Şiirin “zincir kıran”ı, “kasket giydiren”i, “sivilleştiren”i, “açıkhava ozanı” diye anılan Orhan Veli’nin bugün 111. doğum günü. Tabii o yalnız doğum günlerinde değil, günlük yaşamın içinde misal, Boğaz’da vapurla karşıya geçerken, martıların sesini duyduğunuzda dizeleriyle hep yanınızda olur. Sokakta yürürken ansızın dilinize dolanan bir mısra, güzel bir havada hatırladığınız bir dize Orhan Veli’nin yaşadığının da göstergesi…
Orhan Veli, hayat dolu şiirleriyle ve yenilikçi ruhuyla daima hatırlanıyor; bedava yaşamaya, güzel havalara, İstanbul’a ve aşka dair dizeleri dillerden düşmüyor.
Orhan Veli, 36 yıllık ömründe şiire yeni bir yön vermiş, Garip akımı ile edebiyatta kalıcı bir devrim yapmıştı. Şiiri kalıplardan kurtarıp sokağın diline yakınlaştıran şair, mizahı, hüznü, aşkı ve İstanbul’u aynı potada eriten eşsiz bir üslûp geliştirmişti.
111. doğum gününe özel Orhan Veli’nin yaşamını, şiir anlayışını ve şiirlerinin neden bu kadar çok sevildiğini araştırdık.
Yaşam yolculuğu Beykoz’da başladı
Orhan Veli, 13 Nisan 1914’te İstanbul’un Beykoz ilçesinde dünyaya geldi. Babası Mehmet Veli Bey, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası’nda şeflik yapmış bir müzisyendi; annesi Fatma Nigâr Hanım edebiyatsever bir İstanbul hanımefendisiydi.
Şair, ailenin üç çocuğundan biri olarak özgür ve kültürlü bir ortamda büyüdü. Eğitimine İstanbul’da Akaretler İlkokulu’nda başladı, ardından Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmında yatılı okudu. 1925’te ailesiyle Ankara’ya taşınan Orhan Veli, orta öğrenimini Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladı.
Bu yıllarda edebiyata ilgisi filizlenmeye başladı; sınıf arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile tanışarak dergiler çıkarmaya koyuldu. Lise yıllarında, ünlü edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi oldu ve arkadaşlarıyla “Sesimiz” adlı bir dergi yayımladı.
1932’de liseden mezun olan Orhan Veli, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında öğrenci derneği başkanlığı yaptı ancak öğrenimini bitirmeden 1935’te okuldan ayrıldı. Okuldan ayrıldıktan sonra geçimini sağlamak için Galatasaray Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yaptı.
1936’da Ankara’ya dönerek PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği’nde memur olarak çalışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında askerliğini Gelibolu’da yaptı. Savaştan sonra Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çevirmen olarak görev aldı; Fransızcadan önemli klasik eserleri Türkçeye kazandırdı.
Şairin özel hayatında en büyük tutkulardan biri İstanbul’du. Çocukluğu İstanbul’un Beykoz, Beşiktaş, Cihangir semtlerinde geçen Orhan Veli, Ankara’da yaşasadığı dönemde sık sık İstanbul’u ziyaret etti. İstanbul’un sokakları, Boğaz’ın kokusu ve şehrin insanları, onun şiirlerinde ilham kaynağı oldu.
Varlık ve Yaprak dergileri dönüm noktası oldu
1940’larda edebiyat çevrelerinde aktif olan şair, Varlık gibi dergilerde yayımlanan şiirleriyle ün kazanırken, 1949’da Ankara’da tek yapraklık “Yaprak” dergisini çıkarmaya başladı.
Yaprak, on beş günde bir yayımlanan dört sayfalık bir edebiyat gazetesiydi ve Orhan Veli hem sahibi hem yazı işleri müdürü olarak maddî-manevî tüm yükünü üstlendi.
Dergi, siyasi ve toplumsal taşlamalar da içeren cesur içeriğiyle dikkat çekti ancak maddî zorluklar nedeniyle 28 sayı sonra, 1 Haziran 1950’de kapanmak zorunda kaldı.
Orhan Veli’nin fikir adamı yönü, özellikle Yaprak sayfalarında yayımladığı yazılarla belirginleşti. Varlık ve Yaprak dergilerinin yanı sıra İnsan, Ses, Gençlik, Küllük, İnkılâpçı Gençlik dergilerinde şiirleri ve yazıları basıldı.
Garip akımı: Sokaktaki adamın sesini şiire taşıdı
Orhan Veli, 1940’lı yıllarda Türkçe şiirde devrim sayılan Garip (Birinci Yeni) akımının kurucularından biri!.. 1941 yılında yakın arkadaşları Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile birlikte yayımladıkları “Garip” adlı şiir kitabı, bu akımın manifestosu kabul ediliyor.
