ÜMİT KARTAL- İhsan Çaralan’la gerçekleştirdiğimiz seri röportajımızın 3. gününde, Cumhur İttifakı karşısında ana muhalefet partisinin konumlanışı üzerine yoğunlaştık.

Evrensel gazetesi yazarı, Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu üyesi, gazeteci İhsan Çaralan genel olarak CHP içi tartışmaları, CHP’lilere bırakmak gerektiğini vurgulasa da “Tanju Özcan, Burcu Köksal gibilerin ırkçı, insan haklarına açıkça meyden okuyan tutumları karşısında CHP’nin bunlara nasıl ve neden tahammül ettiğini sormak da elbette CHP’nin içişlerine müdahale sayılmaz” dedi.

CHP’de de yeni genel başkanın normalleşme iddialarının iktidara yaradığına dair iç tartışmalar var. Normalleşme iktidar kanadında karşılık bulmadı, muhalefeti zayıflattı mı?

Zayıflatıp zayıflatmadığını rakamlarla ifade edemeyiz ama ben zayıflatmadığını düşünüyorum. Tersine CHP’yi memlekette konuşulan ve iktidar alternatifi parti haline getirdiğini, normalleşme tartışmalarının da buna yaradığını düşünüyorum. CHP içindeki farklı klikler de bunu kendi açılarından tartışıyor. Örneğin Kılıçdaroğlu buna direkt karşı ama kendisi de kendi döneminde ‘türbanlı kadınları milletvekili seçtireceğiz’ gibi şeyler söyledi. Dahası kendi dönemindeki “helalleşme”nin bir versiyonu “normalleşme” adımı. Ama ülkedeki sınıflar arasındaki çelişkilerin büyümesi ve sertleşmesi dikkate alındığında bunun siyasetteki yansıması, “normalleşme” etrafındaki girişimlerin sürdürülmesinin uzun ömürlü olmayacağını gösteriyor. Tek adam rejiminin muhalif belediyelerin çalışmasını engellemeyi kayyum atamalarına ve savcıları harekete geçirmeye kadar götürdüğü, ”Kürt sorunu yoktur” eksenli sorunu çözüm girişiminin şiddeti artırmayı kışkırtacağı dikkate alındığında  “normalleşme”nin çok sürmesi de beklenemez.

Özgür Özel’in ‘makama saygı’ çıkışını nasıl değerlendirirsiniz?

Bunlar burjuva parlamenter sistemin normlarından bazılarıdır. Bu bakımdan Özgür Özel neden böyle diyor demek, siyasi mücadeleyi böyle dar bir çerçeveye sıkıştırmak anlamlı değil diye düşünüyorum, daha doğrusu “makama saygı”, “ ayağa kalkıp kalkmama” bir protesto olarak kullanılabilir ama bu tür davranışların ilkesel ve her durumda muhalif olmanın alâmetifarikası olduğu gibi bir anlayış da doğru değil. Özel’in bu girişimi Erdoğan’a yerel seçim sonuçlarının yol açtığı travmadan kurtulması için fırsat vermiş olabilir ama bu yaklaşımla değerlendirildiğinde “Özel’e de faydası olmuştur” gibi tartışmalar sürüyor. Özellikle CHP içindeki farklı klikler ve medya bu tartışmayı köpürtüyor. Partiler kendi içlerinde ve aralarında böyle tartışmalar yapabilir ama genelleme yapmak doğru değildir diye düşünüyorum.

Bırakın AKP’yi, Cumhur İttifakı bile yekpare görüntü çizebiliyor ama CHP kendi içinde 3-4 parça gibi görünüyor.

