RÖPORTAJ: UTKUCAN AKKAŞ

Röportaj serimiz için bu hafta, tiyatroyu sanat hayatının tam odağına almış, iki yıl boyunca herkese tiyatro ile dokunmak için Türkiye’nin 70 şehrine gitmiş bir oyuncuyla, Mehmet Onur Atbaş ile söyleştik. 2 sezondur İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bünyesinde tiyatroseverlerle buluşan tiyatrocu Atbaş ile sanat hayatını, İzmir’i ve tiyatroyu konuştuk. İzmir Şehir Tiyatroları bünyesinde, tiyatro sanatını popüler tüketim projelerine karşı kararlı bir şekilde savunduklarını söyleyen Atbaş, “Bu sanat, benim için Picasso'nun tablolarına yaptığı gibi, her zaman daha iyisini yapma isteğiyle dolu olduğunda en anlamlı ve tatmin edici haline ulaşıyor” diyor. 

atbas-tiyatro-benim-icin-bitmeyen-bir-okul (1)

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 

1987 yılında Ankara'da doğdum. Ailemin en küçüğü, altı kardeşin sonuncusuyum. Babam evimizin emekli, emektar devlet memuru ve annem evimizin kalbi olan bir ev hanımı. Ailemde kardeşlerimin doktor, felsefe öğretmeni, işletmeci ve mühendis gibi meslekleri bulunuyor. İşte bu atmosfer içinde büyüdüğüm için çok renkli rol modellerim oldu. Bu da beni farklı bir bakış açısı kazanmaya teşvik etti Çocukluğumun en güzel anılarından biri, ablamın gitarını çalarken kendi kendime notaları çıkarabilmemdi. Büyüklerim, bu yeteneğimi fark ettiklerinde bana hemen bir klasik gitar aldılar. İşte benim sanat maceram da bu büyük jestle başladı. Aynı dönemde, arkadaşlarımla kendi yazdığımız tiyatro oyunlarını okulumuzun bahçesinde kendimizce hayata geçirmeye çalışırdık. Ortaokulu bitirdiğimde, müzik ve tiyatro dışında hiçbir şey düşünemediğim için ailemin de yönlendirmesiyle sanat eğitimi almaya karar verdim. 2001 yılında Kırıkkale Güzel Sanatlar Lisesine kabul edildim ve ilk sanat eğitimim başladı. Burada şan, solfej, armoni ve enstrüman dersleri aldım. 2005 yılında mezun oldum ve Ankara Üniversitesi Opera Bölümüne kabul edildim. Bu dönemde geçimimi sağlamak için Ankara Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başladım. Üçüncü sınıfta bu bölümü bırakma kararı aldım.  Tiyatro, benim için gerçek yaşamla daha yakın bir ilişki kurma fırsatı sunduğu için bütün ilgimi bu alana yönlendirdim. 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Oyunculuk Bölümüne kabul edildim. Akademik alanda oyunculuk eğitimim de böylece başlamış oldu.

Bugüne kadar ne tür çalışmalarda ve tiyatrolarda yer aldınız? Yaşadığınız acı/tatlı tecrübeleri genel olarak nasıl görüyorsunuz?

2005 yılında ilk profesyonel tiyatro tecrübem Ankara Devlet Tiyatrosu ile oldu ve 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Oyunculuk Bölümüne kabul edilene kadar çalışmaya devam ettim. O yıllarda bir yandan da opera bölümünde okuyordum. Bu süre zarfında, müzikal oyunlarda koro üyesi, müzisyen, dansçı ve oyuncu olarak görev alma fırsatı buldum. Şimdi düşününce, o yılların oyuncuları ve tiyatro büyüklerinin beni olumlu yönde etkilediğini fark ediyorum. İzlediğim sanatçılar gibi olmak istiyordum. 2010 yılından sonra hayatımda yeni bir dönem başladı. Bu dönem, tiyatro sanatının sadece yeteneğim ve içgüdüm ile eserler yaratmanın çok ötesinde, akademi destekli bir perspektif ile bir şeyler yaratmanın ne kadar önemli ve zor olduğunu anlamama yardımcı oldu. Öğrenciyken okuduğum, aklımdan hiç çıkmayan Stella Adler'in oyunculuk kitabının başlangıç cümlesinde belirttiği gibi, ‘İliklerinize kadar zorlanacağınız bir mesleği seçtiniz.’ Yorgun hissettiğim zaman beni ayağa kaldıran bir cümle…

Ödevlerden biri

Üniversite yıllarından sonra nasıl devam etti kariyeriniz?

