Hem Suriye’de yaşanan katliam ve beraberinde yaşanan siyasi kimi gelişmeler hem de ülkede içinden geçilmekte olan açılım süreci ve Kürt meselesinin çözümüne ilişkin ortaya çıkan yeni başlıklar, süreci bütün olarak okumanın da oldukça zorlaştığı bir siyasi iklim yaratmış durumda. Bu nedenlerle kendisine ulaştığımız Siyaset Bilimci ve TİP Uluslararası İlişkilerden sorumlu PM Üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş, Fikir Gazetesi’nden İsmail Sarp Aykurt'un sorularını yanıtladı.

Güneş, Suriye’deki güncel gelişmelerden Alevi katliamına, bölgesel gelişmelerden açılım sürecine kadar birçok noktaya değinirken, önemli tespitlerde de bulunuyor. 

Suriye gündemi son dönemde daha çok dikkat çekmeye başladı. Bunun sebebi de kimi anlaşma süreçleri ve de elbette Alevi katliamı…  Bu haliyle, Suriye’deki gelişmeleri nasıl okumak gerekiyor sizce? Neler oluyor orada?

Evet, bir süreç devam ediyor. Suriye’de bir dönem bitti ama yeni dönem henüz kurulmadı ve bu dönemin birilerinin tahmin ettiği gibi bir “Suriye devrimi” mi olduğu, geniş demokratik tabanlı bir hükümet kurmakla mı sonuçlanacağı yoksa başka birilerinin tahmin ettiği gibi, “Suriye’nin üç ya da dört parçaya mı bölüneceği” gibi birçok soru işareti var. Ancak ülke hangi aşamadan geçerse geçsin, günün sonunda kademeli olarak Colani’nin kendi selefi suretinde bir yekpare İslam devleti kurup kurmayacağını da göreceğiz.

Hakan Güneş (3)

“Ben Colani’nin selefi bir İslam Cumhuriyeti kuracağını düşünüyorum”

Bu seçeneklerin tamamı masada ama ben kişisel olarak, Colani’nin çeşitli aşamalardan geçmek durumunda olan ve sonunda tekçi, farklı gruplara olanak tanımayan, farklılıklara izin vermeyen bir otoriter selefi İslam Cumhuriyeti kuracağı, kurma yolunda ilerleyeceği kanaatini taşıyorum. Geldiğimiz aşama bunun ne kadar zor olduğunu, bütün ajandaların ne kadar zor olduğunu, ne kadar değişebilir olduğunu hala gösteriyor. Daha da önümüzde çok şey var. En son söyleyeceğimi baştan ifade edeyim. En kritik ve sıradaki aşama, Suriye iç dinamiklerinden çok yeni Amerikan başkanının Ortadoğu politikasının netleşmesidir. Bunun için de birkaç ayımız var. Yani o netleştikten sonra da sahadaki hareketlenme yeni bir safhaya girecek. Bunu söyleyebiliriz. Yani Suriye’de oturmamış ülkeye, hakim olmayan bir iktidar var.

Alevi katliamı açısından olaya bakarsak, bu durumun yaşanması daha önceden de planlı ya da öngörülebilir bir şey sayılmaz mı? Bu sürecin önü açılmadı mı sizce de?

Şöyle düşünelim. Şimdi geldiğimiz aşamada rakam 5 bine dayanmış durumda. Belki biraz daha az ve belki de çok daha fazla bir sayı bu. Şimdi bunu baz alacak olursak, ben örneğin katliamın diğer azınlıkları da kapsayacak şekilde, yani bir günde beş bin kişiyi katletmek yerine, beş bin güne yayarak insanları katletme stratejisini düşünüyordum. Çünkü üzerindeki uluslararası basınç, Suriye toplumunun gerçeği gibi faktörler nedeniyle bu görüş öne çıkıyordu. Fakat bu bile olmadı. Dolayısıyla bir “güç sineması”yaptılar. Ancak şu açıdan kontrolden çıktığını da söylemek olanaklı, yapılanlar medyaya yansıdı.

“Colani, yeniden meşruiyet devşirebileceği kimi adımlar atmaya çalıştı”

Kontrolünden çıktı yoksa onun dışındaki hiçbir şey “kontrol fetvaları” dışında izni dışında gerçekleşmedi. Öte yandan görünen o ki ona rağmen yaşananların kimi grupların süreci daha fazla ve daha hızlı renk vermek adına bunu medyaya yansıtması veya kimi grupların da bu konuda emir komuta zincirinin dışına çıkmaları. Yoksa bütün bu süreç Colani’nin öngördüğü gibiydi ama hem uluslararası tepkinin bu kadar yüksek olacağını kestiremedi hem de olayların nereye gidebileceğini öngöremedi Colani. Ve hızlı bir yeniden meşruiyet devşirebileceği bir takım adımlar atmak zorunda kaldı. Bunlardan en önemlisi de çok hızlıca aylardır anlaşılamayan, aylardır bir metne bağlayamamış olan SDG görüşmesidir.