Kitapta Orhan Veli’nin 24, Oktay Rifat’ın 21 ve Melih Cevdet’in 16 şiiri yer alıyordu; eserin önsözünü de Orhan Veli yazarak geleneksel şiire meydan okuyan yeni şiir anlayışını (poetika) açıkladı.
Garip akımı, 1941’den 1950’ye uzanan kısa sürede Türkçe edebiyatta büyük etki yarattı ve edebiyat tarihinde iz bıraktı.
Garip şiirinin temel felsefesi, “eski olan her şeyi, bütün şiir geleneğini atmak” şeklinde özetlenebilir.
Orhan Veli ve arkadaşları, şiiri saray edebiyatının ağır dilinden ve kalıplaşmış estetik kurallarından kurtarmak istedi. Bu doğrultuda hece ölçüsü ve aruz vezni gibi geleneksel ölçüleri bütünüyle reddetti.
Orhan Veli, kafiyeyi ilkel bulduğunu; mecaz, teşbih (benzetme), mübalağa (abartma) gibi söz sanatlarının ise şiir için gereksiz süsler olduğunu açıkça dile getirdi. Ona göre şiir, günlük konuşma diline yaklaşmalı ve sıradan insanın söyleyişini yansıtmalıydı.
Nitekim Garip akımı şiirlerinde süslü ve ağdalı Osmanlıca yerine sade, anlaşılır bir Türkçe kullanıldı. Şiirde o güne dek tabu sayılabilecek derecede basit konular ve kelimeler cesurca işlendi. Orhan Veli’nin şiir anlayışı, halkın gündelik yaşamından kesitleri ve “sokaktaki adamın” sesini şiire taşımaktı.
Bu nedenle şiirlerinde “küçük adamın” dertleri, sevinçleri, sıradan hâlleri büyük bir samimiyetle yer buldu. Şair, “Yeni bir zevk ortaya çıkarabilmek için eski olan her şeyden uzak durmaya” özen gösterdi.
Biçimde getirdiği bu yenilik, teknik açıdan şiir yazımındaki bazı imkânları kısıtlasa da (ölçü ve uyak gibi), Orhan Veli ele aldığı konular ve kullandığı sözcüklerle şiirde kendine özgü yeni alanlar açmayı başardı.
İlk dönem şiirlerinde Fransız sembolist şairlerin (Baudelaire, Verlaine, Rimbaud vb.) ve Ahmet Haşim gibi isimlerin etkisi görülürken, Garip ile birlikte tamamen özgün bir çizgi yakaladı.
Halk, ilk kez kendi hayatından dizelerle şiire bu denli yakınlaştı
Serbest vezinle yazdığı şiirlerde kimi zaman bir sokak satıcısının sesi, kimi zaman bir memurun günlük telaşı, kimi zaman da bir çocuğun masum bakışı duyuldu.
Orhan Veli ve Garipçiler, şiirde sıradan konuşma dilini kullanarak âdeta “şairane olana” karşı bir duruş sergiledi.
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Garip akımı şairleri, espri, ironi ve günlük konuşma üslûbunu şiire başarıyla uyguladı. Orhan Veli, “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirinde bir mezar taşı yazıtını canlandırarak sıradan bir memurun hayat hikâyesini mizahî bir hüzünle anlattı.
Yine “Vatan İçin” şiirinde sadece birkaç dizeyle vatanseverlik nutuklarına eleştirel bir gönderme yaptı:
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.
Orhan Veli’nin İstanbul’u
Orhan Veli, dendiğinde akla ilk gelen temalardan biri “İstanbul aşkı.” İstanbul’da doğup büyüyen şair, bir dönem Ankara’da yaşadı. Ancak yüreğinin bir yanı hep doğduğu yerde, İstanbul’da kaldı.
“İstanbul’u Dinliyorum” şiiri Orhan Veli’nin İstanbul’a olan hayranlığının en güzel örneklerinden:
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı...
İstanbul sevgisi, Orhan Veli’nin deniz özlemiyle de yakından ilintili. Ankara’da yaşadığı yıllarda şair, denizden uzak olmanın hüznünü sıkça dile getirdi:
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
“Bakar bakar ağlarım”.
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lâpinaların en harelisi...
Hâlâ tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle açıklara
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.
Şiirlerinde sevda tınısı
Orhan Veli, günlük hayatı şiire taşıdığı kadar insan ruhunun en derin duygularını da dizelerine yansıttı. Bunların başında aşk ve özlem temaları geliyor. Şair, kendi yaşantısındaki aşk acılarını, özlemlerini ve duygusal gelgitleri sade ama çarpıcı bir üslupla işledi.
