Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Koray Çetin Önalan, İz Gazete’ye verdiği röportajda İzmir’in deprem riskiyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin deprem gerçeğiyle 1939 Erzincan Depremi’nden bu yana sürekli yüzleştiğini belirten Önalan, özellikle 1999 Gölcük Depremi’nin ülkede afet yönetimi anlayışında köklü değişikliklere neden olduğunu vurguladı. Ancak tüm bu yaşananlara rağmen, Türkiye’de ve İzmir’de yapılaşmada yanlış yer seçimi ve denetim eksikliğinden dolayı deprem kaynaklı afetlere hâla davetiye çıkarıldığını söyleyen Önalan, acı deneyimlerimizden ne yazık ki ders çıkarılmadığını sözlerine ekledi.
Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Koray Çetin Önalan, İzmir ve çevresini etkileyecek 17 diri fay hattının bulunduğunu ve özellikle ,bilim insanlarının yaptığı son çalışmalara göre, Tuzla Fayı’nın 7.0 büyüklüğünde deprem üretme potansiyelinim olduğunu belirtti. 2020 İzmir Depremi’nde Bayraklı ve Bornova gibi alüvyon zeminli bölgelerde büyük yıkım yaşandığını hatırlatan Önalan, yanlış yer seçimi ve eski yapı stoğunun büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguladı. “2020 de yaşanan 6.9 büyüklüğündeki depremin adını doğru koymak gerekiyor. Bu elim olay için İzmir depremi tanımını kullanmak son derece yanlıştır. Bayraklı’ya yaklaşık seksen km uzaklıkta kırılan bir fayın ürettiği deprem için doğru adlandırma, Sisam depremi-Bayraklı afeti olmalıdır” diyen Önalan, depreme karşı ne İzmir’in ne de Türkiye’nin henüz hazır olmadığını belirtti.
2020 İzmir Depremi ve Bayraklı’daki Yıkımın Nedenleri
Bu yıkımın temel sebebinin, bölgenin zemin yapısı ve üst yapı kalitesinin kötü olması olduğunu belirten Önalan, “Alsancak, Bayraklı ve Bornova gibi bölgelerde yapılaşmanın yoğun olduğu alanlar genel olarak suya doygun, gevşek, kalın akarsu çökellerinin bulunduğu,tarımsal nitelikli alüvyoner ovalardır. Bu tür zeminlerin bulunduğu bölgelerde, deprem büyütmesi çok fazla ve bu durum yıkımı artırıyor” dedi.
Önalan, Bayraklı’daki yıkımın Türkiye’ye ekonomik maliyetinin yaklaşık 20 milyar dolar olduğunu ve yakın çecrede 15 bin civarında binanın hasar gördüğünü veya kullanılamaz hale geldiğini,117 yurttaşımızındayaşamını yitirdiğini belirtti.
İzmir ve yakın çevresinde,özellikle metropoliten alanı etkileyecek 17 diri fay olduğunu ve bu faylardan hiçbirisinin yakın geçmişte deprem üretmediğini belirten Önalan” Bayraklı, Çiğli, Bostanlı, Karşıyaka, Alsancak gibi benzer zemin özelliklerine sahip alanlardaki yüksek yapıların, hangi yapı tekniği ile yapılırsa yapılsın bu faylardan her hangi biri kırıldığında nasıl davranış göstereceğini henüz bilmiyoruz. Kısaca, İzmir henüz büyük bir deprem ile test edilmedi” dedi.
Türkiye’nin Deprem Geçmişi ve 1999’un Önemi
17 Ağustos 1999’da meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem, İstanbul’un yakınında olması sebebiyle büyük yankı uyandırdı ve 18 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. 1996 yılında Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalarda, Türkiye’de kırılma zamanı gelmiş, süresini doldurmuş sismik boşluklar olduğu belirtilmişti. 1999’dan günümüze kadar sismik boşluk oluşturan bu diri faylar teker teker kırıldı ve son olarak 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler, Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı en büyük afetlerden biri olarak tarih sayfalarına geçti.
İzmir’in Deprem Riski: Tuzla Fayı 7.0 Büyüklüğünde Deprem Üretebilir!
