Emel KADÖR- Macaristan’ın önde gelen yazarlarından 1917 Debrece doğumlu Magda Szabo, Latin ve Macar Edebiyatı eğitimi almış, edebiyata şiirle başlamış. 1949’da ülkesinin prestijli ödülüne layık görüldüyse de verildiği gün, politik nedenlerden ötürü ödülü geri alınmış. Sakıncalı yazar olarak kısıtlamalara uğramış. Uzun yıllar süren sessizliğini 1958’de bozarak hem ulusal hem de uluslararası edebiyatta adını geniş kitlelere duyurmayı başaran Magda Szabo’nun eserleri bizde öldüğü yıl olan 2007’de yayımlanmaya başlamış. Daha önce Iza’nın Şarkısı romanını okuduğum yazarın bu kitabı da otobiyografik özellikler taşıyor. Kapı, şimdiye dek okuduğum kitaplarda rastlamadığım ilginç Emerenc karakteri ile temposu hiç düşmeyen bir roman. 1987’de yayımlanan eseri ile Magda Szabo Fransa’nın Femina Ödülünü kazanmış. Kitap 2012 yılında sinemaya da uyarlanmış.

İkinci Dünya Savaşı’nda, Macaristan’da hayatları darma duman olmuş, çeşitli şekillerde savrulmuş bireylerin yer aldığı çok katmanlı bir kitap ‘Kapı’. Bir savaş romanı değil ama o savaştan daha acımasız olan aile ilişkilerinin ortasında kalmış, dokuz yaşında yönünü kendi bulacağı bir yola çıkan, kendini; herkese, her şeye meydan okuyan bir efsane kişiye dönüştürerek var eden bir kadın karakter yaratmış Magda Szabo. Kendi sırlarından nefret eden, onlarla yüzleşememenin sıkkınlığını yaşayan kuralcı bir anlatıcı ile hayatını büyük bir sır perdesiyle gizleyen başına buyruk yaşayan iki kadının birbirine değen hikayesi ‘Kapı’. Ağırlıklı olarak romanın odağına yerleşen Emerenc olsa da romanın arka planındaki savaş yılları ve koşulları ikisinin hikayelerinin de başlangıcı. Kötü anılara karşın yaşamın değişen döngüsü içinde “başarılı-mutlu” sayılabilecek bir azınlık içinde eşiyle düşünce birliği içinde yoluna yazar olarak devam etmektedir anlatıcı.  Emerenc ise kimselere anlatmadığı geçmişiyle iç dünyasında boğuşurken; kendinden ödün vermeden, büyük hayalini gerçekleştirmek için her an çalışarak yaşamayı seçmiştir. Sürekli iyilik üretip bunu da asla bir övünç meselesi haline getirmeden yapar.

Her zaman yapacak çok yoğun işleri olan, entelektüel bir yaşam süren yazar kendine bir yardımcı aranır. Bir arkadaşı mahallelerindeki siteyi ve sokakları temizleyen kapıcı Emerenc’i tavsiye eder. Daha ilk görüşmede başlar rol değişimi. Emerenc, evi ve ev sahiplerini tanıdıktan sonra karar verecek, ücretini de ona göre isteyecektir. Anlatıcı ile aynı mahallede oturan Emerenc, her şeyden bir şekilde haberi olan, her yere girip çıkan ama konuklarını kendi istediği zaman ve sadece evinin antresinde ağırlayan, insanlar üzerinde hükümdarlık kuran baskın bir kadındır.

