Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yeni romanı “Jamal” 25 Nisan’da okurla buluşuyor.

Edirne Cezaevi’nde 4 Kasım 2016’dan beri tutulan HD Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Jamal” adıyla yeni bir roman yazdı. Jamal; “Seher,” “Devran” ve “Dad” öyküleri ve “Leylan,” “Efsun,” “Arafta Düet” romanlarından sonra Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı yedinci kitap oldu.

Dipnot Yayınları, Jamal’ı Demirtaş’ın doğum günü olan 10 Nisan’da duyurdu.

Yeni roman politik ve toplumsal eleştiriler içeriyor

Demirtaş’ın yeni romanı “Jamal”, “modern” insanın özgürlük, mülkiyet ve tüketim gibi temel kavramlarla ilişkisini sorguluyor. Tanıtım metninde, romanın günümüz toplumunu etkisi altına alan “yeni barbarlık” iklimine dikkat çektiği ve insani değerlerin yalnızca sokakta ayakta kalabileceğini anlattığı vurgulandı. Roman, yoksulluk, sürgün ve kıyım gibi toplumsal olgulara da temas ediyor.

Kitap, toplumsal eleştiri, politik gönderme ve güçlü karakter anlatımıyla öne çıkıyor. Demirtaş’ın cezaevinde hazırladığı 50×70 cm boyutundaki tuval üzerine akrilik çalışması da romanın kapağında yer aldı.

Selahattin Demirtaş, “Jamal” adlı romanını babası Tahir Demirtaş’a, dayısı Alaattin’e ve yeğeni Fırat’a ithaf etti. 

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanı sinemaya uyarlanıyor: Yazarın ailesiyle görüşüldü Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanı sinemaya uyarlanıyor: Yazarın ailesiyle görüşüldü

Romanda sokakların dili anlatılıyor

Romanın bir bölümünde, sokakta karşılaşılan bir karakterin gözünden insanlık durumları anlatılıyor. Hikâyede, yoksulluk ve çaresizlik içindeki bir çocuğun yaşadığı duygusal anlar betimleniyor. Karakterin utangaçlığı, açlığı ve iyiliğe verdiği tepki, yazarın insan odaklı anlatımını güçlendiriyor.

Demirtaş, romanında sokakları sadece bir mekân değil, aynı zamanda özgürlüğün sembolü olarak sunuyor. “Sokağın sesine kulak vermek değil, o sesin kendisi olmak gerek” sözleriyle, okuyucuyu sokağın direnciyle yüzleşmeye davet ediyor.

Kitaptan bir bölüm:

Onunla bir çöp bidonunun başında tanıştım; çekingen, utangaçtı. Aç olduğu her halinden belliydi, yine de çöpü karıştırıp karıştırmamakta kararsızdı. … Kapkara gözlerinin feri sönmüş, omuzları çökmüş, dudakları çatlamıştı. Çöpten bulup çıkardığım ilk yiyeceği ona uzattım; tereddüt etti, gözleri doldu, boğazı düğümlendi. Verdiğim mısır ekmeğinden ısırırken onu adeta incitmemeye çalışıyordu, belli ki ‘nan’ın kıymetini biliyordu, ‘nankör’ değildi yani. Birkaç parça daha yiyecek tutuşturdum eline; ilk defa gülümsedi, bembeyaz dişleri yüzünü aydınlattı. Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.

Düşenlerin, sürülenlerin, yersiz yurtsuz bırakılanların, içlerinde bir anda ‘tık’ diye bir şeyler kopanların, acımasızca işleyen bir çarkın dişlilerinde öğütülenlerin son sığınağıdır sokak. Orada insan olmanın/insan kalmanın, dayanışmanın, bir dilim ekmeği paylaşmanın mutluluğu da yaşanır; yüzüstü bırakılmanın, tepetaklak yere çakılmanın acısı da. İnsanların en güzel hallerine de tanık olunur, en kötücül hallerine de. Ama sokağın ‘sesine’ kulak vermek değildir aslolan, o ‘sesin’ bizzat kendisi olmaktır.

Sokak özgürlüktür çünkü, özgürlük sokaktadır.

Kaynak: HABER MERKEZİ