NİL KAHRAMANOĞLU-Gazeteciliğin ve gazetecilerin koşullarının her geçen gün kötüleşmesinin, adaletin ve hukukun eksikliğinden kaynaklandığını vurgulayan Kızıl, haber üretiminde nelere dikkat ettiğini ise şu sözlerle açıklıyor; “Alana çıktığımda orada gördüklerim, öğrendiklerim, kurduğum ilişkiler ve sahanın kendisi zaten ne tür bir şey çekeceğimin ipuçlarını veriyor bana.”
Youtube, Instagram gibi sosyal medya alanlarının büyümesiyle birlikte video haberciliği de son yıllarda oldukça yükselişte. Bu anlamda; “Video, yazıyı yendi” de diyebiliriz sanırım. Sen nasıl değerlendiriyorsun, yaptığın işi nasıl tanımlarsın?
Videonun yazıyı yendiğini söylemek bence iddialı bir söylem. Önce üretim, sonra dağıtım ve erişim aşamalarında video haberin hâlâ kısıtları bulunmakta. Her ne kadar artık herkesin cep telefonu olsa da iyi bir video haber için iyi bir kamera, mikrofon, tripot ayrıca montaj için iyi bir bilgisayar gerek. Ve tüm bunları yapabilecek iş gücü. Ayrıca dağıtım ve izlenme noktasında da internet. Ayrıca video haber için (eğer remix video haber değilse) muhakkak alanda olmak gerekiyor. Bu da ekstra bir zaman ve maliyet getiriyor. Yazılı haberin prosesi ise daha farklı. Yani video haber yazılı habere göre daha masraflı ve zahmetli bir iş. Burada bir değer karşılaştırması yapmıyorum bu arada, sadece yaratım süreçlerine dair farkları belirtiyorum. Evet video haber yükselişte ama ilerleyişte değil henüz. Tüm bunları düşününce video haberin yazılı haberi yenmesi için elinin yeterince güçlü olmadığına inanıyorum.
Benim yaptığım iş literatürde “video journalism” olarak geçiyor. Kısaca tanımlarsak habercinin videoyu çektiği, düzenlediği ve sunduğu gazetecilik türünü ifade ediyor. Yani haber konusunu belirleme, soruları hazırlama, öznelere ulaşma, videoyu çekme, düzenleme ve sunma aşamalarının hepsini içeriyor. Benim yaptığım iş de temel olarak bu yani video habercilik.
Pek çok özgün içerik üretiyorsun. Haberlerini seçerken nelere dikkat ediyorsun, nasıl hazırlanıyorsun?
Haber üretim aşaması haberin konusuna göre değişiyor. Bazen kendi belirlediğim bir konu üzerinde haberler üretirken bazen de akut konulara odaklanıyorum. Mesela Romanları, seyyar satıcıları, ensesti işlediğim videolar var. Bu tür tematik videolarda öncesinde araştırma ve okuma süreci oluyor. Sonra konunun bağlamını ve soracağım soruları belirleyip ona uygun karakterlere ulaşıyorum. Ardından çekim ve kurgu süreci başlıyor. Bazen de akut konulara odaklanıyorum. En son depremde ya da Akbelen’deki çevre mücadelesinde ya da Agrobay’daki tarım işçisi kadınların mücadelesinde olduğu gibi. Bu tür durumlarda kameramı alıp olay yerine gidiyorum. Orada gördüklerim, öğrendiklerim, kurduğum ilişkiler ve sahanın kendisi zaten ne tür bir şey çekeceğimin ipuçlarını veriyor bana.
Peki yapacağın haberin finansmanını nasıl sağlıyorsun?
Ben freelance/bağımsız çalışan biriyim. Ulaşım, yakıt, otel gibi masrafları kendim karşılıyorum. Kamerasından tripotuna, ışığından dronuna tüm ekipmanlarım bana ait. Ne derece özgün içerikler üretiyorum bilmiyorum ancak hayatımı temel olarak video habercilikten kazanmadığım için bu beni daha özgür kılıyor. Her ne kadar bağımsız çalışsam da bazen uluslararası bir kanalın Türkçe bölümü için de içerikler üretiyorum. Buradan elde ettiğim geliri yine video habercilik alanında kullanıyorum.
‘En büyük sorun baskı’
Haber yaparken seni en çok zorlayan şeyler ne oluyor? Sorunları ve bu sorunlara karşı çözüm önerilerini nasıl sıralarsın?
Tahmin edeceğiniz üzere bu çok uzun cevabı olan bir soru. Ama sorunların ilki ve en önemlisi gazetecilik üzerindeki baskı. Bu baskı depremde de, Akbelen’deki çevre mücadelesinde de, Agrobay’daki işçi direnişinde de kendisini olabildiğince hissettirdi. Depremde defalarca çekim yapmam engellendi, yaklaşık 25-30 kolluk gücü tarafından gecenin bir vakti sokakta 1 saati geçen ince bir aramaya ve ayaküstü sorgulamaya tabi tutuldum. Akbelen’de bulunan birçok foto muhabir, gazeteci, televizyoncu arkadaşla birlikte TOMA suyu ve gaz yedik, kalkanlarla darp edildik. Agrobay’da iki gazeteci arkadaşımız gözaltına alındı. Şu anda ülke genelinde onlarca arkadaşımız tutuklu, yüzlercesi hakkında soruşturmalar, adli kontroller var. Basın özgürlüğü konusunda dünya genelindeki durumumuz malum. Sanırım bu en büyük sorunlarımızdan biri.
