Yılın çok konuşulacak filmlerinden biri Athena olabilir. Geçen hafta Netflix’te yayına girdi, biraz da şaşırtıcı biçimde... Çünkü Netflix kapitalizmin ve düzenin güçlü eğlence aygıtlarından biri olan bir dijital platform sonuçta ve Athena da ana akım ticari sinema kalıplarının, dolayısıyla genel seyircinin film alışkanlıklarının dışında, şu ya da bu biçimde politik sinemaya dâhil edilebilecek bir örnek. Tabii bu konu tartışmalı aslında. Filmin ideolojik söylemini doğru bulmayan, isyan ve öfke hikâyelerinin estetize edilmesini büyük sermayenin ekmeğine yağ sürmekle bir tutan görüşler de var. Bu eleştiriler uzun uzun incelenebilir ve haklılık payı da yok denemez ama film bittiğinde seyircinin zihninde, içinde bulunduğumuz toplumsal düzene dair sorular, sorgulamalar beliriyor mutlaka ve bu da bazen bir filmin yaratması gereken en önemli etki bana kalırsa.
SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ
BU DÜZENİN ÖYKÜSÜ
Athena seyirciyi kıskıvrak yakalayan bir kamera çalışmasının da yardımıyla çok hızlı başlayan bir film. Fransa’nın büyük şehirlerinden birinde, muhtemelen Paris’te, birkaç polis Idir adlı bir çocuğu vuruyor. Adalet arayışının öfkelendirdiği gençler çocuğun abilerinin önderliğinde bir ayaklanma başlatıyor. İlk sahne öylesine ani ve çarpıcı ki böyle bir eylemin yarattığı kargaşa nefesimizi kesiyor. Çocuğun büyük ağabeyi Abdel ordu için çalışan bir görevli. Basın açıklaması sırasında sakin, metanetli olunmasını isterken kardeşi Karim’in yönettiği bir grup genç karakola saldırıyor. Kısacık bir anda yaşanan kaosta silah ve mühimmat çalıp yaşadıkları bölgeye, Athena toplu konutlarına geçiyorlar. Filmin bundan sonrası bu konutlarda yaşanan direnişe odaklanıyor. Bir yandan polisin durumu kontrol altına alma çabasını ve meydana gelen çatışmaları izlerken diğer yandan kardeşler arasındaki gerilime bakıyoruz. Bir üçüncü kardeş daha var, Muhtar; suça bulaşmış, kokain ve silah ticareti yapıyor, varoşlara sinmiş suç çeteleriyle teması var. Bu isyan hareketi onun işlerini bozduğu için olaylara karışmak istemiyor. Abdel’in niyeti ise işler çığırından çıkmadan tansiyonu düşürmek ve Athena isyancılarını direnişlerinden vazgeçirmek. Fakat bu hiç de kolay değil. Karim’in öfkesinin boyutları sınırsız ve cenaze evinde başlayan gerginlik giderek yükseliyor, polisin orantısız güçle karşılık verme çabası ve ülke geneline yayılan isyan dalgası beklenmedik gelişmelere neden oluyor.
ADALET, ÖFKE VE İSYAN
Athena’yı özetlemek için adalet, öfke ve isyan sözcükleri iyi bir başlangıç noktası olabilir. Ama filmin ruhuyla ilgili derinlerde yatan düşünceler daha başka bir söylem üretiyor. Her şeyden önce düzen güçlerinin uyguladığı politikaların, ötekileştirilmiş topluluklar üzerindeki baskının biraz örtük biçimde eleştirildiğini görüyoruz. Son yıllarda pek çok ülkede yaşanan isyan hareketlerinin büyük kısmında sağcı hükümetlerin gerici uygulamalarının körüklediği toplumsal çalkantılar var. Odakta da etnik ayrışmayı, gelir dağılımındaki eşitsizliği, düzenin paraya tapan ve insan ayırt eden ikiyüzlü ahlâk anlayışını görüyoruz. Athena tam da böyle bir direniş dönemine oturan öyküsüyle ezilenlerin safında duran bir yapı kuruyor. Bu yönüyle bana üç yıl önce izlediğimiz Sefiller’i (Les Miserables) anımsattı. Sonra baktım ki filmin senaryo ve yapım sürecinde Sefiller’in yönetmeni Ladj Ly de var. Yönetmen Romain Gavras ise politik filmleriyle bilinen, bir dönemin efsane yönetmeni Costa Gavras’ın oğlu. Gerçi şaşırtıcı biçimde oğul Gavras’ın kapitalizmin büyük oyuncuları Yves Saint Loren, Adidas gibi markalar için çektiği kısa videolar var ve bunlar elbette ticari bir düzenin oyuncaklı işleri olarak düşünülebilir ama belli ki yönetmen toplumsal hareketlere merak duyuyor. Önceki iki filminde bunun nüveleri görünüyordu. E, babadan oğula geçen bir sinema duygusu da mevcut. Yani bu unsurlardan iyi bir film çıkması beklenir.
