Özellikle Sivasspor’un Fenerbahçe ile oynadığı maçta, “Doğal olan normal doğumdur” yazılı pankartla sahaya çıkan takım, kadınların doğum tercihlerine müdahaleci ve baskılayıcı yaklaşımı nedeniyle eleştirildi. Kadın hakları savunucuları ve futbolseverler, böyle bir mesajın, kadınların bedenleri üzerinde söz sahibi olmaları gerektiği ilkesini zedeliyor olarak değerlendiriyor.
“Çekin o ellerinizi bedenlerimizden…”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İzmir Temsilcisi Tülin Osmanoğulları, Sivasspor maçında 11 erkek futbolcunun “doğal olan normal doğum” pankartıyla kadınlara nasıl doğurması gerektiğini söylemesinin ardından yaşanan olayları sert bir dille eleştirdi.
Osmanoğulları, “Yıllardır ülkemizde futbol sadece bir spor olarak kullanılmıyor. İşsizliğin ve yoksulluğun pençesinde olan halkı, yaşamlarındaki gerçek sorunları düşünme ve tepki verme özgürlüğünden mahrum bırakan bir apart olarak kullanıyorlar. Önemli derbi maçlarının olduğu akşamlarda yaşanan büyük zamlar gibi, futbol sahasında da farklı siyasetin ve ideolojinin acımasız yansımaları görülüyor” dedi.
Sözlerine devam eden Osmanoğulları, “Sivassporlu futbolcuların ‘doğal olan normal doğum’ pankartıyla maça çıkması, bize futbolun sadece futbol olmadığını gösterdi. Bu pankart, siyasi iktidarın kadınların bedenlerine ve haklarına yönelik politikalarında açıkça yer alan cinsiyetçi söylemin bir parçası haline geldi. Stadyumun %98’ini erkek seyircinin oluşturduğu bu ortamda, cinsiyetçi küfürler de havada uçuşuyor; 11 erkek futbolcunun kadınlara nasıl doğurmaları gerektiğini söylemesi ise, kadınların insan haklarına ve özgürlüğüne adeta bir hakaret niteliğinde” şeklinde konuştu.
Osmanoğulları ayrıca, “Sağlık Bakanlığı, doğum oranlarının hesaplarını verememişken; okula giden çocuklar yoksulluk nedeniyle yeterince beslenemediğinden gelişim geriliği yaşıyor, devlet hastanelerinde yeterli doktor ve ekipman olmadığı için tedavi altına alınamayan çocuklarımız var. Tüm bu sorunların düzeltilmesi gereken bir zamanda, kadınlara nasıl doğum yapacaklarını söylemesi, siyasi iktidarın kadınları artık sıradan vatandaş olarak değil, bedenleri üzerinden nesneleştirdiklerinin açık bir göstergesidir. Eşitlik ilkesine dahi uyulmuyor. Çekin o ellerinizi bedenlerimizden!” diyerek tepkisini dile getirdi.
Bu açıklamalar, stadyumda yaşanan cinsiyetçi söylemler ve toplanan öfkenin boyutlarına dikkat çekerken, sporun ötesinde sosyal ve siyasi dinamiklerin ne denli belirleyici olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Doğum Şekli Değil, Karar Hakkı Tartışılmazdır!
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Sivasspor’un tribünlerde açtığı “normal doğum”u yücelten pankartı eleştirerek, bu mesajın ilk bakışta sağlık temalı bir farkındalık çağrısı gibi görünse de, feminist perspektiften değerlendirildiğinde kadınların bedenleri ve doğum tercihleri üzerinde kurulan ataerkil tahakkümün bir yansıması olduğunu belirtti. Güllü, “Kadınların hangi şekilde doğurması gerektiğine dair ahlaki ya da ‘doğal’ sayılan yönlendirme, esasen bireysel haklara ve beden özerkliğine yapılan müdahaledir. ‘Normal doğum’u ‘ideal’ ya da ‘doğru’ seçenek olarak sunmak, sezaryeni tercih eden ya da buna mecbur kalan kadınları damgalamak anlamına gelmektedir. Doğum biçimi tercihi, sağlık profesyonelleri ile birlikte, kadınların kendi iradeleri doğrultusunda verilmesi gereken bir karardır; tribünlerden dayatılacak bir mesaj değildir. Spor kulüplerinin toplumsal mesaj verirken, kadınların haklarını ve öznelliğini güçlendirecek yaklaşımları benimsemeleri gerekir” şeklinde konuştu.