Bu CHP’nin içyapısıyla ilgili bir sorun.  Buradan kalkarak ‘CHP’nin içi şöyle olmalıdır’ gibi bir şey söylemek CHP’lilerin söyleyeceği bir şeydir. Ama CHP’nin demokrasi gücü olarak hareket etmesi elbette ki tek adam rejimine karşı mücadele, ülke halklarının demokrasi ve özgürlükler mücadelesi, ülke ve bölgede barış mücadelesi bakımından önemlidir. Bu yüzden alacağı tutumu da elbette eleştirme ya da destekleme demokrasi mücadelesindeki herkesin ve her kesimin hakkıdır. Ama CHP içindeki şu klik niye öyle, bu klik niye böyle davranıyor, niye kongreye gidiyor ya da gitmiyor demek CHP’nin kendi iç sorudur. Ama Tanju Özcan, Burcu Köksal gibilerin ırkçı, insan haklarına açıkça meyden okuyan tutumları karşısında CHP’nin bunlara nasıl ve neden tahammül ettiğini sormak da elbette CHP’nin içişlerine müdahale sayılmaz. 

İktidardan mağdur olan çevrelerde, ‘Seçimle olacak, bu sefer doğru adayla yani İmamoğlu’yla olur’ diye bir duygu gelişiyor. Böyle bir kurtuluş mümkün mü?

Memlekette bundan sonraki seçimin nasıl olacağını söylemek çok kolay değil. Mesela Venezuela’da bir seçim oldu ve sayım sürerken Maduro ‘Ben seçimi kazandım’ dedi. Maduro’nun iktidarı devam ediyor. Giderek böyle bir noktaya götürülüyor. YSK’yı ele geçirmişler ve İstanbul seçimini iptal ettiler. ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ referandumu var. 7 Haziran 2015 seçiminden beri Türkiye’de en azından yasalara uygun, hile hurda yapılmadı diyebileceğimiz bir seçim ya da referandum olmadı! Son yerel seçimler biraz değişik oldu, CHP kazandığı için demiyorum bunu. Ama iktidarın hileler, kara propaganda girişimleri işlemedi. Ama “Osmanlı’da oyun bitmez” özdeyişi de var. Tek adam rejiminin bir seçimle iktidarda kalması zorlaştığı ölçüde seçimle gitmeyi kabul etmesi de giderek zorlaşmaktadır. Öyle ya 2015 seçimi ve 2019 yerel seçiminde İstanbul seçiminin sonuçlarını tanımayarak seçimleri yenilettiler. Erdoğan’ın üçüncü kez aday olması açıkça anayasaya aykırı olmasına karşın YSK’ya kabul ettirdiler. Bu yüzden de yeni bir seçimin sonuçları eğer aleyhlerine çıkarsa kabul edeceklerine dair bir işaret da yoktur. Bunu aşmanın yolu ise halk yığınlarının iradesine sahip çıkacakları, siyasete doğrudan müdahale eden mücadele hattına yönelmesiyle olabilecektir. Aksi halde bundan sonraki seçim daha kaotik vakaya dönüşebilir.

2 seçimdir Genel Seçimleri AKP kazanıyor, ‘öldük, bittik’ derken yerel seçimlerde ise muhalefet bir başarı elde ediyor. Hatta bu sefer daha güçlü oldu bu başarı. Seçmen ‘denge’ mi oluşturuyor?