“SDG’nin durumunu belirleyecek kimi başlıklar var”

Colani ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında bir anlaşma yapıldığı duyuruldu ve buna göre bir “entegrasyon” gündemi de ortaya çıktı. Peki bu durumun bölgemiz ve Ortadoğu coğrafyası için ne tür dinamikler yaratması beklenebilir? Yani bunun Türkiye’yi etkileyen çok katmanlı boyutları da var.

Evet, önümüzde uzunca aylar var. “Entegrasyon” sözcüğü burada oldukça kritik. İngilizce’de “merge” diye ifade ediliyor. Türkçe’de ise, bunun çevirisi için çoğunlukla “dahil edilme” kavramını kullandılar. Dolayısıyla ben tam bir ince kelime yorumu yapamayacağım. Bence ona bir bakılması lazım. Kabaca bir tür “entegrasyon” manasına geliyor. Tırnak içinde kullanıyorum entegrasyonu. Şimdi buna dikkat edelim. Entegrasyon tam olarak kullanılmış değil çünkü. Şimdi bu iki türlü olabilir. Biz anlaşılır olabilmek açısından geniş manada “entegrasyon” diyelim buna. Eğer mevcut SDG, YPG ve benzeri oluşumların kontrol sahasındaki askeri ve sivil kurumların olduğu gibi eklemlenmesi ise, entegrasyon böyle de olabilir çünkü, bu başka bir senaryodur. Ancak bu diğerlerinin içinde varlık hakkı tanınan, ama komuta ve kontrol hakkı son tahlilde tanınmayan bir şey ise bu başka bir durumu işaret eder.  Şimdi anlaşılan, şu andaki durum ikisinin ortasında. Bu ikisine de açık. Burada birinci söylediğim yönde yani bir tür Kuzey Irak’takine benzeyen bir yere doğru gidecek bir de facto duruma mı benzer bu entegrasyon? Yoksa adım adım şu andaki SDG kontrolündeki sivil ve askeri oluşumların adım adım merkezi hükümet içinde kaybolduğu bir şeye mi dönüşür? İşte bunu belirleyecek olan şeyler şunlardır: Birincisi, bir güç mücadelesidir, ikincisi ise ABD Başkanı Trump’ın ne diyeceğidir.

Dolayısıyla, 9 ay öngörülüyor. Bunun ne yönde ilerleyeceğini önümüzdeki 3 ay içerisinde göreceğiz. Ben açıkçası SDG’nin askeri varlığının kaybolmayacağı bir denkleme doğru sürecin gittiği kanaatindeyim.

Türkiye iç ve dış siyasetini etkileyen yönler olur mu sizce?

Elbette ki oluyor, olmaz mı? Çünkü Türkiye’deki bir grup insan, az önce yaptığım yoruma dikkat ederseniz, dar bir çerçeveden, askercil bir çerçeveden şu şekilde yorumlayabiliyor. Irak Kürdistanı gibi Suriye Kürdistanı da kuruldu. Manşet böyle atılıyor. Hem de önemli bir kesim tarafından. Dolayısıyla ben o manşeti atmadan aslında ona yakın bir yorum yapmış oldum. Değil mi? Evet. Ama tabi böyle bir dil kullanarak değil. Bu noktada küçük bir parantez açmak da lazım. Böyle söyleyen insanların tamamı Irak Kürdistanı’na turist olarak gidiyorlar ya da diplomatik toplantılara katılıyorlar. Tanımaktan, onun varlığından, onunla iş birliği yapmaktan memnunlar. Bu arada enteresandır, kimse Erbil’e uçuşları kaldırın falan demiyor. Suriye’de benzeyen bir şey olursa ne olacak, yani eğer oraya giderse? Evet tabi buradaki sorun için deniyor ki ‘burada bir terör örgütü var’. Ama o terör örgütü zaten silah bırakma kararı almış ve artık senin için bir gündem olmaktan çıkmış durumda.

“Kürtler ve Dürzilerin varlığı önemli”

Türkiye’de bu konuda en radikal politikaları savunan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri de o terör örgütü liderine “kurucu önder” diye hitap etmeye başlamış. Şimdi dolayısıyla bu parantezi kapatalım. Yani Türkiye’de bu işi böyle bir Suriye Kürdistanı kuruldu ve ülkemiz için tehdit diye anlatanlar için anlatanlara o dar güvenlikçi ve şoven bakışa dair parantezi bu şekilde kapatmış olayım.