“Normal Doğum” Yoktur, Kadının Karar Hakkı Vardır!
Psikiyatrist Arzu Erkan, Sivasspor’un maçında tribünlerde açılan “Doğal olan normal doğumdur” pankartına sert tepki gösterdi. Doğumun şeklinin bireysel, tıbbi ve sosyolojik koşullara göre belirlenmesi gerektiğini vurgulayan Erkan, “Normal doğum diye bir şey yoktur, vajinal doğum ya da sezaryen doğum vardır” dedi.
“Gündem değiştirmek için ellerinden geleni yapabilirler. Ama bu da gündeme dahildir. Anormal olan, kadının bebeğini hangi yolla dünyaya getirmesi gerektiği konusunda pankartlarla, erkek akılla ahkâm kesmektir.”
Kadınların yaşamları boyunca birçok alanda baskılandığını hatırlatan Erkan şöyle devam etti:
“Kadın evlense dert, evlenmese dert. Gebe olsa dert, olmasa dert. Küretaj olsa dert, sezaryen olsa dert. Bir kere doğursa dert, on kere doğursa dert. Kız doğursa dert. Emzirse dert, mama verse dert. Çalışsa dert, çalışmasa dert. Boşansa dert. Evlense dert…”
Erkan, “Normal” doğum adı altında yapılan vajinal doğumlarda kadınların yaşadığı anatomik ve fizyolojik hasarların görmezden gelindiğini belirtti:
“‘Normal’ denilen doğumlardan sonra, kadınlar epizyotomi (doğum kesisi) nedeniyle anatomik, fizyolojik ve metabolik sorunlarla yıllarca uğraşıyor. Bu hasarların onarımı için mükerrer ameliyatlar gerekebiliyor ama sezaryene ameliyat diye karşı çıkıyorlar. Oysa kadının ve bebeğin ruhsal ve bedensel iyiliğine ne uygunsa, o tercih edilmelidir. Ne vajinal doğuma ne de sezaryene methiye düzüyorum. Bu, biyopsikososyal bir olgudur. Ne gerekiyorsa o: Sezaryen ya da vajinal doğum.”
Sıklıkla dile getirilen “Analarımız tarlada doğuruyordu” söylemine de tepki gösteren Erkan, “Böyle bir şeyle olacak iş değil. ‘Kolaya kaçmayın’ diyenler, önce anne ve bebek ölüm oranlarına, sakatlık hızlarına baksın. Gerçek verilerle konuşalım” dedi.
Toplumda hâlâ “vajina” kelimesinin telaffuzundan rahatsız olunduğuna dikkat çeken Erkan, doğumun bu organ üzerinden gerçekleştiğini hatırlattı:
“Vajinadan çıkıyor bebek. Ağız, burun gibi bir parçası bedenin. Ama biri demiş ki ‘organları karıştırmadan tartışın!’ Vajinayı diyor… Benden duymuş olmayın, gebeliğin oluşumundan sonlanmasına kadar bu kelimeyi ağza almaktan rahatsız olanlar, kadının doğumuna müdahale etmeye çalışıyor.”
Sezaryeni “konforlu bir tercih” gibi gösterenlere de eleştiride bulunan Erkan, “Azıcık rahatsızlığa bile dayanamayıp her yerde bacaklarını ayırarak oturanlar, koltuklarda geniş geniş yayılıp kaykılanlar, sezaryenle doğum yapan kadınlara ‘kolaya kaçmayın’ deme haddini kendinde görüyor. Sezaryen, sanıldığı kadar konforlu değil” dedi.
Kadınlara yönelik açıklamalarına erkeklerden gelen tepkilerin de oldukça saldırgan olduğuna dikkat çeken Erkan, “İlk tweetimden sonra erkeklerin akın akın gelip saldırması durumu açıkça ortaya koyuyor: Kadının ne yapacağına hâlâ erkeklerin karar verdiği bir zihniyet var. Ama geçiyor o günler” ifadelerini kullandı.
Erkan sözlerini şöyle tamamladı:
“Her iki doğum şeklinin de riskleri ve avantajları var. Ama sezaryeni ameliyat, vajinal doğumu ise sanki kesisiz, müdahalesiz, hasarsız bir süreç gibi göstermek büyük bir yanılgı. Hele doğumhanelerde gebe kadınlara reva görülen kötü muameleler… Doğumhanelerin dili olsa da konuşsa.”