Halkın bir kendiliğinden bilinçlenmesi var. Halk, mevcut iktidardan hoşnutsuz ve bunu belli biçimlerde gösteriyor ama muhalefet yeterince inandırıcı olmadığı için muhalefete oy vermedi. Tabii Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması, montaj videolarla yürütülen kara propaganda, devletin olanaklarının Erdoğan’ın olanağı haline getirilmiş olması ‘6’lı Masa’da Akşener üstünden yapılan provokasyon gibi nedenler seçimin kaybedilme sebepleri arasında sayılabilir. Bunlara Kılıçdaroğlu’nun ‘Ben seçilirsem emeklilere 15 bin TL emekli maaşı vereceğim’ demesine karşın emeklilerin ona oy vermemesi de eklenebilir. Çünkü böyle bir şey yapabileceğine inanmadılar. Son yerel seçim sonuçlarında adayların özellikleri, CHP yönetiminin yenilenmiş olmasının rolleri elbette vardır. Ama burada asıl rolün halkın önceki seçimlerin sonuçlarından çıkardığı dersin siyasi partileri aşması, İYİP, nispeten DEM seçmenlerinin, az sayıda da olsa AKP ve MHP ile diğer partilerden de seçmenlerin daha önce oy verdikleri partilerine rağmen CHP’ye oy vermeleridir. Dahası yerel seçimde ortaya çıkan siyasi haritada, uzun yıllardır kıyılara sıkışmış CHP’nin bir yandan kıyılardan içerdeki iller, kentlerde de il merkezlerindeki ilçelerden banliyölere kırsaldaki ilçelere, mahallelere ve köylere doğru yayıldığını görüyoruz. Önümüzdeki seçimlerde de dün AKP’nin oy deposu olan büyük ketlerdeki emekçi semtlerinin kırsal alandaki emekçilerin de AKP ve tek adam rejiminden uzaklaşmaya devam edeceğini, dolayısıyla siyasi haritanın AKP ve iktidarı aleyhine değişmeye devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu değişim konjonktürel, yerel özeliklere göre değil, AKP’ye oy deposu olan ve son 30 yılda kırlardan kentlere gelen nüfusun şehirleşmesinin, dolayısıyla taleplerinin sınıfsallaşmasının ifadesidir. CHP’nin sözcüleri bu gelişmeleri kendi gayretlerine bağlasalar da gerçeği de kabul ediyorlar. Nitekim CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in seçim sonuçlarıyla ilgili ‘Böyle kazanacağınızı düşünüyor muydunuz’ sorusuna, ‘Manisa’yı, İzmir’i Denizli’yi kazanacağımızı düşünüyorduk ama böyle silip süpüreceğimizi düşünmüyorduk’ diye yanıt veriyor. Çünkü İstanbul’da 26 İzmir’de 28 ilçe kazandılar. Hâlbuki ilçe çoğunluğunu alsak yeter diyorlardı. Yerel seçimde açıkça görülen bu gelişmenin bir dahaki genel seçime de yansıyacağını söylemek yanlış olmaz. Ama gelişme kendiliğinden CHP’de birleşir demek de doğru olmaz. Tersine bu gelişme ihtiyaç duyduğu yol göstermeyi hangi siyasi odak karşılarsa eski partisinden kopacak kesimler onun etrafına yönelecektir. Bunu Erdoğan ve yakın çevresi de gördüğü için telaşlanıyor ve bir dahaki seçimi kazanmak için anayasayı seçim yasasını da değiştirerek seçime daha girmeden kazanmayı garantileyeceği formüller arıyor.

‘Erdoğan’ı seçimle değiştiremiyoruz, çok ciddi toplumsal muhalefet de yok, böyle giderse ömrü boyunca iktidarda kalacak’ diye bir duygu ve tablo da oluşmuyor mu?

Vatandaş kendi başına kalırsa bu tablo oluşur ama halk elbette çeşitli biçimde olup bitenleri tartışıyor. Muhalif siyasi partiler var, onların girişimleri var.  Onun için öyle olmaz. Öyle olsaydı yerel seçimde de değişim olmazdı. Çünkü Erdoğan başlıca il ve ilçeleri dolaşarak asıl adayın kendisi oluğunu söyledi. Gösterdiği adaya oy vermeyenlere hizmet verilmeyeceğini söyleyecek kadar seçime müdahale etti. Ama halk yığınları içinde geçmişin “kahve sohbetleri” denilen yerel zübükzadelerin yalanlarının eski etkisini kaybettiği bir siyasal ortam gelişiyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, ilerici demokrat siyasi partilerin, çevrelerin bu eğilimi güçlendiren bir pozisyonda tutmaları gerekiyor. ‘Değişmiyor, bu halk buna layık’, ‘her halk layık olduğu biçimde yönetilir’ gibi çokbilmişlerin söylemlerine pirim vermemek lazım.

