Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için… Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var. Yetmiyor bildiklerim… Tecrübem… 40 yıllık gazetecilik birikimim… Tek bildiğim ekonomik ve siyasi olarak bağımsızlık olmazsa, gazetecilik olmaz; adı yandaş olur, candaş olur ama gazetecilik olmaz! ‘Parayı veren düdüğü çalar medyası’ olur!
Pastırma yazının son demleri…
Bir elim turşuda, bir elim reçelde kış hazırlıkları ile hemhal olmuş, keyifle azap arasındaki bipolar sularda gezinirken aradı Murat Attila. ‘Medyanın halleri’ siparişi verdi.
Bir yanımda kütür salatalıklar, karşımda allı yeşilli biberler, sağımda çilekler, solumda sirke, tuz, limon, şeker. Raflarda, doldurulmayı bekleyen steril boş kavanozlar.
Yazı mı? Hem de medyanın halleri mi? Şimdi mi, akşama kadar mı?
“Hatırım sordular karşı masadan/Yuvarlanıp gidiyoruz dedi cesedim” (*) diye yazsam yeter mi?
*
‘Ne olacak bu memleketin hali’ sorusu gibi, epeydir ‘Ne olacak bu medyanın halleri’ sorusunun da turşusunu kurmuşuz biz gazeteciler… 28 Eylül’de başlayıp 4 gün sürecek Seferihisar’daki 1. İzmir Basın Kampı’nda bu kez hep bir ağızdan sorup cevaplayacağız halimizin (daha) ne olacağını; sevgili Murat’ın siparişi bundan ötürü. Ev sahibi İz Gazete’nin patronu, Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği BAMAD’ın Başkanı Ümit Kartal, İstanbul-İzmir basın turlarıyla gazete kanal dolaşıp ‘niye bir araya gelip ya bir yol açmak ya bir yol bulmak gerektiğini’ anlatırken, Murat ve yazı işleri müdürümüz Yağız da kamp katılımcılarından yazı istiyor iş bölümünde. Her ne kadar arada sosyal alemlere aksam da gündem manyağı olmuş bir ülkede neredeyse bir yıldır bir sayfacık da olsa yazı kaleme almamış, kâbus gibi geçen 2 seçimde bir tanecik bile röportaj yapmamış ama hala ‘aile’den sayılan yazarından...
Boynum kıldan ince. Ümit de Murat da İz Gazete’nin cengâver kadrosuyla canlarını dişlerine takmış, bu siyasi/ekonomik iklimde ister cesaret deyin ister delilik, çare/çözüm arayışına girmiş; bir yazı mı esirgeyeceğim ben? Yemişim turşusunu, reçelini deyip aldım bilgisayarı elime de… Ne yazacağım ki?
“Giderek, her şeyden vazgeçe vazgeçe, sanki bir başkası olmuşken…” (**)
*
Ne zaman ‘ne olacak bu medyanın halleri’ diye düşünsem ya da sorulsa, aklıma ilk düşen, düştüğü anda da beni (kekremsi) gülümseten bir anekdotu hatırlarım ve bunu bir röportajda anlatan sevgili Celal Başlangıç’ı… Uzun süredir Berlin’de yaşasa da hep kalbimdeki sevgili meslektaşımı…
“Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri Le Duan’ın ülkesindeki kadınların durumunu anlatırken, ‘Kadın kızlıkta babaya, evlilikte kocaya, dullukta büyük oğula bağlıdır’ der. Bizim medyanın durumu da böyledir. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlete, sonra devlete ve sermayeye, şimdi de devleti temsil eden hükümete bağlı. Sermayenin ya da ideolojinin gazete yönetiminde olduğu noktalarda ya ekonomik çıkarlar vardır ya ideolojik düşünceler hakimdir. Bağımsız gazetecilerin önündeki en büyük engel de budur. Sermayenin bağımsız olmaması nedeniyle, diğer ekonomik ilişkilerden gazetecilik zedelenir. Ya da patronajın ideolojik tercihleri, o gazetecinin bağımsızlığını engelleyen en temel faktör olur. Şu anki gazeteciliğin devlete bağlı olması durumunu da ‘sarı basın kartı’ iyi özetler. Üzerinde ‘T.C. Başbakanlık’ yazar. Devletin maaş ödemeyip mesleki kimlik verdiği iki meslekten biridir gazetecilik, diğeri hayat kadınlığıdır.”
Meslekte yarım asra yaklaşmış sevgili Celal’in 10 yıl önce söylediği bu tespitte ne değişti derseniz, ‘sarı basın kartı’ oldu ‘turkuaz’ rengi, bir de kartımızı aldığımız Başbakanlık diye bir makam kalmadığı için verildiği yer Cumhurbaşkanlığı…
“o gece daha sonra
koydum atlası kucağıma
parmaklarımı gezdirdim bütün dünyada
ve fısıldadım
neresi ağrıyor?
cevap verdi
her yeri
her yeri
her yeri.” (***)
*
Hayır, ne kendimden, ne sizden gizleyecek değilim. Yılgınım. Yorgunum. Üzgünüm. Öfkeliyim. Hayatı her anlamda mücadele ile geçmiş biri olarak bunu itiraf etmekten hoşnut değilim. Ama gerçek bu. Bir ara “İçim Spartaküs, dışım Oblomov” diyordum, artık içim de dışım da Oblomov. Genelde ve yerelde iktidarla özdeşleşmiş bir medyada ‘umutsuz yaşanmaz’ diyenlere ‘umut bir strateji değildir’ diyerek, toplantıyı, neler söyleneceğini, genel ve yerel iktidarlara ekonomik ve siyasi olarak teşne olmadan ‘bağımsız gazetecilik nasıl yapılacak’ sorularına verilecek cevapları, çözüm önerilerini dinlemeye gidiyorum.
Kelim ben.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için…
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var.
Yetmiyor bildiklerim… Tecrübem… 40 yıllık gazetecilik birikimim…
Tek bildiğim ekonomik ve siyasi olarak bağımsızlık olmazsa, gazetecilik olmaz; adı yandaş olur, candaş olur ama gazetecilik olmaz! ‘Parayı veren düdüğü çalar medyası’ olur!
Yorgunluğuma ve yılgınlığıma iyi gelecek ‘merhem’i bulursam, paylaşırım elbet sizinle de… Kendini arayan yitirmeden bulamazmış; belki de yitmişizdir, buluruz bakarsınız…
(*) Can Yücel
(**) Louis Ferdinand ...
(***) (Warsan Shire)