlar oradalar. Çıkıp, ‘Ulan palavraya bak ya’ demek çok önemlidir aksi halde komplolar kurar ve istediklerini yaparlar” dedi.