Görünmez bir göz gibi insanların neye ihtiyaçları olduğunu sezen, ilkelerine bağlı, önsezileri güçlü, çok konuşmayan, kimseden çekinmeyen, kimseye de güvenmeyen Emerenc çalıştığı evde de kendi kurallarına göre hareket eder. Anlatıcı ile gerginlikler yaşansa da oluşturduğu konfor ortamı, anlatıcıyı eleştirirken söylediği sözlerin doğruluğuyla haklı çıkan o olur sürekli. Beş yılın sonunda tanımaya başlar onu anlatıcı. Kardeşi Jozsi’nin oğlundan başka akrabası yoktur. Dülger babası o üç yaşındayken, ikiz kardeşleri ile annesi de dokuz yaşındayken ölmüştür. İkizlerin ve annenin ölümünden kendini sorumlu tutan Emerenc, dedesi tarafından bir Yahudi aileye hizmetçi olarak verilmiştir. Yanlarında çalıştığı Yahudi ailenin kaçmak zorunda kalması Emerenc’in hayatı boyunca kimselere anlatamadığı sırrının da başlangıcıdır.

Tanrı’ya inanmaz, kutsal kitapları tanımaz, yardım için bir kere gittiği kiliseden nefret eder. Tüm egemenler aynıdır ona göre. Siyasetle işi yoktur ama yaşamdaki duruşu ile siyasete meydan okuyan sözleri ile bunları yazmaya çalışan anlatıcıyı her defasında şaşırtır. Sayfalar ilerledikçe ileride olacaklara ait merak düğümleri atıyor yazar satır aralarına. Bu bölümlerde kendisiyle baş başa kalıyor anlatıcı. Emerenc’in gizem dolu yaşamını anlamaya çalışırken kendini de tanımaya başlıyor.  Toplumsal kimliğini, yazma uğraşındaki varlığını, eşiyle ilişkilerindeki konumunu, samimiyetsiz davranışlarını, açıkça yaşamaktan ürktüğü inancını sorguluyor. İnsan ruhunun derinliklerinde kalan ona bir türlü huzur vermeyen görüntülerin üzerindeki örtüleri kaldırıyor Szabo. Macaristan’ın iç karışıklıkları ile savaş sırasında Yahudilere yapılan soykırımı, onlara tanık olanların yaşadıklarını farklı yaşlarda iki kahramanın hafızalarındaki yarılmalara eğilerek anlatıyor. Iza’nın Şarkısı’nda olduğu gibi burada da bilge, ölçülü, iyi ve akılcı olmaya özen gösterirken kurallarıyla duygularını bastıran kadın anlatıcı ile onu acımasızca eleştiren Emerenc’in bilgeliğe ulaşan akılcılığının çarpışması arasında gelişen ancak farkına varılamayan sevgi ve güven duygularının derinliği de irdeleniyor. “Emerenc disiplinsiz derecede iyi, ölçüsüz derecede yüce gönüllüydü, kendisinin de öksüz olduğundan ancak diğer bir öksüzün yanında söz eder ne kadar yalnız olduğunu hiç kimseye söylemez, uçan Hollandalı misali gizemli gemisinin yelkenlerini geçici ilişkilerin rüzgarıyla doldurup bilinmeyen sularda tek başına seyredip dururdu. Emerenc saftı ve baştan çıkarılamazdı, o bizdi, o hepimizdi, hep olmak istediğimiz en iyi halimizdi.” (186)Emerenc’in kimseyi  içeriye almadığı evinde çelik kasalı kapı ile ayrılan bölmede ne olduğu, anlatıcı kadar okuru da peşinden sürüklüyor kitap boyunca. Açılmayan kapılar. Görünen, görünmeyen kapıları bireysel dünyaların. Birbirimize, kendimize kapattığımız kapılar. Açılmayan her kapının ardında havalandırılmayı bekleyen geçmiş zaman kırıntıları. Magda Szabo yalın bir anlatımla açıyor kapılarını karakterlerinin. Her bölümde usul usul havalandırıyor bilinç altında birikenleri.
Kapı / Magda Szabo\ yky

