HAZIRLAYAN: ÜMİT KARTAL

Eski İzmir Barosu Başkanlarından ve önceki dönem Konak Belediye Başkanı Pekdaş, aktif görevde olanların cevaplamaktan imtina ettiği sorulara köşeli cevaplar verdi. Pekdaş, “insanlık tarihi teslim olmama, direnme ve mücadele tarihi olarak yazılmıştır” dedi.

Ülke ve dünya gündemi, yetişilemeyecek bir hızda ilerliyor. Bu ‘tufan’ı nasıl değerlendiriyorsunuz ve kendinizi tüm bu gelişmeler karşısında nasıl hissediyorsunuz?

Dünyanın tufanlar yaşamadığı dönemler olmuş mudur? Elbette olmuştur… Ama bu dönemlerin insanlık tarihinde çok da yer tutmadığını biliyoruz. Küreselleşmenin son sürat yaşandığı, totaliter yönetimlerin hâkimiyeti ele geçirdiği, kapitalizmin yıkıcılık ve tahribinin yoksulluğu, yoksunluğu ve savaşları yaygınlaştırdığı günümüzde iletişimin ve ulaşımın ulaştığı hız da düşünüldüğünde bu tufanın yoğun bir şekilde devam edeceği açık. Ancak bu süreçler teslim olacağımız ve çıkışı olamayan süreçler olmamalı / olamaz. Bu durum insanlık tarihine de uygun düşmez. Çünkü insanlık tarihi teslim olmama, direnme ve mücadele tarihi olarak yazılmıştır.

Öyleyse umut da hiç yok olmamalı ve ben de umudunu kaybedenlerden olmadım hiç. Atatürk, “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır” diye boşuna söylememiştir. Önemli olan her durumda bir çıkış ve bir çözüm bulabilmektir. İnsanlık bunu başarabilir; yoksa yok olurdu.  

Devlet Bahçeli’nin başlattığı, Abdullah Öcalan’ın metni ile devam eden süreci sosyal demokratlar nasıl tanımlamalı?

Öncelikle sürecin Devlet Bahçeli tarafından başlatıldığını düşünmediğimi ifade etmek isterim. Devlet Bahçelinin TBMM’de DEM milletvekilleri ile tokalaşması ardından herkesi şok eden konuşmaları öyle bir anda ortaya çıkmış durumlar değil. En az bir yıl öncesinden başlayan bir hazırlık sürecinin ve yürüyen bir sürecin varlığı Sırrı Süreyya Önder tarafından açıklanmıştır. Bahçeli de bu süreçte üzerine düşeni yerine getirmiştir.

Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan ve İstanbul’da bir otelin salonunda okunan metnin, yargılandığı dosyada verdiği ifadeler ve yaptığı savunmaları ile çeşitli aşamalardaki açıklamaların bir benzeri ve davamı niteliğinde olduğu görülecektir.

O halde bu açıklamalar neden şimdi önem kazandı ve ne oldu da Devlet Bahçeli Kürt sorununu keşfetti diye sormak gerekecek? Ben bu sürecin Ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı süresi ve seçimi konusu ile başta Suriye’de yaşananlar olmak üzere uluslararası gündemin ve sürecin bir parçası olduğu düşüncesindeyim.

Yaşadıklarımızın 2010 / Aralık ayında başlayan ‘Arap Baharı’ sürecinin, Suriye’de Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle birlikte yaşanan değişikliklerin, İsrail’in Gazze ve bölgede her biri savaş suçu niteliğindeki saldırgan politikalarının ve ABD’nin Ortadoğu politikalarının geldiği aşamaların sonucu olduğunu söyleyebilirim.

Dolayısıyla sosyal demokratlar bu sorunu; dış politikadan bağımsız olmayan Türkiye’nin demokratikleşmesi ile hukuk ve adaletin hakim kılınması süreci olarak tanımlamamalılar diye düşünüyorum. Atatürk’ün ifade ettiği şekilde “Yurtta Barış, Dünya Barış”  hedefi doğrultusunda, hukuk içinde ve demokratikleşme yöntemiyle çözülmesi gereken bir sorun karşımızda duruyor.  

‘Kürt Sorunu’nun çözümü ve demokratikleşme’ tarifi ile ‘Terörsüz Türkiye’ tarifi arasında nasıl bir fark ve benzerlikler söz konusu?

Kürt sorunu olarak tariflenen sorunun bir yönüyle terörle ilişkisi olmuştur ve bu nokta görmezden gelinemez. Ancak terörün kaynağını sadece Kürt sorunu olarak ifade etmek de eksik ve yanlış olur. Bugün dünyada da terör ciddi bir sorundur ve pek çok farklı sebeplere dayanmaktadır. Biz Kürt sorununa tekrar dönersek bu sorun, sadece terör sorunu olarak değerlendirilerek de görmezden gelinemez. Kürtler “bizim Kürt olmaktan kaynaklanan sorunlarımız var” diyorlarsa bizim “ hayır, senin bir sorunun yok” demeye hakkımız var mıdır? O halde bu sorununun gündeme alınması ve çözülmesi gerekecektir.

