İzmir Barosu’nun düzenlediği ‘Faşizmin Hedefinde Barolar ve Avukatlar’ buluşmasında CHP Milletvekili Av. Mahmut Tanal, Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Bahar Gültekin Candemir, İstanbul Barosu Başkanı Av. Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, İzBB Başkanı Dr. Cemil Tugay’ın yanı sıra çok sayıda avukat katıldı. Salonda protokolden üç koltuk tutuklu bulunan TİP Hatay Milletvekili Av. Can Atalay, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve Av. Fırat Epözdemir için ayrıldı. Konuşmacı olarak katılan dört önemli avukat, Anayasa’ya karşı tavır alan iktidarı eleştirirken sürecin takipçisi olacaklarının altını çizerken mevcut sistemin bir an önce parlamenter sisteme geçilmesi gerektiğine dikkati çekti.

Avukatı etkisizleştiren bu sistemin adı faşizmin ta kendisidir

CHP’li Av. Mahmut Tanal, yaptığı konuşmada mevcut sisteme ‘faşizm’ ismini vererek “Avukatı etkisizleştiren bu sistemin adı faşizmin ta kendisidir. Savcının hakları ve yetki ineyse benim meslektaşlarımızın da hakkı ve yetkisi eşittir. Meslektaşlarımızın oturma düzenleri hakim ve savcıyla eşit mesafe ve aynı hizada olmalıdır. Bu uygulamanın da bir an önce Türkiye’de düzelmesi lazım. Bu rejim ve demokrasi açısından da kötü bir uygulamadır. Yani sanki avukatlar bundan sonra kendilerini korumak ve dolamak için bu atış holiganlarında eğitimesi gerekiyor. sürekli avukatlara bir saldırı var. Avukatların can ve mal güvenliği yok. Neden avukatlar öldürülüyor, sebebi ne? Katledilen avukat arkadaşlar bir adalet şehididir. Bu anlamda avukatı korumayan bir devlet adaleti tesis edemez. Bir evletin adaleti sağlamamış için önce avukatı koruması lazım. Avukatlar sistematik bir şekilde saldırıya uğruyor” ifadelerini kullandı.

İzmir’de sessiz direniş: Özgürlük için ilmek ilmek mücadele ediyoruz, boykotu örüyoruz İzmir’de sessiz direniş: Özgürlük için ilmek ilmek mücadele ediyoruz, boykotu örüyoruz

Hem adalet bekleyeceksiniz hem de her yanına barikat koyacaksınız

CHP’li Av. Mahmut Tanal, “Biz avukatlar, konuşamazsak adalet de konuşmaz. Bizler sadece biz değil, halkın haklarını da kaybederiz. Bireylerin değil toplumun sesi, adaletin vicdanı, hukukun güvencesidir avukat. Bu başlık ise zaten faşizmin olduğu rejimde avukatlar ve barolar hedefte olur. Demokrasilerde avukatlar hedefte olmaz. Bu başlık ise bilinçli olarak bilinmiş. Bir ülkede demokrasiye karşı geliniyorsa avukatların haklarına, özgür olup olmadıklarını bakacaksınız. Ankara Barosu’nda kısmen barikat var. İstanbul Adliyesi’nin her bölgesinde barikatlar vardır. Adliyenin olduğu yerde barikat olmaz. Hem adalet bekleyeceksiniz hem de her yanına barikat koyacaksınız. Tim polislerinin İstanbul adliyesinde içerisinde ne işi var? Polis timinin sınırlarda hassas noktalarda olması gerekirken adliyedeki savcıya, hakime gözdağı verme dışında başka hiçbir şey anlam ifade etmiyor. Adalet bakanlığı; umarım hakim savcılar kurulu, emniyet ve içişleri ile cumhurbaşkanlığına çağrımdır, adliye içerisinde özel polis timlerinin esas görevlerini Anayasal çerçevesinde yerine getirmesi gereken yerlerde olmaları olur. Adliyelerdeki o barikatların kaldırılması lazım” dedi.