Ben doğrusu, Suriye’nin güvenliğine bir tehdit olarak değil, Suriye’deki bütün bölgemizin en terörist oluşumuna karşı bir denge unsuru olarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum bunu. Uluslararası bağlantıları ve programlarından bağımsız olarak en azından temel insan haklarına saygı ve farkları tanımak durumunda olmaları nedeniyle hem Kürtler hem Dürzilerin varlıkları şu anda gerçekten de önemli. Suriye’deki yaşam güvenliği için neredeyse kalan tek umut kaynağı. Elbette Suriye halkının geniş, seküler, sünni, gayri sünni tüm unsurlarıyla devreye girebileceği bir moment olabilir ama şu an herkes esir edilmiş durumda ve hepsi de savaş yorgunu. Dolayısıyla bu gelişme Türkiye için bir tehdit değil, Türkiye’nin yanında bir terör devleti, bir selefi cihadi devletinin oluşumunun önünde bir denge unsuru olarak değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir.

Fakat elbette ki Türkiye’de siyaset bunun üzerinden çok konuşacak ve birbirini suçlayacak. Yani SDG ile HTŞ’nin anlaşması bir yana, hep beraber SDG’nin bütün sahasını yok etselerdi dahi aslında ortada bir başarı yoktu. Fakat ana akım medyanın bütün yazarları, hatta muhalefet bile “ya tamam ama yani bizim beğenmediğimiz bir şey oldu. Ama kabul edelim ki adam kazandı” dediler. Ve bunun ne kadar yanlış, erken bir çıkarım olduğunu şimdi bir kez daha görüyoruz. Bu tür zaferler pirus zaferleridir. Yani kimseye “Allah nasip etmesin” denilen zaferlerdir. Dağılacak uluslararası suçların emareleri oluşmaya başlar. Daha doğrusu bunlara ortak olmaya başlarsınız. Dolayısıyla kendinizi bir ülke olarak bu tür gruplardan, rejimlerden ayırmayı başarmanız, sizin ülkenizin ve hükümetinizin geleceği açısından aslında akıllıcadır. Ama böyle yapılmadığı gibi muhalefetin bir kısmı bile bunu bir başarı olarak değerlendirmişti. Peki şimdi ne oldu?

“Türkiye kamuoyunun doğal ve dramatik yanları var”

Son olarak, Türkiye’deki demokratik kamuoyu diye tarif edeceğimiz kısım için de bölgesel gelişmeler oldukça önemli ve bir yerden sonra bu kesimlere bir sorumluluk da transfer edilmiş oluyor. İşin bir de bu tarafını değerlendirsek, neler söylenebilir?

Bütün bu gelişmeler konusunda bende olduğu gibi milyonlarca insan da büyük kaygılar yaşıyor. Türkiye’deki birçok insan, henüz Alevi cesetlerinin soğumadığı saatlerde, SDG-Colani anlaşmasını sindiremedi ve sindiremeyecekler, onu söyleyelim. Bir kere böyle duygusal kırılmalar var ama ertesi gün Kamışlı ve Kobani’de belki de Türkiye dışında tek gerçek ve kitlesel Alevi katliamı anması ve Alevilere destek gösterisi SDG bölgesinden geldi. Gerçek, kitlesel katılımlı, büyük, acı paylaşan, gerçek bir acı paylaşan ve Alevilere güven veren bir sokak duruşu da gerçekleşti.

Dolayısıyla Türkiye kamuoyunun çok doğal, dramatik yanları var. Bu gelişmeler içerisinde çeşitli uçlara savrulabiliyor haklı olarak. Çok anlaşılır. Bir kere bunları niye anlatıyorum? Bunları anlaşılır görmek gerekli. Örneğin “niye el sıkıştı” diyen insanları da çünkü bir yerde bir kan akıyor, katille el sıkışıyorsun, bitti. Resim bu kadar. Ve bu tablo konusundaki eleştiri yapan herkesin üstüne öyle şoven falan diye kimse gelemez. Haddini bilmeli. Bunun altını çizmek isterim. Önce bir taziye içindeki tarafların, acı paylaşan tarafların daha katı yorumlar yapması, uç yorumlar yapması mümkün. Ama ben tekrar edecek olursam, bu kesimleri de anlamak gerektiğini düşünüyorum. SDG’yi eleştiren pozisyonları da anlamak gerektiğini düşünüyorum. Ve bunlara sert eleştiriler yapılmasını doğru bulmuyorum. Öte yandan anlaşılıyor ki SDG, Colani ile tam bir anlaşma değil, kendi gücünü konsolide eden ve dolayısıyla Dürziler, Aleviler ve başka toplumlar açısından da gelecekte güvence olabilecek bir kazanım elde etmiş. Onların aleyhine değil, onların lehinedir. Onu da tespit olarak zaten ifade ettim. Böyle karışık kompleks bir ortamda yaşıyoruz.