2015 yılında oyunculuk bölümünden mezun olduktan sonra özel bir çocuk tiyatrosunda oyuncu olarak çalışmaya başladım. İki yıl boyunca Türkiye’nin yaklaşık 70 şehrinde; birçok köyüne, beldesine gittim. Tiyatro izleme imkanının olmadığı yerlere gitmek, benim için hala en büyük övünç kaynaklarımdan biridir. Oradaki çocukların sevinçleri ve sarılmaları da en büyük zenginlikti. Tıpkı, uzun yıllar şark görevinde sağlık hizmeti veren bir doktorun yaptığı gibi, bir tiyatrocunun da hayatının bir döneminde yapması gereken ödevlerinden biri olması gerektiğini hissediyordum. En değerli süreçlerimdendi diyebilirim. 

Beni besleyecek projeler

Tiyatronun yanı sıra, televizyon oyunculuğu ve seslendirme de yapıyorsunuz değil mi? Sanatın farklı dallarında edindiğiniz tecrübeler tiyatrodaki Mehmet Onur Atbaş’ı nasıl besliyor?

İzmir'e taşındıktan sonra kamera önü çalışmalarına ara verme kararı aldım. Televizyon projeleri, genellikle karakter derinliği olmayan ve yalnızca ticari amaçlar doğrultusunda üretildiği için, birkaç proje haricinde, beni mutlu etmiyordu. Sanatçı olarak, kendime ve topluma karşı sorumluluk taşıdığımı düşünüyorum. İzmir Şehir Tiyatrosu bünyesinde tiyatro sanatını, popüler tüketim projelerine karşı kararlı bir şekilde savunuyoruz. Üniversite yıllarımdan beri seslendirme sanatıyla da uğraşıyorum. Özellikle pandemi döneminde oynadığım oyunlar perde kapatınca, bu meslek geçim kaynağım haline gelmişti. Hala birçok kurumun kurumsal sesi olarak çalışmaya devam ediyorum. Bazı zamanlar reklamlarda anlatıcı olarak yer alırken, bazen de animasyon karakterlerine sesimle hayat vermeye çalışıyorum. Ayrıca farklı platformlarda sesli kitap içerikleri üretmeye devam ediyorum ve görme engelliler için gönüllü olarak sesli kitap okuma fırsatı buluyorum. Tiyatro ise benim için bitmeyen bir okul. 

atbasSSS-tiyatro-benim-icin-bitmeyen-bir-okul

Emeği geçenlere minnettarım

İzmir Şehir Tiyatroları’na gelişiniz nasıl oldu? Nasıl bir hayal ile bu kente geri döndünüz?

İzmir’de yaşayan bir arkadaşım arayıp haber vermişti. Rahmetli hocam Özdemir Nutku’nun hayali gerçekleşecekti. Bir de sınav jürisini duyunca inanılmaz heyecanlanmıştım. Ben de yıllardır devam eden çalışmalarıma, bu şevk ve büyük heyecan ile hazırlanmaya başladım. Yücel Erten hocamızın önderliğinde bu sanatı gerçekleştirme fikri, bütün sanat geçmişimi; oyun ve müzik repertuarımı, fiziksel kondisyonumu, bilgimi, yaratıcılığımı tekrar gözden geçirmemi sağladı. Oyunculuk okumaya karar verdiğimde bana kucak açan bu şehir, İzmir Şehir Tiyatroları’nın oluşumunda da bana yer verdi. Bu arada, birinci yılımızda kaybettiğimiz değerli hocam Hülya Nutku’ya ve oluşumda emeği geçen herkese minnettarım.