Bunun dışında en zorlandığım konuların başında da taraflara ulaşmak geliyor. Yine deprem özelinde bahsedersek eğer, mesela konuştuğumuz birçok kişi AFAD’dan şikâyetçiydi. Biz de AFAD’a ulaşıp görüşlerini almak istedik ancak hiçbir AFAD yetkilisi bizimle konuşmadı. Oysa konunun taraflarından biri de onlardı. En son şansımız yaver gitti de Hatay’daki koordinatör vali ile görüşebildik, ancak AFAD’dan sahada olan bir yetkiliyle görüşmemize izin vermediler. Akbelen’de de benzer bir durum vardı ama tam tersi. Biliyorsunuz Akbelen’de yüzlerce jandarma, sinyal kesici jammerlar, sayısı bazen 4’ü bulan TOMA’lar vardı. Kolluğun uyguladığı şiddete karşı konuşabilecek bir kamu otoritesi bulamadım. Benzer durumda konunun taraflarından biri olan şirketle konuşmak da mümkün olmadı.
Diğer bir sorun da resmî verilere ulaşamamak. Yine yakın zamana dair bir örnek olarak depremi verebilirim. Bölgede kurulan çadırların veya konteynerlerin sayısı, ne kadar kişinin barınma sorunu çektiği, hâlâ aktif olan yerlerdeki şebeke suyunun kalitesi vs. Bunların hepsini geçtim hayatını kaybedenlerin sayısına dair veriler bile güvenilir değildi.
Bunların hepsi de mevcut iktidarın yarattığı sorunlar. Yine iktidarın ana sorumlu olduğu bir başka sorun daha var, o da ekonomi! Video habercilik zaten pahalı bir işken mevcut kriz ortamında daha da pahalı bir hale geldi. Hepsi dolara endeksli ekipmanlar zamlandı, yol ve konaklama masrafları çok ciddi bir şekilde arttı. Şöyle bir örnek vereyim, şu an kullandığım makineyi 2 sene önce 33 bin TL’ye almıştım. Şimdiki fiyatı 90 bin TL. Bu sadece gövde fiyatı. Kullandığım ikinci makineyi, yaklaşık 4 lensi, bir dronu, 3-4 farklı mikrofonu ve ayrıca ışık, sabitleme ekipmanlarını, kullandığım telefon ve bilgisayarı da işin içine katarsak sırtımda yaklaşık 400 bin TL değerindeki iki çantayla dolaşıyorum.
Siyasi iktidarın baskısı, bu baskılardan dolayı muhataplara ulaşamama, veriye ulaşamama ve ekonomik sorunlar benim dışımdaki sorunlar olduğu için baş etme yolları pek de yok açıkçası.
‘Haberi tercihler de belirliyor’
Nerede bir hak mücadelesi varsa kameranı oraya çeviriyorsun. Son dönemde deprem sürecini, Akbelen direnişini, Agrobay işçilerinin mücadelesini buna örnek gösterebiliriz. Ancak genel olarak medyanın tavrı bu yönde değil. Hak mücadeleleri medyada kendine çok az yer buluyor. Medyanın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye’de siyasilerin medya sahipliği kanunen yasak. Ancak bunu dolaylı olarak çözmüş durumdalar “havuz medyası” ile. “Havuz” tabirinin nereden geldiğini hepimiz biliyoruz zaten. Türkiye’de büyük sermaye grupları (dolaylı olarak iktidar) medyanın neredeyse yüzde 95’ine hâkim durumda. Mesela Akbelen’de kömür çıkarmak için ağaçları jandarma eşliğinde kestiren LİMAK ve İÇTAŞ ortaklığının medya ile ilişkisi buna örnek verilebilir. Şimdi bunların kontrolünde olan medyanın gelip orada haber yapmasını beklemiyorum elbette. O yüzden sorudaki medyayı “muhalif medya” olarak alıyorum. Açıkçası depremde de Akbelen’de de muhalif medya olabildiğince vardı. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla buralarda karşılaştım. Ancak devamlılık konusunda, özellikle seçim gündemimize girdikten sonra buralara ilgide bir azalma oldu. Birçok muhabir, partilerin genel merkezlerinden haberler geçmeye başladı. Yani iş gücünün çoğu depremden buralara çekildi. Bunun nedenlerine bakınca yine dönüp dolaşıp medyanın ekonomik özgürlüğüne geliyor konu. Eldeki muhabir sayısı kısıtlı olunca tercih yapmak zorunda kalınıyor ve daha çok “ilgi çeken”, daha çok gündemde olan ve daha ucuz haber üretilebilir konuya yani seçime odaklanılıyor.