“İzmir’in en büyük problemi, eski yapı stoğu. 1999 öncesi yapılan binaların çoğunda mühendislik ve yapım hataları olduğu bilinen ve dillendirilen bir söylem. Bu nedenle 7.0 büyüklüğünde bir deprem, sadece belirli bölgeleri değil, tüm İzmir’i etkileyebilir” diye konuştu.
“Gerek İzmir gerekse Türkiye geneli için, yapı soğu ile ilgili yapılan çalışmaların son derece dikkatli yapılması ve bu konuda sorumlu davranılması gerekiyor. Üst yapılarda yürütülen envanter çalışmalarında elde edilen sonuçların, çözüm önerisi olmadan kamuoyu ile paylaşılmasını son derece yanlış bulduğumuzu söylemeliyim. Yerel yönetimlerin ve kurumların görevi, süratle yapı envanterini çıkarıp kamuoyu ile paylaşmak değil, aynı zamanda pragmatik yöntemler ile çözüm üretmektir. Sayısal veriler ile yapılan bu paylaşımların, çözüm önerisi olmadan kamuoyu ile paylaşılması, kentte yaşayan insanları tedirgin etmekten başka ne yazık ki hiçbir işe yaramamaktadır. Yurttaşın, binasının güvenli olup olmadığını öğrenme hakkı olduğu gibi ,merkezi ve yerel idareye, “çürükse o zaman bana deprem güvenli konutumu sağla” deme hakkı da vardır” diyen Önalan Kentsel dönüşüm hakkında da şunları söyledi:
“Kentsel dönüşüm, mevcut uygulama ve hız ile Türkiye’nin deprem kaynaklı afet sorununa çare olmaktan çok uzaktır. Bunun adı kentsel dönüşüm değil, yerinde yık-yap modeli bina dönüşümü, rant edinimidir. İzmir gibi, altyapısı 1 milyon nüfusu bile taşımayacak metropolde, emsal artışları ile ovaların göbeğine dikilen çok katlı binalar, ulaşım ve özellikle altyapının kısa vadede çökmesine neden olmakta,başka afetlere davetiye çıkarmaktadır. Neİzmir’in ne de Türkiye’nin bu ekonomik koşullarda kentsel dönüşüm adı verilen bu ütopyayı gerçekleştirme olanağı yoktur. Ülkenin kentsel dönüşüme değil,Kentsel değişime gereksinimi vardır ve bu yerel yönetimlerin değil, uzun vadeli merkezi idarenin sorumluluğundadır”
Türkiye’nin deprem açısından en büyük sorunlarından biri, yanlış yerleşim politikaları. Önalan, Türkiye’de şehirleşmenin yanlış ilerlediğini ve alüvyon ovaların tarım için kullanılması gerekirken imara açıldığını söyledi.
“1999’da Türkiye’de şehirlerde yaşayan nüfus oranı yüzde 60-65 civarında iken, bugün bu oran yüzde 90’nın üzerine ulaştı. İnsanlar kırsaldan kentlere akın ediyor ancak şehirlerde güvenli yapılaşma sağlanmadan bu göçü kontrolsüz bir şekilde sürdürüyoruz. Bu da riskli bölgelerde daha fazla insanın yaşamasına neden oluyor” dedi.
Neler yapılmalı?
Önalan, İzmir ve Türkiye’de depreme karşı alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:
-Yerel yönetimler,çok acil olarak “ÖNCELİKLİ YERLEŞİM ALANLARI”nı Mikrobölgeleme çalışmaları ile belirleyerek, zorunlu harcamaları dışındaki tüm kaynakları ile ,hızla konut üretimine geçmelidir.
-Deprem anında oluşabilecek kaosu önlemek için kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler arasında koordinasyon sağlanmalı, acil olarak deprem anında neler yapılması gerektiği planlanmalıdır. İzmir, uzun kıyı şeridi ile deprem kaynaklı afetlerde,tahliye-acil ilk yardım için son derece avantajlıdır. Yerel yönetimlerin elindeki deniz ulaşım araçlarının, kaos anında hızla nasıl modifiye edileceği mutlaka masaya yatırılmalıdır.Zira böyle bir afette ana ulaşım arterlerinin kullanılamaz hale geleceği çok açıktır.