Biz avukatlar kimsenin varisi olmadık ve kimseye de itaat etmeyeceğiz

CHP Milletkili Av. Tanal, sözlerinin devamında avukatlık mesleğinin ülkede zor olduğuna değinerek “Türkiye’de avukatlık yapmak sadece bir meslek değil, adeta bir mücadele alanı haline geldi. Her gün duruşma salonlarında, adliyede, cezaevlerinde birçok cephede avukatlar mücadele ediyor. Avukatların hakları da yok sayılıyor. Bu haklar ise kendi özel hobiler için değil, halkın temek hak ve özgüllerini savunmak için Anayasa’yı ve kendi hak ve özgürlüklerini savunmak içindir. Biz avukatlar kimsenin varisi olmadık ve kimseye de itaat etmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

Avukat müvekkiline ulaşamıyorsa o sistem çürümüştür

CHP’li Av. Tanal, avukatların duruşma salonlarından atıldığının altını çizerek “Bu güne kadar duruşma salonlarında avukatların savunmaları da tutanaklara geçiriliyor. Avukatlar mahkeme salonlarında dışarı atılıyor. Geçen hafta da yaşandı. Duruşma öncesinde hakim, savcı; avukatı görmeden şüphelinin ifadesini alıyor. Avukatı çağırmadan arkada kapıdan ifadesi alınıyor, imzası alınıyor, karar ise şüpheliye okunuyor, avukata değil. Bu durum ise şunu gösteriyor. Ya avukatın yüzüne bakılacak bir karar yok veyahut da avukat itibarsızlaştırılıyor. Bu uygulamalar ise keyfidir. Kabul etmiyoruz. Eğer avukat yoksa o yargılamada aciliyet olmaz, aranmaz. Oysaki mahkeme salonlarında iktidarın ya da iddianamenin değil, avukatın o salonda olursa o imana bir kararlılık ifade edilebilir. Avukatlar müvekkiline ulaşamıyor. Bir avukat müvekkiline ulaşamıyorsa o düzen çürümüş demektir. Bir ağaç meyveler çürümüşse o ağaçtan meyveler sallanırsa düşer. Bu sistem ise uda bir sallamaya tek tek dökülür. Bu sistemi iğne ve iplikle dikmeye çalışsanız dahi dikiş tutmaz zaten tek tek dökülüyor. Bu ülke parlementer sistemi dışında huzura kavuşmazsa; ne yargı ne genci ne emeklisi ne gazetecisi ne avukatı da huzura kavuşmaz” dedi.

Avukat özgür değilse kimse özgür değildir

Tanal, şöyle konuştu: “AKP’nin ve MHP’nin gençlik kollarından alınmış ve gençlere saldıran polisler var. Hatta bunlar gençlerin arasına girip onların polislere saldırmalarını sağlıyor ve kaçıyorlar. O gençler de keklik gibi avlanıyor. Otobüste kamera kayıtlarının olması gerekirken kamerayı kayıttan çıkarıp 7-8 saat otobüste bekletiyorlar. Bunların karşısında siz kahraman hukukçulara teşekkür ediyorum. Sizler bunları deşifre ettiniz. Mümkün olduğuncaya kadar bu kamu hizmeti güden arkadaşlar da elinden geleni yaptılar. Bizler de üzerimize düşen ne varsa yapacağız. Avukatlarımızın ve gençlerimizi yanında durmamız gerekiyor. Savunmanın olmadığı yerde hukuk da adalet de olmaz. Avukat özgür değilse kimse özgür değildir.”

Çözüm için asla umutsuz, karamsar değiliz

Tanal, ayrıca çözüm için bir kaç öneri sunarak “Çözüm için asla ve asla umutsuz, karamsar değiliz. Birincisi, mücadele edeceğiz, ikincisi susmayacağız, teslim olmayacağız, adliyede sokakta, kürsüde savunamın onuru için konuşacağız ve birlikte sesimizi yükselteceğiz ki kimse bu mesleği susturamayacak” dedi.