“Türkiye’de milyonlarca insan bir ikilem ve çelişkinin içine düştü”

Biraz oldu ama son konuya bağlayayım. Aynı şekilde Türkiye’de yine bir çelişki içerisinde ve milyonlarca insan uzun zamandır Türkiye’nin hem demokratikleşmesini istiyor hem de Kürt sorununda barış bekleyen birçok kişi var. Çünkü tek bir demokratikleşme adımı beklemedikleri ve asla gelmeyeceklerinden, getirmeyeceklerinden emin oldukları Bahçeli ve Erdoğan ikilisinden barış bekleyen bir Kürt siyaseti ortaya çıktı. Şimdi hem bunca yıldır desteklediği barış taleplerini desteklemeye devam etmek istiyor bu kesim, ama aynı zamanda Erdoğan ve Bahçeli’nin yani iktidarın ömrünü uzatmak istiyor. Zaten bu ikiliden Türkiye’ye bir demokratikleşme geleceği yanılgısına düşülebilir.

Dolayısıyla siyaset çok çelişkili ilerliyor. Sadece siyasetçiler açısından değil, geniş halk kesimleri açısından da… Milyonlar açısından bu tür zamanlarda birtakım uçlar öne çıkıyor. Yani gerçekten şovenist olanlar “zaten bunlar AKP ile anlaştılar ve MHP ile de kardeş oldular” gibi uç bir yorum çıkıyor. Diğer taraftan ise Türkiye’de yıllardır barış savunan, bedel ödemiş insanlara bile şoven damgası vuracak kadar utanmazca bir tutum içerisine giriyorlar. Dolayısıyla bu uçların sahne aldığı günlerden geçiyoruz. Halbuki gerçek hayat, milyonların hayatıyla ilgili ve o milyonların gündemiyle şekillenecek önümüzdeki dönem. Ne geniş Kürt halkı, DEM Parti seçmeni, başta olmak üzere Kürt halkı, ne de DEM Parti seçmeni olmayan farklı partilere oy vermiş, sosyalistlere ya da diyelim ki Merkez Sol’a falan oy vermiş ama barış savunan geniş Türkiye halkı bu uçlara dahil değil. Bunlar daha çok sosyal medyada ve dar alanda kendine yer bulmaya çalışan aktörler.

Türkiye’nin ve Avrupa’nın kadın temalı tek tiyatro festivali: İzmir'de perdelerini açtı Türkiye’nin ve Avrupa’nın kadın temalı tek tiyatro festivali: İzmir'de perdelerini açtı

Hakan Güneş (1)

“Barış yönünde atılmış tek bir somut adım yok”

Şimdi hem Kürt halkı hem Erdoğan’ın saray rejiminden ve siyasetinden kurtulmak isteyen Türkiye halkı bekliyor. Neyi bekliyor? Bütün bunların mantıki sonuçlarını görmek ve adımları görmek istiyor. Şu ana kadar barış yönünde bütün bu söylemler ve sürece rağmen ben atılmış tek bir adım görmüyorum. Atılan tek adım Kürt Siyasal Hareketi tarafından atıldı. Türkiye’de Kürt sorunu ile ilgili Hiçbir pozitif ilerleme yok. Cezaevinde rehin tutulan siyasal kutsaklar bırakılmadı. Barış akademisyenleri işe dönemedi. Ondan sonra Kürtçe öğretmen atamalarıyla ilgili herhangi bir şey yapılmadı. Kayyum siyaseti bitmedi. Kürt siyasi sorunu açısından söylüyorum. Genel demokratikleşme açısından ise tarihimizin en karanlık anındayız. Cumhurbaşkanı adayı olabilecek Ekrem İmamoğlu’nun 6 mil çapındaki selam vermiş herkese kriminal bir dosya oluşturulmaya çalışılıyor. Rakipsiz bir şekilde seçime gitmek için. Ardı ardına farklı muhalif insanlara efendime söyleyeyim cezaevi yolu gösteriliyor. Son derece baskıcı bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla bu şartlarda gerçekten demokratikleşmenin olabileceğini, bunun AKP ve MHP eliyle gelebileceğine inanmak için gerçekten çok saf dil olmak lazım. Veya bir mucizenin olmuş olması gerek. Yahut üçüncü bir seçenek, mecburiyetlerin olmuş olması gerek.

Yani uluslararası şartlar nedeniyle sadece Kürt meselesinde birtakım uzlaşılar söz konusu olabilir. Öyle bir olasılık, teorik olarak da mümkündür. Atılan adımlar, sanki hem zaman kazanma hem de burada bazı tavizler verme anlamına taşıyor. Uluslararası denklemin dayattığı birtakım mecburiyetler diyelim özetle…

Kaynak: FİKİR GAZETESİ