Silahların susması, örgütün silah bırakması, çözüm tartışmalarının başlaması, CHP tabanını irrite eder mi?

Silahların susması, örgütün silah bırakması neden CHP tabanını rahatsız etsin ki? CHP’liler bu ülkede yaşamıyor mu? Silahların ve şiddetin hem bireylerin hem de ülkenin güvenliğini ortadan kaldırmadığını söylemek mümkün mü?  Ayrıca terörle mücadele ve güvenliği tesis etme harcamalarının ülke bütçesinde ne büyük bir yük oluşturduğu / oluşturacağı da ayrı bir gerçeklik. En önemlisi şiddetin egemen olduğu süreçler demokrasi ve özgürlüklerin rafa kalktığı dönemlerdir ve kişilerin maddi ve manevi varlıklarının hem tehdit altında hem de yok olduğu dönemlerdir.

Burada CHP yönetimi nasıl bir dil ve yöntemle ilerlemeli?

Çözüm tartışmalarının şekli ve dili sadece CHP tabanının değil, bütün ülkeyi ilgilendiren bir sorundur ve bunun yöntemi ve dili de şeffaf ve hukuk içinde olmalıdır.

Anayasa değişikliği tartışmalarında sosyal demokratların kırmızı çizgisi ne olmalı? 66. Madde, 4. Madde gibi kamuoyunda tartışılan maddeler üzerinden söylenecek söz, topyekûn bir ‘demokratik anayasa’ mücadelesinin önüne set koyar mı?

Abdullah Öcalan’ın okunan metninde “ Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus – devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. …” değerlendirmesi vardır. Ayrıca hem Selahattin Demirtaş hem de diğer aktörlerin tespitleri de bu çerçevededir.

Ayrıca Abdullah Öcalan’ın metninin okunmasından sonra Sırrı Süreyya Önder,   Öcalan’ın görüşmenin sonunda söylediklerini sözlü olarak ifade etmiştir. Bu not; “Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nın kendisini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” şeklindedir.

Bu durum yani Hukuki boyutun tanınması ise bir Anayasa ve yasama meclisi sorunudur. Bu hal de şeffaf bir süreci,  kamuoyu oluşmasını ve kurucu meclisi zorunlu kılar. Ayrıca hamasetin, samimiyet/ciddiyet tartışmalarının ötesinde hukukun içinde toplumun güvenini kazanan ve şeffaf bir yönteme ihtiyaç vardır ve bunun adresi de TBMM’dir.  Unutmayalım ki Türkiye Cumhuriyeti, kurtuluş ve kuruluşunu sağlayan Kurtuluş Savaşını Meclisin önderliğinde gerçekleştirmiştir.

CHP, bu ülkenin kurucu partisidir. Saltanatı kaldırarak egemenliği halka veren; çok partili rejimi tesis eden; laik demokratik hukuk devletini kuran partidir. Hassasiyetlerini bütün bu ilkeler çerçevesinde görmek gerekir.

Bugün siyasal iktidar için Anayasa değişikliği ile asıl istenilen hususunun Cumhurbaşkanının seçimi ve görev süresiyle ilgili olduğu apaçık ortadadır. Hal böyle olunca iktidarın asıl niyeti gölgeleyecek, görünmez kılacak hiçbir tartışmaya girmemenin bu aşamada doğru olduğunu düşünmüyorum. Cumhurbaşkanının son görev dönemidir ve bu durumu değişmesine yol açabilecek hiçbir tartışmanın anlamı yoktur.

İktidarın 400 vekile ulaşma hayalini engelleme yöntemi olarak algılanan, başka partilerden vekil transferi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahlaki bir yöntem olmadığı düşüncesindeyim. Bu yöntem seçmenler yönünden demokrasiye olan inancı, siyasete olan güveni zayıflattığı gibi transfer edilen vekil yönünden ise kendisine olan özsaygısını yok etmeye yöneliktir. Oysa demokrasi onurlu yurttaşların rejimidir. Hiçbir iktidar yurttaşının onuruyla oynayamaz.  İktidarların yurttaşların onurunu korumak ve saygı göstermek zorunluluğu vardır ve Anayasanın 5. Maddesinde belirtilen devletin amaç ve görevleri de bunu emreder.

Tek aday ile ön seçim olur mu? Cumhurbaşkanı adayını belirleme hamlesi, eli kuvvetlenen siyasi iktidarı erken seçim kararı alma konusunda sıkıştırır mı?