Bu uyarıcı başlık, düşündürücü olsun

Av. İbrahim Kaboğlu, yaptığı konuşmada “Baro başkanı seçildikten 2022-2024’ten bu yana hiçbir davete ‘evet’ diyemedim. Yani İstanbul Barosu ve haliyle görevlerimiz dışında hiçbir yerde konuşma yapamadım. İlk defa İzmir Barosu’nun çağrısına olumlu yanıt verdim. İyi ki olumlu yanıt vermişim. İnanıyorum ki İzmir Barosu’nun toplantımız için ön gördüğü başlık, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu özetlesin. Ve bu uyarıcı başlık, düşündürücü olsun. Bundan böyle biz hukukçular için özellikle yeni mücadele yol ve yöntemleri için ışık tutsun. Türkiye Cumhuriyeti, aslında birikimi çok yoğun olan bir devlet. Yalnızca 100 yıl değil, bu birikim 200 yıla kadar dayanıyor. 19. yüzyılın başında bu yana anayasal ve siyasal demokratik, insan hakları alanlarından güçlü birikimlerimiz var. Kazanımlarımız var. Bugün gelinen eşik itibarıyla bakıldığında acaba hiç kazanımı olmayan bir toplum mu, devlet mi biçiminde soru sorulabiliyor. Tarihimizde kırılmalar oldu. Aslında bu kırılmalar iç içe oldu ve her kırılma da sürekliliği beraberinde getirdi. Müdahale ve askeri darbeler biter oldu. Bu konuda bir hukuk devleti, bir demokratikleşme hedefleri konusunda ilerlemeler de oldu. 2017 yılında bir kopma oldu ve bir tür reddi miras meydana geldi. 2017 Anayasa değişikliğini Cumhuriyet anayasacılığın değişimi oldu. Ve 200 yıllık hukukileşme, kurumsallaşma ve demokratikleşme mirasının reddi olarak görülebilir. Son 40 yılda 1987’den 2025’e kadar aslında anayasal ve siyasal mirasta bir zirveye doğru gidiş söz konusu anayasanın uzlaşmacı bir yönetimsel gelişmesini sağlamış, 1987 anayasadan iktidarın dengeleşmesi ve hak ihlalleri yer aldı” dedi.

Buradaki başlıca kazancımız özgürlüklerin Anayasa’da yer alıyor olması

Başkan Kaboğlu, “2007’den sonra 2017’de kadar iktidarın kişiselleşmesi ve kişi iktidarının fetişleştirilmesi, yani kişi iktidarına tapanlar yer aldı. Siyasal karar alma düzenekleri tasfiye edilip hesap verme hükümeti ortadan kaldırıldı. Bu otoriter Anayasal düzenleme de fiili durumla ileriye taşındı. Aslında 2017 yılında parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme adını vereceğimiz bir kurgu oldu. 2018 uygulanması ise son 3 hafta boyu tanık olduğumuz anayasa ve hukuk dışı, keyfi şiddet uygulayan, zorbalık ve insanlığı aşağılayan, onlara kötü muamele eden işkenceyi meşrulaştıran bir sürece girmiştir. Yakın tarihte değindiğim 1982 Anayasası’ndaki ikili değişimin bir asimetriğinin yanı sıra siyasal uzlaşma, toplumsa gereksinimlerle, sonuç olarak iktidarın pekiştirilmesi oldu. Dayatmacı yönetlemle bir anayasamızda var olan demokratik hükümler, 2017’de getirilen otorite ve üçüncüsü ise otoriter hükümetle oraya koyulan bugünkü tanık olduğumuz keyfi hükümler oldu. Buradaki başlıca kazancımız özgürlüklerin Anayasa’da yer alıyor olması. Özgürlüklerini kullanan kişiler de anayasal haklarımızı sahiplenecek. Sanatçılar ise bir umut işaret verdi. Toplumumuzdaki sanatçıların ise anayasal özgürlüklerinin kullanıldığını belirtmesi istisnai bir durum oldu” şeklinde konuştu.