İktidar değişmiyor ama iktidarın ve ortaklarının söylemleri çok sık değişiyor…

Medyadaki arkadaşlar bazı geceler uyumuyorlar, ‘Cumhurbaşkanı işte Bakanlar Kurulu’nda değişiklik yapacak’ diye haber yapıyorlar, sonra unutuyorlar. 3-4 oldu seçimden bu yana, ‘Kabinede büyük değişiklik’ falan diye. Bütün bunlar baktığımızda memlekette çürümüş bir siyasi ortamın olduğunu gösteriyor. bu çürümenin başlangıcı da yeni değil. 2 kavram etrafında olduğunu düşünüyorum, biri ‘dün dündür bugün bugündür’, diğeri de ’24 saat siyasette çok uzun bir zamandır’. 60’ların sonunda Demirel söylediğinde kamuoyunda infial oluştu. Demirel köylüye köylü, işçiye işçi, patronlara patron gibi konuşmasına karşı tutarsızlık, hatta ‘Zübük’ politikacılığa karşı bir tepki vardı. Zübük politikacılığa karşı eleştirileri ortadan kaldırmak üzere Demirel bu lafı etti ve çok eleştirildi. Bu, 12 Eylül’den sonra, Demirel’in ‘demokrasi dedesi’ olarak atfedilmeye başlamasından bu yana meşrulaştı. Tutarsızlık kamuoyu gözü önünde meşrulaştı. Şimdi hiç kimse bunu eleştirmediği gibi politika duayenliğinin ifadesi olarak görüyorlar.

Atatürk bu kadar yönetmedi. Erdoğan çok güçlü bir figür olarak inşa edildi, bunun başka örnekleri var mı?

Var tabi. Örneğin Kuzey Afrika’nın, Tunus’un  bin Ali’si, Mısır’ın  Mübarek’i, Libya’nın Kaddafi’si gibi 30 yıllarını deviren liderler var. Putin ve Aliyev ömür boyu iktidarda kalmayı garantilediler. Tabi ömürleri yeterse Erdoğan’ı geride bırakacaklar! İngiltere’de Teacher, Almanya’da Kohl, 15 yıl kadar iktidarda kaldılar ve kendi istekleriyle politikayı bıraktılar. Bizde İsmet İnönü de ikinci ve birinci adam olarak 1923’ten 1950’ye kadar arada kesintiler olsa bile 20 yıldan fazla iktidarda oldu. Ama iktidarda uzun kalan liderler istisnalar dışında bırakılırsa kendi yetenekleriyle iktidarda kalmıyor. “Tek adam” denince de tek başlarına karar almıyor. Hatta çoğunlukla kararlar onun dışında alınıyor ama onu imzasıyla yayınlandığı için tüm kararları da almış gibi görünüyor. Erdoğan’ın etrafında da böyle bir danışmanlar, uzmanlar, kanaat önderlerinden oluşan bir Saray ekibi var.

FOTOĞRAFLAR: ÖZLEM BAYRAK

İhsan Çaralan İz Gazete’ye konuştu: Halkın zihnine operasyon yapılıyor İhsan Çaralan İz Gazete’ye konuştu: Halkın zihnine operasyon yapılıyor

İhsan Çaralan: Amaçları tek adam rejimini sürdürmek İhsan Çaralan: Amaçları tek adam rejimini sürdürmek

YARIN:

Ekonomik sorunlar durdurulamıyor. IMF’ye neden gidilmiyor?

Mülteci konusu var. Bir yandan milliyetçilik köpürtülürken, öte yandan da çok gerçek ve gelişen bir problem. Ne yapmalıyız bu konu hakkında? 

Mültecilerin gönderilmesine yönelik propaganda yapan partiler, mesela Zafer Partisi kuvvetleniyor, buna nasıl bakıyorsunuz?

Sosyal yardımlar kul haline getiriyor yurttaşları. Devletin görevlerinin tamamen unutulduğu bir hal kalıcılaşmıyor mu?

420 CHP’li belediye var. Öte yandan, belediye emekçilerinin sınıf mücadelesi hareketleneceğe benziyor. Sendikaların hali nasıl toparlanır?

İnsanlık gelecek hayalini nasıl tazeleyecek, nerede kuracak?

Muhabir: ÜMİT KARTAL