Hükümet, Kadınları Aparat Olarak mı Kullanıyor?
Mor Dayanışma Temsilciler Meclisi üyesi Deniz Uslu, hükümetin kadınları bir aparat olarak gördüğünü dile getirdi. Uslu, “Sivasspor maçında ‘doğal olan normal doğumdur’ pankartını gördük. Bu pankart, aslında futbolcular tarafından açılan yeni bir mesaj gibi duruyor. Ancak arka planda, sağlık bakanlığının daha önceden yayınladığı kamu spotlarına ihtiyaç duymadan, iktidarın kadın bedenleri üzerinden yürüttüğü politikaların izleri yatıyor. Sağlık bakanlığı, kadınların kendi bedenleri üzerinde karar alma hakkını kısıtlayan ve onları aparata dönüştüren bir yaklaşımı normalleştiriyor.
Patriyarkanın sözcüsü iktidar, “Aile yılı” kıskacında kadınları nüfus ve ekonomi programları kapsamında eve hapsederek ev içinde yeniden üretim sürecini sağlamasını ve sermaye için çalışacak genç iş gücünü karşılaması isteniyor,” şeklinde konuştu.
Uslu, bu durumu, hükümetin kadın bedeni politikaları üzerinden yürüttüğü stratejilerin bir yansıması olarak değerlendirirken, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolün tamamen ellerinden alındığını ve bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu vurguladı.
Kadının Bedenine Karşı Savaş
EŞİK (Eşitlik İçin Kadın Platformu) gönüllüsü Av. Hülya Gülbahar, kürtaj ve sezaryen karşıtı söylemlerin giderek yükseldiği Türkiye’de, kadın bedeni üzerinden şekillenen iktidar politikalarına sert tepki gösterdi. “Ataerkil iktidarlar, politikalarının merkezine kadınların bedenlerinin ve hayatlarının kontrolünü koyuyor” diyen Gülbahar, bu gidişatın yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada kadınların haklarına karşı bir savaş halini aldığını belirtti.
“Erkeklerin ve toplumun çıkarları için kadınların hayatları yok edilmek, evlerde itaatkâr ve uysal birer kuluçka makinesine dönüştürülmek isteniyor” diyen Gülbahar, bu kadın düşmanı zihniyetin Afganistan’daki Taliban örneğinde olduğu gibi kadınları “penceresiz odalara hapsetmeye” kadar uzandığını vurguladı.
Türkiye’de de sık sık kürtaj ve sezaryen karşıtı söylemlerin gündeme geldiğini, kadınların erken yaşta evlenmeye ve çok sayıda çocuk doğurmaya adeta zorlandığını söyleyen Gülbahar, 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesiyle bu baskının artık absürt bir hale büründüğünü ifade etti.
Gülbahar, Sivasspor tribünlerinde açılan “normal doğum” pankartını ise sert bir dille eleştirdi:
“Tamamen erkeklerden oluşan bir spor kulübünün, neredeyse tamamı erkek olan bir taraftar kitlesine kadınların doğum yöntemi hakkında mesaj vermesi kadar saçma bir şey olamaz. ‘Normal doğum’ diye adlandırdıkları vajinal doğum yöntemiyle çocuk doğurmaları gerektiğini söylemek sadece bir hadsizlik değil; bilime karşı açılmış bir savaş ve aynı zamanda ülkedeki hatta dünyadaki tüm kadınlara gözdağı vermek, erkeklere de bu kadın düşmanı politikaları destekleme ödevi vermektir.”
Bu yaklaşımın yalnızca kadınların değil tüm toplumun geleceğini tehdit ettiğini belirten Gülbahar, şunları söyledi:
“Kadınları devletin ve erkeklerin ‘sahibi olduğu’ ev kölelerine indirgeyen bu bakış açısına hep beraber daha güçlü bir şekilde itiraz etmeliyiz. Kadın-erkek eşitliğini, kadınların eşit ve özgür yurttaşlar olarak bu toplumda, bu dünyada yaşamasını hiçbir gücün engellemesine izin vermemeliyiz.”
Anneliğin Gerçek Yüzü Görülmeli!