Türkiye’de 200 binin üzerinde avukat var

Av. Kaboğlu, “Türkiye’de 200 binin üzerinde avukat var. Ve stajyerlerle birlikte giderek sayıları artıyor. 81 baro ise Türkiye Barolar Birliği şemsiyesi altında daha güçlü bir şekilde bulunuyor. Geçen hafta 5 Nisan’da avukatlar gününde bütün avukatlar savunma için toplu olarak yürüdüler ve savunmayı savunmaları Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bütün hak ve özgürlüklerini savunmak anlamına geliyor. Keyfi yönetimin de sınırlarının olduğunu ortaya koyan bir kolektif tavırdı. Gelinen eşikte aslında 2017’de belirttiğim gibi yasama, yürütme, yargı ayrımında yürütme ilk defa devlet başkanlığı ve hükümet lağvedildi ve bir kişide birleşerek parti başkanlığı oldu. Yasama parti başkanının direktifi yolunda yasama yapıyor yargı aynı doğrultuda karar verirken savunma ise direniyor. Hukuktan korku çok büyük. Bizler ise Anayasa’ya savunmamız gerekiyor” şeklinde işaret etti.

Savunma hakkı ise teminatımızdır

Av. Bahar Candemir, “Türkiye zor günlerden geçiyor. Hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ihlal eden pek çok uygulama ile karşı karşıyayız. Yargının araçsallaştığı, başta Can Atalay olmak üzere avukatların, basın mensuplarının, seçilmişlerin, üniversitesi öğrencilerinin, yurttaşların ifade özgürlüğü Anayasal hakları ihlal ediliyor. Fiilen yargının yürütme karşısında bağımsızlığı da ortadan kalkmış oluyor. Yurttaşların temel hak ver özgürlükleri bakımından bu bir tehdittir. Yargının, yürütmenin direkt açık hedef haline geldiği ve doğrudan etkilendiği gösteriyor. Hepimiz biliyorsuz ki avukatlar olarak savunma hakkının temsilcileriyiz. Savunma hakkı ise teminatımızdır. İnsan haklarını korumak ve işlevlik kazanması da yer alıyor. Aslında baroları işlevsizleştirilmek suretiyle toplumu susturup adalet, hukuk arayışlarına karşı bir susturma girişimi var. Biz avukatlar ne pahasına olursa olsun bedeli özgürlüğümüz de olsa hukukun üstünlüğünü savunmaya devam ediyoruz. Bir ülkenin demokratik bir ülke olduk olmadığının en temel gösterdiği savunmanın nerede olduğudur. Savunma ülkenin merkezindedir. Yaşamıyla da oldu gibi hukuk devleti mücadelesinde bedeli hayati önem de taşıyor. bu bir kuraldır. Akademik çevrelerin tartıştığı bir kuraldır. Bürokrasi eliyle bu kent aktive edilirken yönetenlerin de cezai sorumluluğu yok. Hukuku korumak insanlığı savunmaktır. Biz savunmanın özgülüğü ve hukuka saygı yürüyüşünde sadece mesleğimiz ve barolarımızın özgürlüğü, özerkliği irade olması yanı sıra bu ülkeden her yaştan yurttaşlarımızın savunmasında bedeli ne olursa olsun mücadelemizi göstereceğiz. Bu ülkenin asıl beka sorunu hukuksuzluktur. Vatanı korumak hukuku korumaktır, savunmaktır” ifadelerini kullandı.

Barolar bu konuda çok önemli sınavlar verdi

İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, “Ne yazık ki faşizmin sağanak yağışa dönüştüğü bir süreçteki ve şemsiyemizi açıp birbirimize yanında direnme zamanıdır. Ne yazık ki bu güne kadar gelinen süreçte en azından barolar bu konuda çok önemli sınavlar verdi. Bu sınavların en önemlisi de 20 Mart’ta başlayan boykot aşamasında gördük. Hastanelerde, adliye ve cezaevinde gördük bu adaletsizliği. Sözel, ekonomik ve hukuksal bir şiddet var bunu da reddediyoruz, direniyoruz ve mücadele ediyoruz. Bu mücadelede nasıl bir tavır alınması gerektiğini anlatmamızda bir konferans olacaktır” ifadelerini ekledi

Muhabir: TURGAY KILIÇ