Şairin aşk temalı en bilinen şiirlerinden biri ise “Anlatamıyorum” şiiri:
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum…
“Gizli sevgilisi” Nahit Hanım
Şairin en kapsamlı aşk temalı şiirlerinden biri ise ölümünden sonra yayımlanan “Aşk Resmi Geçidi” şiiri oldu.
Şiirin sonunda sözünü ettiği “hiçbirine bağlanmadığım kadar bağlandığım, sade kadın değil insan, ne kibarlık budalası, ne malda mülkte gözü var, hür olsak der, eşit olsak der...” diye tarif ettiği kişi ise edebiyat tarihçisinin kitaplarına Nahit Hanım olarak düştü.
Orhan Veli, edebiyat dünyasında Nahit Fıratlı (Nahit Hanım) ile yaşadığı gönül ilişkisiyle tanındı. Nahit Hanım, dönemin birçok şairinin hayranlık duyduğu, kültürlü bir edebiyat öğretmeniydi ve Orhan Veli’nin “gizli sevgilisi” olarak anıldı.
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektuplar ve şiirler, ölümünden yıllar sonra ortaya çıkarak “Yalnız Seni Arıyorum” adıyla kitaplaştırıldı. Şair, Nahit Hanım’a derin bir aşkla bağlı olsa da bu aşk evlilikle sonuçlanmadı; ikilinin ilişkisi Orhan Veli’nin ölümüyle yarım kaldı.
Orhan Veli, şiirin yanı sıra düz yazı(nesir) alanında da eserler verdi. Günlük hayatı mizahî bir dille anlattığı kısa öyküleri ölümünden sonra “Hoşgör Köftecisi” adıyla kitaplaştırıldı.
Ankara’da belediye çukuru: 36 yıllık ömrünün sonu
Şair, Kasım 1950’de Ankara’ya yaptığı bir ziyaret sırasında talihsiz bir kaza geçirdi. 10 Kasım 1950 gecesi, Ankara’da karanlık bir sokakta belediyenin kazdığı açık bir çukura düşerek başından hafif yaralandı.
İlk anda ciddi bir durum olduğu anlaşılmadı ve Orhan Veli iki gün sonra İstanbul’a döndü. Ne var ki 14 Kasım 1950’de İstanbul’da bir arkadaşının evindeki öğle yemeği sırasında fenalaştı ve hemen hastaneye kaldırıldı. Doktorlar başlangıçta alkol zehirlenmesinden şüphelense de aslında şair, düşme sonucu oluşan beyin damarındaki hasar nedeniyle beyin kanaması geçiriyordu…
Aynı akşam saat 20.00 sıralarında komaya giren Orhan Veli, 14 Kasım 1950 gecesi saat 23.20’de, henüz 36 yaşındayken Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
Bu ani vefat, edebiyat dünyasında derin bir üzüntü yarattı. Ertesi gün Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Orhan Veli’nin naaşı, çok sevdiği Boğaz’a nazır Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Neyzen Tevfik, Kanık’ın ölümünün ardından yaptığı açıklamada, “Yaprak’ından yararlandığımız verimli bir dal ansızın kırıldı, düştü. Toprağa, doğanın ta koynuna girdi.” derken, Nâzım Hikmet ise “Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz.” ifadelerini kullanmıştı.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Büyük bir şair, büyük bir edip, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir insanı kaybettik.”, Kanık’ı 12 yaşından beri tanıyan Ahmet Hamdi Tanpınar ise “Çok severdim. Şiirin büyük damarından gelme bir şairdi. Böylelerinin hayatı kendisini yakarak bulur.” demişti.
Orhan Veli, kısa ömrüne rağmen Türkçe edebiyatta çığır açıcı bir etki bıraktı. Vefatından sonra arkadaşları, onun anısına “Son Yaprak” adlı tek sayılık bir dergi çıkardı ve bu özel sayıda Orhan Veli’nin daha önce yayımlanmamış “Aşk Resmigeçidi” şiirine de yer verdiler.
Unutulmaz Orhan Veli şiirlerinden bir seçki
Gün Olur
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...
***
Güzel Havalar
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
***
Bedava
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
***
Sere Serpe
Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
***
Gemliğe Doğru
Gemliğe doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma.
***
Giderayak
Handan, hamamdan geçtik
Gün ışığındaki hissemize razıydık
Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?
***
Delikli Şiir
Cep delik, cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik,
Kevgir misin be kardeşlik!
***
Birdenbire
Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.
Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.
***
Yaşıyor musun?
Takmaya çalışırken kuyruğunu
Birlikte yaptığımız şeytan uçurtmasının
Görürdüm çırpınırdı ufacık kalbin.
Hatırımdan bile geçmezdi
Sana duyduklarımı söylemek.
Acaba hâlâ yaşıyor musun?
***
Baharın İlk Sabahları
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.
Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: 'Sıkıntılar duradursun!'
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.