Cesur çocuklardık


Aslı PARIL- BU MEKTUBU BULAN, BANA BİR MEKTUP YAZSIN DİYEN BİR PUSULAYLA DENİZLERİ AŞIP OTURDUĞUMUZ SAHİLE VURAN ŞİŞELERİN BULUNABİLDİĞİ BİR DÜNYADA YAŞIYORDUK O YILLARDA…
1961’de İstanbul’da doğan Şükran Yiğit ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümü mezunu. 2003’te Ankara Mon Amour, 2004’te Bir Akdeniz Kedisinin Hatıraları, 2008’de Çatı Katı Aşıkları, 2020’de Burası Radyo Şarampol (Attila İlhan Roman Ödülü) ve 2022’de Bir Kış Yolculuğu kitaplarının yazarı.
“Ah ne kahraman ne cesur ne güzel çocuklardık\ Her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık
Ah kaldırımlar biliyor, bir devir muhteşemdik\ Güz güneşinden hüzünlü, ilkyazdan şendik
Hem utangaç hem hevesli mektepli sevgililerdik\ Pek kırılgan pek acemi, bir söyler bin gülerdik”

Burası Radyo Şarampol’u okuduğum her satırda Yelda Karataş’ın bu dizeleri çınladı kulaklarımda. Çocukluğu 70-80li yıllarda geçenlerin bu hisse aşina olduklarını düşünüyorum. Utangaç, hevesli, acemi ve kahraman çocuklardık bizler de tıpkı Filiz gibi… On dört yaşın başıboşluğunda Antalya’nın yoksul kenar mahallesi Şarampol’de filizlenen gençlik yıllarından Berlin’e uzanan sıcacık bir hikâye Filiz’inki. Hesapsız ve mahcup çocukların hikâyesi. Yoksulduk ve birbirimizden başka hiçbir şeyimiz yoktu diyenlerin, haksızlıklar karşısında haykırabilecek kadar yürekli, utanma duygusunu henüz yitirmemiş, hatırşinas insanların hikayesi…Türkan Şoray’ın da Hülya Koçyiğit’in de öpüşünce hamile kaldığına inandığımız yıllar.

Yazarın, varlığının yarattığı o tarifsiz yakınlık duygusu hep oradaydı; ağırlığı olan ve içimde bir gölge gibiydi varlığı diye tanımladığı ilk aşkın unutulmazlığı üzerine ilmek ilmek dokunan duygular…’ Sivilceli yüzlerimiz, çatallaşan seslerimiz ve yetişkinliğin eşiğindeki şaşkınlığımızla daha da kırılganlaşan ilk gençliğimizde hiç akıl erdiremeyeceğimiz hayatla nasıl başa çıkabileceğimizi düşünüyorduk çünkü hepimiz.’ satırlarını okurken biz de hayatla gerçekten başa çıkıp çıkamadığımızı sorguluyoruz.

…‘Sonra yüzüme baktı ve uzanıp saçlarımdan öptü beni, şakağımın gerisinden, tam kâkülümün başladığı yerden öptü. Öptüğü yerden saçlarımı iki kere okşadı ve ‘Filiz’ dedi ‘sen benim hayatta gördüğüm en en en tatlı kızsın.’ Sonra dönüp gitti Ali. Elim başımda, tam öptüğü yerde bakakaldım arkasından.’… Hangimizin eli kalmadı ki şakağında diye sorarken buluyoruz kendimizi.

Eşitlik ve halk sözcüklerini duyunca heyecanlanıyor, ‘bazen sokaklarda yüksek sesle çalınan Cem Karaca’nın şarkılarını Barış Manço’nun şarkılarından daha çok seviyor; sınavlarda cevaplar yerine yanıtlar yazıyorduk.’ diye tanımlarken Şükran Yiğit o yılları, içimizden bir sızı merhamet ve sadakat henüz bencillik ve acze yenik düşmemişti diye geçiriyor; gözlerimizin önünden hüzünlü bir bulut kayıp gidiyordu.

Mine Abla’nın koyduğu çayları yudumluyoruz karşılıklı. Radyoda  Jhon Lennon, Terry Jacks, Leonard Cohen, David Bowie, The Go-Betweens çalıyor sırayla. Roman boyunca bize şarkılar eşlik ediyor. Ayrıca Spotify’da romanda adı geçen her şarkının çalma listesi oluşturulmuş, ben okurken dinlemeyi ihmal etmedim. Çok keyifliydi. ‘Çayımızı koy, birazdan sönecek ışıklarım.’ dediğini duyar gibi olacaksınız Mine Abla’nın.