-Toplum,afetlere karşı son derece kırılgan ve ne yazık ki eğitimden yoksundur. Afet eğitimi,çocuk yaşlarda ancak doğa bilimlerinin öğretilmesi ile başlar. Ülkemizde jeoloji bilimi ne yazık ki ders kitaplarında dahi neredeyse yer almamaktadır.
-Ülkemizde dask sitemi,son derece yetersizdir. Bu sistem tamamen terk edilmeli, Afet Risk Tabanlı Sigorta Sistemi-ARTSİS uygulamasına geçilmelidir. Bu uygulama ile, kentler afet risk durumuna göre etaplandırılmalı, afet riski yüksek yerler ya sigorta kapsamı dışına çıkarılmalı veya çok yüksek sigorta primleri ile riskli alanlarda yapılaşmanın önüne geçilmeli, riski düşük alanlar düşük sigorta primleri ile cazip hale getirilmelidir.
-Ülkede yapı denetim sistemi önemli bir açığı kapatmakla birlikte, bünyesinde jeoloji mühendislerine alan açacak yasal düzenlemelerin hala yapılmaması nedeni ile hala gerçek anlamda,zeminden-çatıya yapıyı etkin ve efektif olarak denetlemekten son derece uzaktır. İzmir’in 6 ilçe belediyesinde halihazırda jeoloji mühendisi istihdamı yoktur. Jeoloji mühendisi bulunan ilçelerde de meslektaşlarımızın bir kısmının iş güvencesinden yoksundur. Bütün ısrarlarımıza rağmen bu istihdam ve iş güvencesi ne yazık ki gerçekleşmemektedir. Bu durum, kamusal denetimin de yeterince yapılamadığını net olarak ortaya koymaktadır. Bu utanç verici durum en kısa sürede düzeltilmeli, istihdam ve çalışan meslektaşlarımız için iş güvencesi sağlanmalıdır.
-Ülkemizde, kentlerde nüfus yoğunluğunun mutlaka önüne geçilmeli ,”kırsal kalkınma projeleri”ile ülke insanı artık çökme noktasına gelen tarımsal üretime yönlendirilmelidir. Bu nüfus yoğunluğundaki kentleri, kısa vadede ne dönüştürmek, ne planlamak ne de afetlere karşı dirençli hale getirmek mümkün değildir. Uzun vadeli(örneğin 30 yıl) projeksiyonlar ile ülke toprakları,sanayi-tarım-konut amacı ile planlanarak nüfusun dengeli dağılımı sağlanmalıdır.
-Tarım alanlarının imara açılması anayasal bir suçtur. Alüvyon ovalar, depremlerde en çok yıkımın meydana geldiği alanlardır. Tarım alanları İmar dışı bırakılmalıdr.
-Ülkemizde özellikle 1999 depremi sonrasında çok değerli bilim insanları yetişmiş ve yetişmektedir. Bu bilim insanlarının çalışmaları sonucunda, bugün ülkemizde 500 e yakın diri fay tespit edilmiş ve hala yeni diri faylar üzerinde çalışmalar devam etmektedir. 24 kentimiz, yüzlerce yerleşim yerimiz diri fayların üzerindedir. Diri fayların üzerinde yapılaşmanın önüne geçilmeli ve bu faylar mikrobölgeleme çalışmaları ile İmar Planlarına işlenmelidir.
Sonuç: İzmir ve Türkiye Deprem Gerçeğiyle Yüzleşmeli!
Önalan’a göre, İzmir ve Türkiye’nin en büyük sorunu, deprem gerçeğinin göz ardı edilmesi. Bilimsel verilere dayalı politikalar üretilmediği sürece, büyük felaketler kaçınılmaz olacak.
“Bugün önlem almazsak, yarın çok daha büyük bedeller ödemek zorunda kalırız. İzmir’in ve Türkiye’nin deprem gerçeğiyle yüzleşmesi, bilim insanlarının uyarılarını dikkate alması gerekiyor” diye konuştu.