13 yıl önce, atık bertaraf ve depolama tesisine karşı yerel halkın mücadelesini haberleştirmek üzere birkaç kez gidip geldiğim Manisa Kula’ya geçtiğimiz günlerde yine gittim. Bu sefer Kula/Salihli Jeoparkı’nı çekmekti amacımız ancak atık tesisinin son halini görmek ve 13 yıl aradan sonra çevre/sağlık etkilerini de vatandaşa sormak istedim.
13 yıl önce, Türkiye’nin en genç (en son sönen) volkanı Divlit’in konisinin tam karşısına yapılmıştı endüstriyel atık depolama-bertaraf tesisleri. Ankara-İzmir karayoluna 40-50 metre uzaklıktaki bir tepeye kondurulan atık tesisinin yönetim binaları şirketin tabelası gibi yeşile boyanmış, böylece yapılan iş de bir an da “çevreci” olmuştu. Oysa bu yeşile boyalı tesislerin arkasındaki çok geniş bir alan, birinci sınıf tarım toprağı iken kazılmış, üstüne plastik örtü serilmiş, bu son derece “çevreci ve bilimsel!” önlemlere binaen çevre illerin endüstriyel ve tıbbi atıkları yakılmaya, kalanları da gömülmeye başlamıştı. Açıldıktan bir yıl sonra yakınlardaki Esenyazı ve Sandal köylülerini canlarından bezdiren tesislere karşı köylüler traktörleri ile birlikte Kula’da eylem yapmışlardı.
Aradan 13 yıl geçtikten sonra aynı tesisin yanından geçerken kötü kokudan otomobilimizin camını kapatmak zorunda kaldık! Atıklar ovada bir tepe oluşturmuştu. Üzerindeki iş makineleri gelen yeni atıkları istifleyip, presliyordu. Tarlalarda ekili olan bitkiler, çevresindeki ağaçlar hastalıklı ve bodur görünüyordu.
Şirket o dönem köylüleri çevreci söylemler ve istihdam vaadi ile kandırmıştı. “Biz atıkları bilimsel yöntemlerle ayrıştırıp, doğaya hiç zarar vermeden bertaraf edeceğiz.” diyerek köylülerin ellerinden önce tarlaları, sonrasında ise sağlıkları ve huzurlarını aldılar. İstihdam vaadi de boştu. Çok fazla emek gücüne ihtiyaç duyulmayan tesislerde bugün 4-5 yöre köylüsü çalıştırılıyor sadece.
Eskiden belde olan Sandal bugün mahalle olarak anılıyor. Görüştüğümüz yurttaşlar göçün yoğun olduğunu, ölümlerin ise neredeyse yarı yarıya kanserden kaynaklandığını söylüyorlar.
Biz Kula Sandal ve Esenyazılıların haberlerini yaparken şirket yetkilileri de boş durmuyor, “Bunlar bölücü gazete, bunların ardında dış güçler var” masalları ile halk nezdinde haberlerimizi ve gazetemizi karalamaya çalışıyordu.
Sonuçta bu kara propaganda sökmedi. Tesisler açıldıktan bir yıl sonra Kula’ya yürüyen köylülerin ellerinde gazetemizin haberleri vardı. Kula Emniyet Müdürünün yüzüne haberlerimizi tutarak, “bizim sesimizi sadece bu gazete duyuruyor. Bu gazeteye de bölücü diyorlar. Bizim sorunumuzu sadece bölücüler mi sahip çıkmış oluyor bu durumda?” diye sormuşlardı.
Bunu şunun için anlattım; her devirde gerçek gazetecilik yapmak isteyenler bu türden iftiralarla, hakaretlerle olmadı şiddetle susturulmaya çalışılmıştır.
13 yıl önce Kula’daki gibi çevre sorunlarına karşı yaşam alanlarına sahip çıkan halkın sesini duyurmaya çabaladığım için onlarca benzer suçlamaya, dayanaksız iftiralara, kara çalmalara, davalara, üstü açık-örtülü tehditlere maruz kaldım. Yüzlerce meslektaşım da aynı durumlarla muhatap olmuştur, oluyor…
Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde olan meslektaşlarımızın sayısı yüzün üzerinde. Yine işini yaptığı için mahkeme koridorlarını arşınlamak meslek yaşamımızın bir parçası haline geldi neredeyse.
Bu nedenle bu basın kampında bir “yol arayışı”mız olacaksa, bu hukuksuzluk ikliminde gazeteci olmak kadar gazeteci kalmanın da tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Kendi alanımdan, ekoloji-çevre haberciliğinden örnek vererek ne demek istediğimi açacak olursam; benimle birlikte bu alana yönelen meslektaş sayısı bir elin parmağını geçmez ne yazık ki!
Geçmişte, bu alana dair haberler yapan, çok iyi gazetecilik örnekleri ortaya koyan birçok meslektaşım gerek patronaj baskısı, gerek siyasi iktidarın hukuk sopası ya da ekonomik kaygıların yaşamlarını zorlaması nedeniyle şu anda ya mesleği bıraktılar ya da görece “daha risksiz” alanlarda habercilik, danışmanlık yapmak zorunda bırakıldılar.
Çünkü gazetecilik eğer birilerinin bilinmesini istemediği şeyleri yazabilmekse, eğer olayların arka planına da ışık tutabilmekse bu iş fazlasıyla riskli ve “zülfü yare dokunan” bir yerde kuşkusuz. O nedenle haberci olmak kadar haberci kalmanın da önemli olduğunu düşünüyorum.
Eğer, yıllarca emek verip meslekte belli bir deneyim sahibi olduktan sonra, yukarıda yazdığım nedenler ya da başka gerekçelerle mesleğimizi yapamayacak duruma geliyor, getiriliyorsak bizlerin bunun nedenlerini ortadan kaldırabilmek için yapabileceğimiz mutlaka bir şeyler vardır, olmalı…
En azından neler yapabileceğimize dair kafa yormamız, bir yol bulmamız ya da yol açmamız gerekiyor.