Romanda radyo ayrı bir karakter olarak kurgulanmış. Olay zincirinin her bir halkasını radyo bağlıyor. Kaçak yayınlarla başlayan serüven yerini gerçek bir radyo kanalına –Radyo Berlin-e bırakıyor.  Ayrıca yalnızca müzik değil kitaplara ve yazarlara da geniş yer verilmiş romanda. Bu sayede tanıdık isimlerle karşılaşan okurun gerçeklik algısı da artıyor.

“Babamın o akşam eve gelmeyeceği belki de hiç gelmeyeceği bir mürekkep lekesi gibi içime yayılıyordu…” satırlarında olduğu gibi vermek istediği duyguyu öylesine yalın ama vurucu ve etkili anlatmış  ki Şükran Yiğit, son dönem Türk edebiyatının üslûp bakımından üst düzey bir başarı yakaladığını söylemek hiç de abartılı bir söylem olmaz.

Kitap iki farklı bölümden oluşuyor ki mekân ve zaman mefhumları da bu bölümlerde değişiyor. İkinci bölümde daha kalabalık bir kadroyla daha hareketli bir olay akışıyla karşılaşsak da ilk bölümün dudağımızın kenarında bıraktığı o buruk gülümsemenin tadı başka bence. Güncel deyişle okumanızı şiddetle tavsiye ettiğim bu roman ve kahramanları naifliğiyle zihninizdeki roman arşivinde ilk sıralarda yer alacak. Ayrıca belirtmeliyim ki son donemde yeni bir üslup yaratma da kadın yazarlar öncülük yapıyor.  Hoşça ve kitaplarla kalın.

Burası Radyo Şarampol
Şükran Yiğit-iletişim yay.

Hikâyelerin Büyüsü

Hazırlayan- Turan Horzum

Carsambaydi. Gecenin bir yarisiydi. Kagit toplama arabasini kaldirima cekti sakalli adam. Elindeki gazeteye sarili siseyi uc defa kadasina dikti. Bir kutu sprey boya aldi arabasinin yan tarafından. Kutuyu sallaya sallaya duvarin dibine yurudu. Durdu. Yanina gelen kopegin basini oksadi. Etrafına bakindi. Burus buruş bir kagit parcasi cikardi cebinden. Koca koca yeşil harflerle sunlari yazdi duvara: HADI GÖM GÖM KENDiNDEN GERiYE KALAN CESETLERI KÜREK TUTSUN ELLERiN KALEM DEGiL!
Ömür iklim Demir
YKY

Yazarın büyüsü

Sadece yazıyorum, bundan başka amacım yok. Refleks gibi daha çok… O nedenle ne anlatayım, nelere değineyim, bu sefer neler farklı olsun diye düşünmüyorum, düşünemiyorum; düşündüğüm noktada metnin akışı da sekteye uğrayıp başka bir şeye dönüşüyor, hikâyeyi eksiltiyor. Sonuç olarak, hikâyenin öncesinde yazarın bir amacının ya da bir mesajının olması fazlasıyla sahte geliyor bana. En azından benim için durum böyle. Sonuçta reklam filmi ya da propaganda metni yazmıyorum; iyi kötü, kırık dökük, hayatı taklit ediyorum o kadar. Hayat da her ihtimale açık ve de ölesiye belirsiz; durmadan akıyor, akıyor, akıyor…

