Uluslararası Para Fonu (IMF) üyeleri, Fas’taki toplantılarda, oy hakkına dokunulmadan fonun kredi kaynaklarının artırılması ve ortak bildiri konularında, ABD ve Çin’in nüfuz mücadelesinin etkisiyle anlaşamadı
Fas’ın başkenti Marakeş’te düzenlenen IMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları sona erdi. Toplantılarda Uluslararası Para ve Finans Komitesi (IMFC) üyeleri, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin çatışmasına yönelik kullanılacak dil konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle ortak bir bildiri üzerinde uzlaşamadı.
Toplantılar sonunda, IMFC’ye başkanlık eden İspanya Ekonomi ve Dijitalleşme Bakanı Nadia Calvino tarafından yayınlanan bildiride, IMF’de kota reformuna ilişkin bir çözümün 15 Aralık’a kadar bulunması taahhüt edildi.
IMF’nin mevcut kaynak kapsamını koruyacak yeni kota katkıları yapılması çağrısında bulunulan bildiride, “Fon’un mevcut kaynak kapsamını kota artışı yürürlüğe girene kadar korumak amacıyla Yönetim Kurulu’nu, geçiş düzenlemeleri önermeye çağırıyoruz.” denildi.
IMFC üyeleri, Afrika ülkelerini temsil edecek bir IMF İcra Kurulu üyesi daha atamayı kabul ederek, IMF İcra Kurulu’na “Haziran 2025’e kadar fonun hissedarlık formülünde değişiklik seçenekleri önermesi” çağrısında da bulundu.
IMF’ye üye ülkeler toplantılarda, yıl sonuna kadar fonun kredi kaynaklarında “anlamlı bir artış” yapılması konusunda anlaşmaya varırken, Çin ve Brezilya gibi diğer gelişmekte olan büyük ülkelere daha fazla pay (oy hakkı) vermeden IMF finansmanını artırmaya yönelik Washington destekli bir plan üzerinde anlaşılamaması dikkati çekti.
ABD Çin rekabeti etkili oldu
Son yıllarda yaşanan ekonomik şoklar göz önüne alındığında IMF ve Dünya Bankası’nın daha fazla finansal güce sahip olması gerekirken, ABD ve Çin’in nüfuz için rekabet etmesi nedeniyle üye ülkeler arasında IMF’de oy haklarının artırılması konusunda bir anlaşma sağlanamadı.
Ekonomileri, Batılı gelişmiş ülkelere göre önemli ölçüde daha hızlı büyüyen Çin, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler, artan ekonomik ağırlıklarını yansıtacak şekilde uzun süredir kotaların ve oy haklarının yeniden ayarlanması konusunda çağrı yapıyordu.
Ülke ekonomisinin büyüklüğüne göre ayarlanan IMF kotaları, bir ülkenin IMF’ye ne kadar fon sağlaması gerektiğini, oy gücünü ve alabileceği azami kredi miktarını belirliyor.
ABD, yaklaşık yüzde 17,43 ile IMF kotalarının en büyük payına sahip bulunurken, küresel ekonomik üretimin yaklaşık yüzde 18’ini oluşturan Çin’in payının yüzde 6,4 olması dikkati çekiyordu.
Üye ülkelerin sermaye payları, fondaki oy haklarına tekabül ederken ABD’nin, IMF’de yüzde 16,5 oy hakkı bulunuyor. Bu da ABD’nin kararları bloke edici bir azınlığa sahip olması anlamına geliyor. Çin’in oy hakkı ise yüzde 6,08.
ABD, IMF’de kotaların orantılı olarak arttırılması için çabalarken, buna karşılık gelen miktarda para sağlayarak karşılığında oy haklarını da aynı seviyede tutmayı hedefliyor. Çin, kotaların ekonomik gücü yansıtması gerektiğini savunarak oy haklarındaki paylarını arttırmak için kota reformu talep ediyordu.
Washington ve Pekin, yoksul ülkelerin borçlarının hafifletilmesi konusunda da görüş ayrılığı yaşarken, ABD’nin IMF ve Dünya Bankası’nı kullanarak Çin’in küresel finans sistemi üzerindeki artan etkisini sınırlamak istediği iddia ediliyor.
ABD’nin IMF’yi finansal olarak güçlendirme kararlılığının yanında Çin’i engelleyerek Fon üzerindeki etkisini güvence altına alma yönünde bir hedefi de bulunuyor.
IMF’de ABD’nin etkisi son yıllarda daha çok tartışılırken, Marakeş’teki toplantılarda bu tartışmanın yeni bir güç kazanması dikkati çekti.
Dünya Bankası yoksulluk ve iklim değişikliği ile mücadeleye odaklanırken ABD, IMF’nin, asıl görevi olan çok borçlu ülkelere kredilerle yardım etmesi ve karşılığında reform talep etmeye odaklanmasını istiyor.
Washinton yönetiminin, IMF ve Dünya Bankası için hazırladığı büyük bir reform planı bulunuyor. ABD eski başkanı Donald Trump, IMF gibi küresel finans kuruluşlarına yönelik fonların azaltılmasını isterken, Joe Biden yönetiminin reform planında daha fazla fon talep etmesi de gözlerden kaçmadı.
Çin, başta Afrika olmak üzere son yıllarda birçok ülkeye borç vererek nüfuzunu güvence altına alırken, ABD’nin Pekin’i bu konuda engellemek için Dünya Bankası’nı bir araç olarak gördüğü iddia ediliyor.