Bahar Noktası ve Benim Naçiz Vücudum adlı oyunlarla seyirci ile buluşuyorsunuz, İzmir’in sanat dünyası ve izleyicileri hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu sanatı, ekibimizle birlikte en yüksek kaliteye ve en estetik hale getirmeyi amaçlıyoruz. Aynı hedeflere sahip bir grup olarak bir araya geldik; mesleki tutkumuz hiç bitmeyen bir enerjiye dönüşüyor. Provalarımız sahnede sona erse bile, fikir alışverişimiz ve daha iyiyi bulma arzumuz için sürekli olarak bir araya geliyoruz. Bu durumda, bu mesleği yapmaktan dolayı ne kadar şanslı olduğumuzu ve İzmir Şehir Tiyatroları'nın varlığının ne kadar kıymetli olduğunu her an hissediyoruz. ‘Bahar Noktası’ ve ‘Benim Naçiz Vücudum’ gibi oyunlarla İzmir izleyicisiyle buluşmak, benim için büyük bir ayrıcalık oldu. İzmir'in sanat dünyası canlı, dinamik ve coşkulu bir şekilde sanata sahip çıkıyor. Seyircilerimizle kurduğumuz bağ, her sahne performansının daha anlamlı ve özel olmasını sağlıyor. İzmir izleyicisi, sanata duyduğu ilgiyi ve sevgiyi her zaman hissettiriyor. Bu coşku, biz sanatçılar için büyük bir motivasyon kaynağı oluyor. 

Emek ve özveriyle çalıştık

Yeni sezonda sizi ‘Deli Dumrul’ oyununda görüyor seyirci. Oyun yoluna yeni başladı ancak hazırlık süreci nasıl geçti? İzmirli tiyatroseverler ‘Deli Dumrul’u sizce nasıl karşıladı?

Zihnen ve bedenen çok keyif aldığımız ve oldukça yorulduğumuz bir oyun oldu. Güngör Dilmen’in Dede Korkut hikayelerinden esinlenerek yazdığı ‘Deli Dumrul’ oyunu, hocamız Yücel Erten’in yönetmenliğiyle buluşunca gerçekten büyük bir emek ve özveri içinde çalıştık. Sahnenin her detayına dikkat edilmesi ve hatasız olması beklenen bir yapımın içinde yer aldığımız için, çalışma arkadaşlarımla birlikte oyunumuzu en iyi haliyle sunabilmek için çok çaba harcadık. Beraber dans ettik, şarkı söyledik, kısacası birlikte çok çalıştık. Provalar yorucu olsa da birbirimize sürekli enerji vererek ve motive ederek bu zorluğun üstesinden geldik. Ekip olarak uyumlu ve iş birliğine çok açık bir yapımızın olduğuna inanıyorum. Sadece sanatçı arkadaşlarımızla değil, aynı zamanda sahne arkasındaki teknik ekiplerimizle de iç içe çalışarak, her performansta en iyi versiyonumuzu sahneye yansıtmaya özen gösteriyoruz. Bu, sadece bir Dede Korkut hikayesi ve gösterisi değil, bir ekibin birlikte çalışma ve bir amaç uğruna çaba gösterme hikayesi. Seyircilerimizin oyunumuzu izlerken bizden bir şeyler bulmaları ve paylaştığımız hikayede, sahnede bizimle ortak olmaları, benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Oyunumuz, binlerce yıldır değişmeyen evrensel konuların günümüzde de hala aynı derecede geçerli olduğunu vurguluyor. Güngör Dilmen'in ustalıkla kaleme aldığı bu eser, toplumumuzda zaman zaman sorgulama ve eleştiri ihtiyacını hissettiğimiz konulara yeni bir bakış açısı sunuyor. Oyunumuz, seyircilere derin düşünce ve sorgulamanın kapılarını aralama fırsatı veriyor.

Mehmet Onur Atbaş EN’LERİ:

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

En büyük hayalim, müziklerini bestelediğim bir müzikal oyun sahnelemek. Müziğin büyüleyici gücünü sahne sanatlarıyla birleştirmek, seyirciye güzel bir tecrübe yaşatmak istiyorum

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Hepsi. Çok klişe bir yanıt gibi gelebilir, ancak hepsi benim için gerçekten değerli.

Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Erhan Gökgücü’nün yazdığı “Giordano Bruno” oyunu. Düşündüklerini çekinmeden söylediği için yakılan ve bir asır sonra da aynı meydanda heykeli dikilen tarihi bir karakter. Beni hep çok heyecanlandırmıştır.

Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir? 

Pek tiyatro sahnesinde görmediğimiz, daha çok beyaz perde de karşımıza çıkan, üç kez Akademi Ödülü kazanmış Daniel Day-Lewis, disiplini ve çalışma prensiplerini örnek aldığım bir sanatçıdır.

Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir? 

Düşündüklerini, doğru bildiklerini cesurca ifade eden ve topluma karşı görevini içtenlikle yerine getiren herkes.

Editör: Duygu Kaya