TUĞÇE YERDELEN- "Elinde filesiyle Beşiktaş Pazarı’ndan evine doğru yürüyen Behçet Necatigil gibi bir insanım" diyerek kendini tanımlayan Yusuf Alper ile teknolojinin hızla gelişmesinin psikolojimize ve şiire nasıl yansıdığını konuştuk. İzmir'in şiire karşı bakış açısını değerlendiren Alper, kültür ve sanat şehri olan ilimizin şiirinde kenti olabileceğini belirtti. Sizleri, Yusuf Alperle gerçekleştirdiğimiz söyleşi ile baş başa bırakıyorum...
Sizi, tüm okurlarımız adına selamlıyor ve mesleğinizdeki ve şiir alanındaki çalışmalarınızdan dolayı size teşekkür ediyorum. İzmir'in ve ülkemizin önemli isimlerinden biri olarak, Yusuf Alper olarak tanınmanın ağırlığını hissediyor musunuz? Bu durum, günlük hayatınıza nasıl yansıyor?
Teşekkür ederim, Tuğçe Yerdelen. İzmir'in ve ülkemizin önemli isimlerinden biri olup olmadığım konusunda emin değilim. Ben sadece bir insanım, "şapkamın altında." Kontrollü bir yapım var ve genellikle sakin, saygılı ve hoşgörülü bir şekilde ilişki kurarım. Şiir ve mesleğim beni biraz daha dikkatli yapabilir. Ancak, tartışmacı değil, uzlaşmacı bir kişiliğim var. Kendi yaşamımıza yansıttığımızda, şapkanın eğik olabileceği anlar da oluyor.
Ne olmadığı tanımlanır
Şiirin tanımı kişiden kişiye değişebilir. Birçok şair, ne olduğunu değil, ne olmadığını açıklamaya çalışmıştır. Sizin için şiirin tanımı nedir?
Ben şiirin tanımlanabileceğine inanmayanlardanım. Daha doğrusu şiirin ne olduğunun değil ne olmadığının tanımlanabileceğini düşünüyorum. Şiir, edebiyatın ötesinde özel bir sanat varlığıdır. Şiir, insan varlığı için önemli bir ifade biçimidir. Müzik ve resimde de yaratıcılık örnekleri olabilir, ancak sözcükle yazılan, anlam taşıyan şiirin insan yaşamındaki yeri farklıdır. Şiir, her türlü tanıma direnen, sınırları aşan bir sanattır. Şiir, kültüre ve edebiyata katkıda bulunur, ancak bunların ötesinde, kendi başına bir varlıktır. Şiirin tanımı konusunda birçok görüş olmasına rağmen, ben Mehmet H. Doğan gibi, şiirin ne olmadığını düşünüyorum. Şiir, sınırları zorlayan, her türlü tanıma direnen bir sanattır. Şair, kendi sınırlarını çizmeli, geçmişin birikiminden yararlanmalı, ancak özgün bir ses bulmalıdır.
Edebiyat ve kültür dünyasında şiirin yeri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Şiir edebiyatın, kültürün ötesinde çok özel bir sanat varlığıdır. Yaratıcılığın en uç, en zor, en büyüsel (majik) ucunda yer alan, sonsuza kadar yaşayacak olan nesnelleşmiş varlıktır (objektifleşmiş geist). Gerçek bir şiir sonsuza kadar yaşayacaktır, yaşar. Müzik ve resimde de ona yakın yaratıcılık örnekleri olabilir. Ama sözcükle yazılan, yaratılan, dolayısıyla mutlaka bir anlamı da olan ya da sezdiren, duyumsatan bir özelliği olan şiirin insan varlığı için önemi çok farklıdır, farklı olmalıdır. O nedenle en zoru ve başarıldığında da sonsuza kalacak olan yaratı ürünü; sanat yapıtı şiirdir. Tabii ki şiir edebiyata, kültüre de en üst düzey katkı sunan bir varlıktır. Ama onlardan öte bir şeydir. Daha üst düzeydedir. Ya da kültürün, edebiyatın da en üst birimini oluşturur. Ama parayla satılmadığı için günümüzde pek basılmak istenmeyen, kitapçı raflarında tutulmak istenmeyen bir varlıktır.
"Şiir ve Psikiyatri Kavşağında", "Psikodinamik Açıdan Nazım Hikmet Şiiri", "Psikodinamik Açıdan Cemal Süreya ve Şiiri" gibi konularda şairleri ve şiiri değerlendirdiniz. Psikiyatrist olarak şiir yazmak sizi nasıl etkiliyor?
Duyarlı bir birey olarak, psikiyatri ve şiirin birleşimi beni derinlemesine anlamaya ve insanlara yardımcı olmada olumlu bir etki yaratıyor. Şiir, duygusal bir ifade biçimi olarak insan ruhunu anlamak için güçlü bir araç olabilir. Psikiyatrist olarak, bu birleşimi kullanarak insanların içsel dünyasına derinlemesine inmek ve onları anlamak konusunda daha fazla içgörü elde edebilirim.
Bu arada N. Hikmet ve C. Süreya dışında; Ahmet Erhan, Metin Cengiz, Haydar Ergülen, Enver Ercan, A. Behramoğlu ve A.Telli’nin psikodinamiklerini de kitap boyutunda yazdım. Ayrıca “Türk Şiirinin Psikanalizi” adlı kapsamlı, oylumlu kitabım da kitap boyutunda olmayan 30 kadar şairin psikodinamik açıdan incelenmesini içeren bir yapıttır.
