Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri “Kürk Mantolu Madonna” beyaz perdeye uyarlanıyor. Filmin senaristi Yiğit Güralp, Sabahattin Ali’nin ailesiyle tanıştık ve ön görüşmelerimizi yaptık. ‘Kürk Mantolu Madonna’ ismi çok büyük ve geniş bir seyirci kitlesine hitap ediyor, yaş aralığı olmadan herkese hitap edecek bir yapım olacak.” dedi.
Sabahattin Ali'nin edebiyatta önemli bir yere sahip ve en çok sevilen eserlerinden Kürk Mantolu Madonna, sinema filmi olarak izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor. Daha önce “Ayla”, “Sınav” ve “Uzun Hikaye” gibi yapımlarla geniş kitlelere ulaşan senarist Yiğit Güralp, projenin senaristliğini üstleniyor.
Projeyi anlatan Güralp, “Yıllardır yapılamayan bir proje bize nasip oldu. Filmi, eserin dokusuna uygun şekilde çekeceğiz. Sabahattin Ali’nin en önemli eserlerinden biri olması ve Türk halkı tarafından en çok okunan kitaplardan biri olması sebebiyle projeye büyük bir titizlikle yaklaşıyoruz.” dedi.
Sabahattin Ali’nin ailesiyle görüşüldü
Filmde Türk bir yönetmenle çalışılacağını belirten Güralp, yabancı oyuncular ve yabancı bir görüntü yönetmeniyle iş birliği yapmayı planladıklarını söyledi. Avrupa pazarını hedefleyen yapım ekibi, Cannes ve Berlin gibi prestijli film festivallerine katılmayı amaçlıyor.
Güralp ayrıca, proje öncesinde Sabahattin Ali’nin ailesiyle bir araya geldiklerini ve gerekli ön görüşmeleri gerçekleştirdiklerini ifade etti. “Kürk Mantolu Madonna ismi çok büyük ve geniş bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Yaş sınırı olmadan herkesin ilgisini çekecek bir yapım olacak.” diye konuştu.
Yapım şirketi, 1943 yılında yayımlanan ve İkinci Dünya Savaşı öncesi Berlin’de geçen romanın atmosferini sinemaya taşımak için detaylı bir çalışma yürütüyor. Filmde dönemin ruhu, karakterlerin içsel yolculukları ve hikâyenin duygusal derinliği sinematik bir anlatımla yansıtılacak.
Kürk Mantolu Madonna: Maria Puder ile Havranlı Raif Efendi’nin buruk aşk öyküsü
Sabahattin Ali’nin en çok okunan eserlerinden biri olan Kürk Mantolu Madonna, Raif Efendi ve Maria Puder’in sıra dışı ilişkisi üzerinden yalnızlık, yabancılaşma, içsel keşif ve aşk gibi evrensel temaları işliyor.
Romanın başkarakterleri, Yahudi asıllı Alman bir kadın olan Maria Puder ve Havranlı Raif Efendi'dir. Raif Efendi içine kapanık, melankolik, sessiz ve dış dünyaya pek uyum sağlayamamış bir karakterdir. Hayatı boyunca birçok şeye boyun eğmiş, haksızlığa uğradığında bile buna karşı koyamamıştır. Sevmediği bir kadınla evlenmiş, çocukları olmuştur; bir ailesi vardır. Kendi hayatına kendisi yön verememiş, başkalarının istediği bir insan olarak hayatını sürdürmüştür. Hayatında gerçekten yaşadığını hissettiği sadece bir anısı olmuş ve bunu günlüğüne aktarmıştır.
Raif Efendi, yirmili yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında gezindiği sırada bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak ona âşık olur. Tablo, onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif tablodaki portrenin, Rönesans ressamı Andrea del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Meryem Ana (Madonna) portresine benzetir. Tabloya o kadar hayran olur ki, fırsat buldukça tabloyu görmeye gelir; fakat başka gözlerin onu takip ettiğini fark etmez. Artık ritüel hâlini alan bu tabloyu seyretme seanslarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise, dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.
Maria'nın karakteri Raif'e göre daha dominanttır. Kendisinin bir erkek gibi özgür yetiştiğini, canı ne isterse onu yaptığını anlatır. Hatta Raif'i de çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar ve aralarında uzun süren bir arkadaşlık başlar. Raif, Maria'yı çok sevmektedir; fakat Maria'nın kendisine olan hislerinden pek emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi güzel günler geçirirler.
Bir gün Raif, babasının öldüğü haberini alır. Türkiye'ye, Havran'a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Fakat aralarındaki birkaç mektuplaşmadan sonra Maria'nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria'nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif'in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri işte burada başlar. Sevmediği bir kadınla evlenir.
Raif, mektupların kesilmesinden yaklaşık on yıl sonra, Maria'nın bir akrabasını Ankara'da görür. Ondan, Maria'nın kendilerine bir Türkten hamile olduğunu söylediğini ama ismini vermediğini öğrenir. Ayrıca Maria'nın doğum sırasında fenalaştığını, komaya girdiğini ve bir hafta sonra koma hâlinde iken öldüğünü büyük bir üzüntüyle öğrenir. Üstelik Maria'nın mektuplarında sadece “iyi haber” olarak nitelendirdiği gerçeği de o anda öğrenir: On yıl önce Maria, Raif'ten olma kız çocuklarını dünyaya getirdikten bir hafta sonra koma hâlinde ölmüştür.
Raif Efendi, ölümünün yaklaştığını anladığında bu güzel günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç bir iş arkadaşından rica eder. Genç iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defterini okur.