KUSURSUZ BİR TEKNİK
Gerçekten de Athena’nın sinema tekniği üst düzeyde. Filmi bu noktadan hareketle eleştirmek de mümkün. Çünkü biçim, filmin yer yer önüne geçiyor. Romain Gavras’ın derdi sanki böyle bir hikâye anlatırken sinemasal bir gövde gösterisi yapmak gibi görünebilir. Girişte karakola yapılan baskın sahnesi, yaklaşık on dakika süren kesintisiz bir çekimle verilmiş ve tek kelimeyle nefes kesici. Üstelik kamera birkaç kez araç değiştiriyor ve oyuncuları takip ederken kâh polis minibüsünün içine giriyor kâh bir ‘drone’a bağlanıp yükseliyor. İçinde Molotof kokteylinin ve epey kargaşanın olduğu böylesine yoğun trafikli bir sahneyi tek planda çekmek büyük cesaret ve maharet gerektiriyor. Sinemaya teknik açıdan bakan seyirciler için çok değerli bu sahneden sonra anlatıma sinen kabına sığmaz öfke devam ediyor, sıkışık kadrajlarda, dar koridorlarda ana karakterleri takip eden kamera film boyunca bir toplumsal olayın yarattığı çılgınlık ve paniği epey başarılı aktarıyor. Fakat finale doğru ritmin düştüğünü, zaman zaman inandırıcılıkla ilgili de sorunlar olduğunu düşünüyorum. Bunda bence en temel etken filmin asıl derdinin ne olduğu. Her şeyden önce toplumsal düzeni kuranlara karşı bir direniş gününü anlatıyor film. Sisteme başkaldırmanın kıvılcımı, öfkesi ve gücüne bakıyoruz. Fakat yüzeyde görüldüğü gibi düzen güçlerinin yarattığı adaletsiz toplumda, çıkışsızlığın sebep olduğu direniş kültürüne getirilen bir eleştiri de var. Final sahnesinde bu olaylara neden olan ölümün aşırı sağcı bir grubun manipülatif eylemi olduğunu anlıyoruz. Yani onca galeyan, örgütlü direniş ve biriken öfke boşa çıkıyor.
Bu noktada filmin finali etnik olarak karmaşık coğrafyaların temel sorunlarından birini hatırlatıyor kuşkusuz. Akademik camiada toplum mühendisliği denen bir olayın, büyük ve derin güçler tarafından dünya tarihinin pek çok noktasında harekete geçirildiğine ve kitlelerin provokatif olaylarla yönlendirildiğine çokça tanık olduk. Bu bizim gibi sorunlu coğrafyalar için özellikle geçerli bir durum. Cumhuriyet tarihinin çalkantılı dönemlerinde içinden çıkılmayan çatışmaların, kaotik ortamın sorumluları hakkında fikirler yürütülebilir. Elbette siyasi gerilimlerin tabanda yarattığı huzursuzluk kimi zaman kendiliğinden gelişen devrimsel hareketler de yaratıyor fakat iktidarla halkın karşı karşıya kaldığı durumlarda yaşanan bilgi kirliliği, o karmaşada verilen hükümlerin bulanıklaşması hemen daima insanların yaşamlarına mal oluyor. Sonra da devlet adına hamaset içeren söylemler peşi sıra geliyor. Athena da siyasi konudaki fikrini bu noktaya vardırıyor diyebiliriz. Final sahnesi, karmaşık iç siyasetlerle ve devlet içi örgütlerle yönetilen bir dünyada isyan duygularının haklı ve geçerli olmasının hiç de kolay olmadığının altını çiziyor. Bu olumsuz final bir durum tespiti gibi veriliyor aslında ve son dönemin isyan dalgasının adaletli ve huzur içinde bir dünya kurmak için yeterli olmadığını vurguluyor. Film geriye kalanı seyircilere bırakıyor, daha iyi bir yaşam için nasıl mücadele edeceğine karar vermesi gereken bizleriz sonuçta.