Kent rantını yiyerek kendisini ve yandaşlarını büyüten AKP, Erdoğan’ın liderliğinde, yönetiminde başarılı olamadı. Devletin vatandaşı kucaklayıcı sistemini kurmak yerine, yaşamın her alanında kendisi yararına “siyasi ve ekonomik” bir düzen kurdu. Bu yüce devletin bir vatandaşı olarak, yandaşlar kendi mesleklerinde ehil olmasa da yaptıkları işin bedelinin ülke kaynağından karşılandığının bilincinde olarak işlerini yapmak zorunda yani zorundaydı. Özellikle inşaatlarda tasarımların bilimsel olarak hazırlanması, imalatların da teknik şartnamelere göre yapılması gerekirdi.
Kanımca, bu kesimin tek hedefi deli para kazanmaktı, devlet önemini yitirmişti, insan hayatının hiç önemi yoktu. Yaptıkları iş sadece para kazanma aracıydı. Bu kesim istediği yere, istediği inşaatı, istediği fiyata yaptı. Fay hatlarının üzerinde rezidanslar da yapıldı, havaalanları da toplu konutlar da... İhaleler için iktidar ihale kanununu 20 yılda herhalde 200 kez değiştirdi. Yağmur yağdı, yaptıkları yollar çöktü. Rüzgâr esti yaptıkları çatılar uçtu. Tamiratları yeniden ek işi yapıyormuş gibi yaptılar, yine para aldılar. Deprem oldu, resmi daireler, toplu konutlar, havaalanı, hastaneler yıkıldı. Yeniden yapıp paralarına para katabilirler ama ölen on binlerce kişi ne olacak, onları kim geri getirecek?
Hatalı yapı yapmanın bir yaptırımı olması gerekiyor. 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Bolu-Düzce depremlerinden sonra Yapı Denetimi Kararnamesi çıkarıldı. İnşaat tasarım ve uygulamasını gereği gibi uygulamayanlar, onları denetlemeyenler on binlerin ölümüne neden oldu.
Yaklaşık 4 bin yıl önce, Mezopotamya’nın dünyanın yedi harikasından biri olan asma bahçeleri ile ünlü Babil’de, Hammurabi, 33 yaşında kral oldu. Kral, halkını mutlu etmek için bir düzen gereksinimi fark etti ve kanun koydu. Gelecek krallar bunu değiştirmesin diye, bu kanunları kendisine yazdıranın güneş tanrısı Şamaş’ın olduğunu söyledi. Böylece, Hammurabi’nin koyduğu kanunlar da tanrı sözü sayıldı.
Hammurabi, kanunun girişine “Marduk, insanları doğru idare etmek (ve) Memleketin idaresini ele almakla beni görevlendirdiği zaman, Memleketin diline doğruluk ve adalet koydum. Halkı memnun ettim” dedi ve kanunları sıraladı. Hammurabi Kanunlarının ilk maddesi şöyle:
“Eğer bir adam, bir adamı suçlayıp ona cinayet suçu atar (onu cinayetle suçlar) ve bunu ispat edemezse, suçlayan kimse öldürülecektir.” Bu madde çok anlamlı. Yani, kanıt yoksa suçlama da yoktur; kanıtsız suçlama yapan bunu ispatlayamaz ise yaşamına son verilir.
4 bin yıl önceki kanunlar birçok konuda düzenleme yapıyordu. Güvenli yapı konusunda da maddeler vardı:
“Madde 229. Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapan öldürülür.
Madde 230. Eğer bina ev sahibinin oğlunu öldürürse inşaatı yapanın da oğlu öldürülür.
Madde 232. Binanın bir kısmı harap olursa harap olan kısmın tümünü tazmin eder ve inşa ettiği binayı düzgün bir şekilde inşa edinceye dek kendi imkanlarıyla evi yeniden inşa eder.
Madde 233. Bir kişi başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı devrilmişse inşaatı yapan kişi kendi imkanlarıyla duvarı daha sağlam bir şekilde yapmalıdır."
Özetle, işini eksik yapan, onu tamamlar. Yanlış yapan, daha iyisini yapar. Ancak, iş yapan kişi birisinin canını kaybetmesine neden olursa, bedelini para olarak değil, can ile öder.
Hammurabi Kanunları, Babil'in koruyucu tanrısı Marduk adına yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde kanun şeklinde yazıldı. 2000’li yıllarda ölüm cezası yok ama, KHK’nın iptalinden sonra çıkarılan 4708 Sayılı Yapı Denetimi Yasası, depremde can kaybını önleyecek olan güvenli yapı konusunda denetimi kimin yapacağını belirtiyor ve denetim düzgün yapılmazsa yasal yaptırımı tarif ediyor ve bunu Türkçe yazıyor.
İşini gereği gibi yapmayan yapı denetçisi de var, kendi şirketini kuran müteahhit firma da. Ancak, ortada bir yıkım ve ölüm olduğu zaman, imzayı atan mühendis, devlet memuru kanununun “görevini ihmal ve suistimal” suçlamasıyla yargılanır, bunun affı ve tecili yok.
Erdoğan, depremin üçüncü günü deprem bölgesinde dolaştı, bilgi verdi. Dördüncü gün sabahında bu rakamlar daha hızlı yükseldi. Ölü rakamı 12 bin 873, yaralı sayısı 52 bin 937, yıkılan bina 6 bin 444 olarak kaldı. Oysa AFAD’ın açıkladığı yıkıldı ihbarı gelen bina sayısı 11 bin 302.
Erdoğan, depremden etkilenen büyükşehir belediye başkanlarını partisinden olmadığı için aramadı. Muhalefet edenler ölsün mü, onlar bu ülkenin vatandaşı değil mi? Bu ne biçim devlet anlayışı?
AKP, depremin kriz yönetimini beceremedi, bu nedenle güç kullanmaya çalışıyor, panik içindeler.
Yıkılan binaları sayacak ekip bile kuramamışlar, gelen ihbarlara dayanıyorlar. Yazık ki, ne yazık!
Rant yiyiciler, ölümüne neden oldukları insanların üzerinden siyaset yapmamalılar yapamayacaklar. Bir inat uğruna 30 bin, 40 bin canı yitirmenin anlamı nedir? İçimiz kan ağlıyor.
AFAD’ın çağrı yaptığı ve bölgeye akın akın giden onbinlerce gönüllü umalım ki enkaz altında kalan, hala yaşayan canlarımızı kurtarır. Ancak kaygım şu ki, enkaz altından daha on binlerce ceset çıkaracaklar.