Ömür iklim Demir


Uykudan önce


Bu sayida tanitacagimiz kitap, ‘Çocuklar Için Shakespeare Öyküleri’
Macbeth, Romeo ve Juliet, Hamlet, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Fırtına, Onikinci Gece, Othello, Beğendiğiniz Gibi, Julius Caesar, Kuru Gürültü, Kral Lear ve Venedik Taciri. Hepsi çocuklar için, sadeleştirilerek yeniden yazıldı. Ortak duygularımızı, karakterimizi, bizi biz yapan her şeyi, acıyı ve aşkı, öfkeyi ve şefkati, kıskançlık ve dostluğu bize daha iyi kim anlatabilir? Elbette Shakespeare! Baştan sonra renkli illüstrasyonlarla bezeli kitapta, Shakespeare’in yaşam öyküsü ile oyunlarındaki konulara ve karakterlere dair ipuçları da yer alıyor. Shakespeare klasiklerini tüm belli başlı karakterleri ve olay örgüsünü koruyarak, büyük bir ustalıkla, yazar Angela McAllister çocukların anlayacağı bir dile dönüştürdü.

Çocuklukta ihmalin izi: Boşluk hissi

Doç.Dr. Ümüt Arslan-Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın-Psikolog Seray Bingöl-Duygusal ihmal, çocukluk döneminde bir çocuğun duygusal ihtiyaçlarının yeterince karşılanmaması durumunu ifade eder. Bu ihmal, genellikle göz ardı edilen veya fark edilmeyen bir durumdur çünkü fiziksel istismar gibi daha belirgin formların aksine, duygusal ihmal daha sessiz ve belirsiz bir şekilde gerçekleşir. Duygusal ihmal, çocuğun ebeveynleri veya bakıcıları tarafından duygusal olarak desteklenmemesi, sevgi, şefkat ve kabul görmemesi anlamına gelebilir.

Dr. Jonice Webb'in yazdığı "Çocukluk Çağında Duygusal İhmal", çocukluk dönemindeki duygusal ihmal kavramını ve çocuklukta ihmal edilen bireylerin yetişkin olduklarındaki duygusal sağlıkları üzerinde derin etkisini araştıran çığır açıcı bir kitaptır. Dr. Webb, duygusal ihmalin, çoğu zaman fark edilmesi zor olsa da yetişkinliğe doğru ilerledikçe bireyler üzerinde önemli ve kalıcı etkiler yaratabileceği fikrini ortaya atıyor.

Kitapta çocuklukta yaşanılan ihmalin yetişkinlikteki etkisi hakkında harika bir benzetme yapılmış. “Çocukluğu bir evin temeli, yetişkinliğiyse o evin kendisi olduğunu düşünün. Bir evi kusurlu bir şekilde inşa etmek mümkündür ve aslında görünüşte çok iyi inşa edilmiş bir evle aynıdır. Ancak temel; çatlak, eğri büğrü ya da zayıfsa, güç ve güvenlik kaynağı çok önemli olmayacaktır. Bu, fark edilebilen bir kusur değildir ama binayı riske atmış olabilir. Kuvvetli bir rüzgarla yerle bir olabilir." Kitapta yer alan bu cümle; yetişkinlikte bireylerin sağlıklı ilişkiler kurmada, duyguları yönetmede ve öz değer duygusunu korumada zorluklar yaşayacağını anlatmak amacıyla verilen harika bir örnek. Kişinin yaşadığı ihmali anlayıp, ebeveynlerinin yaptıkları hataları görüp kendi yaşamlarında nasıl daha sağlıklı bir yol izleyecekleri konusunda da öncülük yapmaktadır.

Gerçek hayattan örnekler, ebeveyn türleri, vaka çalışmaları ve pratik alıştırmalar aracılığıyla Dr. Webb, okuyucuların çocukluktaki duygusal ihmalin işaretlerini ve sonuçlarını anlamalarına yardımcı oluyor. Ayrıca bireylerin duygusal ihmalin yaşamlarındaki etkilerini nasıl tanımlayıp ele alabilecekleri, iyileşmeyi ve kişisel gelişimi nasıl destekleyebilecekleri konusunda da rehberlik sunmaktadır.

Çocuklukta İhmalin İzi: Boşluk Hissi, Jonice Webb, Cevirmen Gülsün Arıkan, Sola Unitas Yayınları, 308 Sayfa

Editör: Özlem Çimen Durmaz