Ön seçim kural olarak belirlenmişse tek adayla da yapılabilir. Bu durumda seçim bir güvenoyu yoklamasına dönüşür.  Ekrem İmamoğlu’nun aday adaylığı ve önseçimi de böyledir. Yargının sopa gibi kullanıldığı, hukuk dışılığın bir yönetme biçimine dönüştüğü, haber alma özgürlüğünün yok edildiği, tarafsız ve bağımsız medyanın kıskaç altına alındığı ve susturulduğu, üretilmiş gerçek dışı haberlerle kamuoyunun manipüle edildiği bu ortamda cumhurbaşkanlığı seçiminin zehirlenmemesi, adayın örgüt korumasıyla güçlendirilmesi önemlidir.

Dolayısıyla cumhurbaşkanı adayını belirleme hamlesi iktidarı sıkıştırmaya, seçmene güven vermeye yönelik bir hamledir ve öyle olduğu da görülmektedir. İktidarı erken seçime zorlamanın en iyi yöntemi seçmenin harekete geçmesidir ve yaşadığımız sürecin buna hizmet etmesi kaçınılmazdır.

Mansur Yavaş’ın ‘gerçek gündem’ tarifi, aday belirleme sürecini ertelemek üzere bir adım mı yoksa, başka bir yolu mu işaret ediyor?

Mansur Yavaş’ın ne düşündüğünü bilemem. Mansur Başkanın da ifade ettiği gibi gerçek gündem çok ağır, derin yoksulluk yaşanılamaz boyutlara ulaşmış durumda. Doğru. Fakat siyaset sadece gündemi tespit etmekten ibaret değildir. Siyaset umut olmaktır, çözüm yolu göstermektir, hedef belirlemektir. Siyaset yapmak risk almaktır. Dolayısıyla siyasette 24 saatin uzun olduğunu bilerek ama hedefe yönelik mücadeleyi de hiç ihmal etmeden ve hep en öne koyarak çok yönlü mücadeleyi de sürdürmektir aslolan.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok parçalı görüntüsü size kaygı veriyor mu? CHP bu karmaşadan nasıl çıkar?

Başkan Denizli: Çanakkale, bir direnişin ve yeniden doğuşun adıdır Başkan Denizli: Çanakkale, bir direnişin ve yeniden doğuşun adıdır

CHP tüzük ve programında yazılı ilkelere bağlı sosyal demokrat bir partidir. Sosyal demokrat partilerde kanatların ve grupların olması normaldir ve geliştiricidir. Ülkede demokrasi rafa kalktığı ve siyasal partiler de emir komuta zincirinde yapılara dönüştüğünden CHP’deki kanat ve grupların varlığından kaynaklanan çok seslilik karmaşa gibi yorumlanmaktadır. Bu çok seslilik bazen akortsuz ve melodiden kopuşla seyredebilmektedir. Ama bazı yanlışlar var diye sosyal demokrat bir parti olma gereğinden vazgeçmek de doğru değildir.

Olağanüstü kurultay kararı alma seçeneği neden düşünülmüyor?

Ben bu dönemde olağanüstü kurultaya gitmeyi doğru bulanlardan değilim. Delegelerin çoğunluğu kurultay ister ve imza toplarsa – ki kimse buna da engel olmaz– kurultaya da gidilir. Ama ben bu dönemin kurultay dönemi değil mücadeleyi yükseltme ve dayanışmayı çoğaltma dönemi olduğunu düşünüyorum.

Siyasi iktidarın artan baskılarını nasıl yorumlamak gerekir?

Siyasal iktidar, ülkeyi Anayasada belirtilen şekilde demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti nitelikleriyle yönetme kabiliyetini yitirmiştir. En temel insan hakkı olan beslenme ve barınma ihtiyaçları karşılanamıyor. Ülke derin bir yoksulluğun pençesinde kıvranmaktadır. Geçlerimiz, meslek sahibi iyi eğitimli yurttaşlarımız geleceklerini başka ülkelerde aramakta ve ülkeyi terk etmektedirler. İktidarın bir göçmen politikası var mı belli değildir ve bu durum güvenlik zaafiyetine yol açmaktadır. Dünyanın yasadışı örgütleri ülkemizi mesken tutmuş, hesaplaşmalarını bile burada gerçekleştirmektedirler. Kara ve kirli para piyasada rahatça hareket edebilmektedir. Siyasal parti genel başkanları sadece siyaset yaptıkları için tutuklanmakta ve susturulmak istenmektedir. Belediyeler iş yapamaz hale getirilmeye çalışılmakta,  mali kıskaca alınmakta, başkanları tutuklanmakta, ……, vs., vs.,…

İşte bütün bu zorlayıcı ve kötü koşullar siyasal iktidarın iktidarı kaybetmemek hırsıyla birleşince baskıcı bir yönetime dönüşmektedir.