Medyanın bahsettiğin konulara dair yetersiz tutumunu sadece ekonomik nedenlere bağlamak da eksik olur tabii ki. Bu noktada tercihler de önemli oluyor. Muhabire yatırım yapmaktansa ekran yüzleri ya da sadece köşe yazarlığı yapan popüler isimlere yatırım yapmak, özgün içerik üretmek kaygısı yerine daha hızlı ve daha çok haber üretmeyi tercih etmek, kalite yerine tıklanma veya sansasyonel haber peşinde koşmak vs.
Editöryal bağımsızlık
Daha çok yabancı kuruluşlara içerik üretiyorsun. Türkiye’deki yabancı kuruluşlar ile yerli kuruluşlar arasındaki farkı nasıl anlatırsın? Örneğin; BBC, AFP, Sputnik gibi iş yerlerinde hak mücadelesi verilebilirken yerli medyada bundan bahsetmek pek de mümkün değil…
Yabancı kuruluşlara haber üretmemin başlıca nedeni editöryal bağımsızlık. Ne yazık ki bunu yerli medyada bulmak çok zor. Açık söylemek gerekirse “muhalif medya”da bulmak bile çok zor. Çünkü orada da başka kaygılar, başka ilişkilenmeler devreye giriyor. Yine depremden örnek vereyim. Bir depremzedenin AFAD’a olan tepkisi tüm muhalif kanallarda kendine yer bulurken CHP’li olan belediyeye ya da kendilerini yalnız bırakan vekillere karşı gösterdikleri tepkiler ne derece yer bulabildi? Oysa “yabancı kuruluş” dediğimiz yerdeki editörün sorguladığı tek şey haber değeri taşıyıp taşımadığı, taşıyorsa eğer gerçekliği, nasıl verildiği vs. Yani gazetecilik ilkeleri ile hareket ediyor, başka kaygılarla değil. Bir haberci editöryal bağımsızlık ve emeğinin karşılığını almak dışında başka ne ister ki zaten? Evet ikinci saydığım şey de yerli medya için bir sorun. Ne yazık ki birçok gazeteci arkadaşım hak ettiğinin çok altında ücretlere çalıştırılıyorlar. İki temel farkı böylece özetleyebilirim.
Yabancı kuruluşlarda koşullar daha iyi
Yerli medyanın grev konusunda tavrı çok ikircikli. Bir yandan grevdeki işçilere dair haberler yapıp onların haklarını savunuyor gibi görünürken kendi emekçisinin hakkını vermekten imtina ediyor. Birkaç ay önce bir gazeteci beraber çalıştığı kişilerin hakları verilmediği ve sigortaları yatırılmadığı için kanaldan istifa etti. Birçok arkadaşım maaşından şikâyetçi ama mecbur olduğu için çalıştığını anlatıyor. Bu ne yazık ki genele yayılmış ve artık sıradanlaşmış bir sorun. Yabancı kuruluşlarda işler bu konuda en azından biraz daha iyi. BBC Türkçe, AFP ve Reuters çalışanları greve gitti ve bunların hepsi kazanımla sonuçlandı. Sputnik çalışanları hâlâ grevdeler. Sanırım bu noktada ajansın hangi ülkeye ait olduğu da önemli. Londra merkezli BBC ve Reuters ile Fransa merkezli AFP’de direniş kazanımla sonuçlanırken Rusya merkezli Sputnik grevi 40 günü aştı ve henüz bir sonuç alınabilmiş değil. Üstüne bir de ajans grevi kırmak için yeni gazetecileri işe aldı.
Açıkçası yerel medyada en son ne zaman grev yapıldığını bile hatırlamıyorum. Bu da gazetecilerin değil bu şartları olağanlaştıran iktidarın ayıbı.
‘Tek çıkış yolu hukuk’
Ekonomik ve siyasi baskılar, sansür, otosansür, işsizlik, örgütsüzlük vs. gibi nedenlerle medya çıkmazda. Sence çıkış yolu nedir?
Çok klişe olacak ancak başka bir cevabın da gerçekçi olduğunu düşünmüyorum: Hukuk, hukuk, hukuk! Başka bir çıkış yolumuz yok. Gazetecilerin karşılaştığı ekonomik sorunların da, siyasi baskıların da, sansürün de, örgütsüzlüğün de ana sebebi hukuk ve adaletten yoksun oluşumuz. Gazeteciler tüm bunlara rağmen kendi işlerini yaparak; yani yolsuzlukları, hak ihlallerini, çevre katliamlarını, kadınları, işçileri yazarak kendisini de kurtaracak olan o çıkış yolunu arıyor. Elbet bulacağız.
Gazetecilerin karşılaştığı ekonomik sorunların da, siyasi baskıların da, sansürün de, örgütsüzlüğün de ana sebebi hukuk ve adaletten yoksun oluşumuz.