Feminist Yazar Ayşen Şahin, erkek egemen kampanyaların, doğum gibi hayati ve karmaşık sürecin risklerini hafife alarak kadınların bedenlerine müdahale ettiğini ve anneliğin kutsallığından ödün verildiğini vurguladı. Şahin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Buradaki sorun, tıp bilimi, hekim ve kadının yaşamını ilgilendiren önemli bir konu hakkında kampanya yapmak adına, tamamen erkeklerden oluşan bir alan seçilerek, futbolcuların eline pankart tutuşturulması ve savunmanın “Maçları sadece erkekler mi izliyor?” gibi sorular etrafında kurulmasıdır. Her doğum biriciktir; hangi yöntemin uygun olacağına, hekim ve annenin birlikte karar vermesi gerekmektedir. Doğum, saç modeli seçmek kadar basit bir tercih değildir; anne ve bebek için hayati öneme sahiptir. Hiçbir doğum kolay değildir, lohusa dönemi de öyle değildir. Zira, toplumsal cinsiyet eşitsizliği en çok anne ile baba arasındaki çocuk bakım yükünün dağılımındaki dengesizlikten ortaya çıkmaktadır.
Böyle bir konuda ahkâmı kesen erkeklerin, kadınların haklarını kısıtlayıcı söylemleri gündeme getirmesi, aslında kadınların ayağa kalkmasına neden olmaktadır. Bu kadar düz ve alakasız bir söylem, seçilen mecrada iletişimin krizin ta kendisi olarak algılanmasına yol açar. Böyle kampanyalar yapıldığında, sezaryenin basit bir işlem olmadığı, riskleri, doğum sonrası komplikasyonları veya ruhsal yıpranmayı tartışmaya açan bir meseleye indirgenemez. Anneliğin kutsallığını korumaya yönelik bilgilendirmeler bile yapılamamaktadır.
Kadınlar haklarını gayet iyi bilmekte ve savunmaktadır. Öncelikle, Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimlerinin haklarını koruması, hekimlerin can güvenliğini sağlaması ve siyasi internet kesintileri nedeniyle iptal olan randevu ve ameliyatların hesabını sorması gerekmektedir. Piyasada bulunamayan ilaçlarla ilgili harekete geçmesi, SMA (Spinal Musküler Atrofi) gibi hastalıklara çözüm getirmesi, aşı karşıtlığına karşı bilinçlendirme kampanyaları başlatıp bebekleri korumaya alması ve daha nicelerinin yapılması şarttır.”
“Büyük bir Özür Kadınlar Hak Ediyor”
Av. Figen Özler Merder, İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi olarak, toplumsal meselelerde genellikle sessiz kalan kulüplerin bu kez kadınların bedenine dair bir kampanyaya destek vermesini “akıl verme” ve “cinsiyetçi dayatma” olarak nitelendirdi. Merder, devlet dahi olsa bu tür kadınlara yönelik söylemlere müsamaha edilemeyeceğine dikkat çekti.
“Bu alanda çalışan bir avukat olarak kendimi aktivist olarak tanımlayabilirim. Şaşırtmadı ancak aşırı derecede sinirleniyoruz; her türlü toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı ayrımcılık, doğal olarak şiddete yol açıyor. Kadının bedenine dair konuşup bunu kamu spotu gibi dayatmak, mecburiymiş gibi gösterilerek hareket etmek direkt olarak şiddet olarak tanımlanabilir. Zira, kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi yönünde yasal düzenlemeler bulunuyor; anayasamızın 17. maddesi de vücut dokunulmazlığını koruyor,” ifadelerini kullandı.
Erkeklerden neredeyse tamamen oluşan bir spor kulübünün, “her şey hakkında erkekler karar verir” alt metnini barındıran kampanya kapsamında, kadınların bedenleri üzerinden mesaj taşınması, “akıl verme” söylemini güçlendiriyor. Merder, kadınların yaşamları boyunca maruz kaldıkları ayrımcılığın, tüm mücadelelerde doğru kadın politikasının var olması gerekliliğini ortaya koyduğunu belirtti. “Bu doğru kadın politikası olmadığı müddetçe, şiddete karşı etkin bir önlem alınamaz. Aile Yılı çalışmaları kapsamında biz İzmir Barosu olarak alternatif çalıştaylar düzenleyerek bu yaklaşıma kesinlikle karşı olduğumuzu gösterdik,” dedi.
“Kendi adıma, bence kadınlar, bedenleri üzerinde bu tür beyanların bulunmasına büyük bir özürü hak ediyor. Devlet dahi olsa, kadınlara yönelik bu tür söylem ve uygulamalara müsamaha gösterilemez,” diyerek sözlerini tamamladı.