Ekrem İmamoğlu hedefe konulduysa, onu korumanın yöntemleri nelerdir?

Ekrem İmamoğlu’nun hedefe koyulmasının asıl nedeni siyasal iktidarın iktidarını kaybettirecek aktör konumda olmasıdır. Onu korumanın en iyi yolu ona sahip çıkmaktır. Bunun için de öncelikle önseçimin yoğun bir katılımla gerçekleştirilmesidir.

Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak gelirse, bunun nasıl sonuçları olur? Öyle bir karar açıklanırsa ne yapılması gerekir?

Hakkındaki iddiaların hiçbiri siyasi yasağı gerektiren iddialar değil. Siyasal yasak ihtimalinin konuşulmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. İktidarlarını kaybetmekten korkanların ancak bu yola tevessül edeceklerini yüksek sesle ve her yerde söylemeliyiz.

Böyle bir sonuç olursa koşullar bir bütün olarak mutlaka değerlendirilecek ve bir çözüm mutlaka bulunacaktır.

Gitgide umutsuzluğa kapılan seçmenin umutlarını yeniden ayağa kaldırmak için ne yapmak gerekir? Bugün yetki sizde olsa, nereden başlardınız?

Baskıcı ve totaliter yönetimlerde insanların umutlarını kaybetmesinden doğal bir şey yoktur. Ancak bir avuç cesaretli insanın umudu ve cesareti çok önemlidir. Çünkü cesaret bulaşıcıdır. İmamoğlu’nun aday adayı olarak yaptığı çalışmaların bile insanları nasıl cesaretlendirdiğini görebiliyoruz. Çünkü insanların her zaman umuda ihtiyaçları vardır.

İmamoğlu’nun aday adaylığı çalışmalarının seçmenleri ayağa kaldırdığı görülmektedir. İktidar korkuya kapılmış durumda toplantılar için salon vermiyor. Ama insanlar artık meydanları dolduruyor, cesaret ve umudun bulaşıcılığı ile meydan meydan mitingler düzenleniyor. Görülüyor ki ok yaydan çıkmış ve Ekrem İmamoğlu’nun önderliğini insanlar sahiplenmiş durumda, miting ve toplantılara katılan insanların yüzündeki umut ifadesi ve gülümsemesi bunu açıkça göstermektedir. Umut treni yola çıkmıştır. Yolu açık olsun…

Kaçan bir tren var mı? ‘İktidar, atı alıp Üsküdar’ı geçti’ denilebilecek bir tablo söz konusu mu sizce?

Tren hiçbir zaman kaçmaz. Eğer kararlıysanız bir yolunu bulur; 1, 2, 3 durak sonra treni yakalarsınız; olmazsa başka bir yol, başka bir araç mutlaka vardır. Yoksa insanlık ortaçağ karanlığından çıkamaz, ülkemiz emperyalist işgalden büyük bir zafer kazanarak kurtulamazdı.

Üsküdar’ı geçmek için atı almak yetmez. O atın sırtından atılmamak da lazımdır. Bence iktidarın saldırganlığının altında yatan da budur: Atın sırtından atıldığını bilmek.

CHP bir süredir, mücadelenin merkezine belediyeleri koydu. Belediyelerin topyekun mücadelenin ana öznesi olması doğru mu? Belediyelerin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’nin mücadelenin merkezine belediyeleri koyduğunu söylemek haksızlık olur. Siyasal iktidarın belediyelere yönelik baskıcı, hukuk dışı ve acımasız saldırıları karşısında elbette belediyelerin mücadelenin ana öznesi olması kaçınılmazdır.

Ama bu durum hiçbir zaman parlamento grubunun, örgütlerin kadın ve gençlik kollarının çalışmalarının görmezden gelinmesine de yol açmamalıdır. Hiç kimsenin emeğini ve çabasını görmezden gelme, yok sayma zamanı olmadığını düşünüyorum.

Tüm bu tablo ve gelişmeler içerisinde, ‘sorsaydın cevaplamak isterdim’ dediğiniz bir soru var mı? Varsa sorup cevaplar mısınız?

Yeni sorular ve yeni cevaplar, yeni bir röportajın konusu olsun

BİR SONRAKİ KONUK:  MURAT AYDIN

Aytun Çıray: ‘Tek çıkış yolu Ekrem Bey’in Genel Başkan olmasıydı’ Aytun Çıray: ‘Tek çıkış yolu Ekrem Bey’in Genel Başkan olmasıydı’

Altan İnanç: ‘Milletin iradesine, demokrasiye ve Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkacağız’ Altan İnanç: ‘Milletin iradesine, demokrasiye ve Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkacağız’

Kaynak: HABER MERKEZİ