Gençlerde Narsizm artıyor
Teknolojinin hızla gelişmesiyle dünya küresel bir köy haline geldi. Bu durum, psikoloji ve şiir üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Teknolojinin hızla gelişmesi, küresel etkileşimi artırdı ve psikoloji üzerinde önemli bir etki yarattı. Gençler arasında giderek artan narsisizm gözlemleniyor ve teknolojinin etkisiyle insan ilişkilerinde değişiklikler ortaya çıkıyor. Uyuşturucu kullanımı gibi sorunlar da bu değişimlerle bağlantılı olarak artış gösteriyor.
Gençlerde giderek narsisizm artıyor. Herkes bencilce sadece kendini düşünüyor. Hazır yiyici konumuna geçiyor ve asla çalışmadan, önceki kuşağın desteğiyle ya da onları tehdit ederek hem harçlık hem uyuşturucu parası alıyorlar. Kişilik yapıları giderek daha borderline oluyor. Yani hızla öfkelenen, saldırgan davranan, sonra suçluluk hissedip bileklerini keserek vb. intihara kalkışan, duyguca dengesiz, tutarsız insanlar giderek çoğalıyor. Bu tipler bizim gibi toplumlarda pek olmazdı ancak dünya global bir köy oldukça bunlar bizde de hızla artmaya başladı. Uyuşturucu konusu suç işlemeyi, hapse girmeyi, oradan daha da kötü olarak çıkmayı ve antisosyal kişilik bozukluğu olmayı getirdi. Anlatmayla bitmez sorunlar.
Öte yandan şiirde, özellikle İngilizce bilen genç kuşak insanlar internet çöplüğünden ıvır zıvır şeyleri şiir sanarak alıp benzer şeyler yazmaya başladılar. Tabii edebi değeri olan şeylere ulaşan eğitimli genç arkadaşlar nitelikli şeylere ulaşıp yararlanabiliyorlar. Bu da şiirde, diğer yazın türlerinde çeşitlilik, zenginlik getirmiş olabilir. Yararlanma biçimi önemli. Olumlu da olabilir olumsuz da. Absürt, kaotik olanın hep sürmesi sanırım biraz da bu global köy olmakla ilgili. Sadece İkinci Yeni etkisi sürmüyor, bu yaşam da şiire yansıyor. Tabii cinsellik, şiddet, cinsel yönelim çeşitliliği vb. de şiire, yazına yansıyor. Kimseye (çocuklara vb.) zarar verilmedikçe, kadına yönelik şiddeti artırmadıkça sorun olmayabilir.
Daha çok okunmalı
İzmir'de şiirin yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Şiirin kenti olabilir mi?
İzmir’in ülkemizin sanat kenti olabileceğini yıllardır düşünüyor, söylüyoruz. Özellikle Saraybosna, Barselona gibi. O nedenle 25 yıl kadar önce İzmirli Şairler Derneği’ni kurup uluslararası bir toplantı yapmıştık. Sonra belediyeler yoluyla bu etkinlikler sürdürüldü. Bir Akdeniz ülkesi olarak, şiirin ülkemizde ve özellikle İzmir’de ne kadar yaşamın içinde, herkeste olduğunu görüyoruz. İzmir’in ülkemizin en özgürlükçü kenti olduğunu, insanlarının başka insanların inançlarına, yaşam biçimlerine ne kadar saygılı olduğunu biliyoruz. O nedenle, yumuşak, ılık, sıcak ikliminden gelen katkılarla da şiir, İzmir’de hep önemli ve gündemde olmuştur. Şimdi başka sanat dalları; tiyatro, müzik, sinema vb. de sık sık uluslararası, ulusal toplantılar düzenleniyor. Yanlış anımsamıyorsam bir belediye kültür sorumlusu bir açılış konuşmasında yıl içinde 128 kadar kongre-festival olduğunu belirtmişti. Son yıllarda giderek sanatın başkenti olma yolunda ilerliyor. Yani umduğumuz gerçekleşiyor gibi. İzmir, şiirin kenti olabilir.
İzmir’in kültürel iklimi ve coğrafyası nedeniyle sanırım çok sayıda genç, romantik dönemlerinde şiire yöneliyor, daha çok gerginlik boşaltıcı (catharsis) etkisinden yararlanmış oluyorlar. Genel olarak böyledir. Erişkin olduklarında çoğu hayat gailesi vb. nedenlerle şiirden uzaklaşıyorlar. Keşke okuyucu olarak kalabilseler. Öyle olmuyor. Yine de çok sayıda şiir yazan (şair demiyorum) insan kalıyor. Varsın şair olmadan da şiir yazsınlar, diye bakıyorum ben. Suçlu, bağımlı, katil olmaktansa şiirle uğraşsınlar. Tabii her yazanın kendini şair sanması ve internet gibi bir ortama bir tuşa basarak onu salabilmesi çok ciddi bir kirlenme ve sorun da oluşturmuyor değil. Sonuçta yarar-zarar açısından bakılmalı. Calvino yüz yaşında, onun sözüyle bitirelim: “Yazmak, sözümüz kesilmeden yapacağımız tek konuşmadır”