Hazırlayan: Emel Kadör

“Siz kimseyi sevdiniz mi bu hayatta? Hadi insandan geçtim; dağı, taşı, hayvanı, şu denizi, herhangi bir şeyi… toz zerresi kadar sevdiniz mi acaba?”

Gözümden Deliler Taştı, Türk sinemasının üretken yönetmeni Çağan Irmak’ın ilk öykü kitabı. Hemen aklımıza gelen Asmalı Konak, Çemberimde Gül Oya, Babam ve Oğlum, Dedemin İnsanları gibi unutulmaz dizi ve filmleri, toplumsal belleğimizde çoktan yerini aldı.

İzmir’de doğan, çocukluğu bir Ege kasabası olan Seferihisar’da geçen Çağan Irmak, kızgınlığı, kavgayı, kırgınlığı, birbirinin yüzüne bakabilme gerçeğini unutmadan yaşayan ve bu farkındalıklarıyla içlerindeki matrak, öfkeli, kötücül kişileri de dışlamadan birlikte yaşamayı başaran insanların öykülerini anlatıyor kitabında.

Gözümden Deliler Taştı’nın ortaya çıkmasını “Benim edebiyata bir borcum var, onun bana kattıklarını ben nasıl geri verebilirim diye düşünüp yola çıktım.” sözleriyle açıklayan Çağan Irmak; çocukluğunun geçtiği yerlere özgü gözlemlerini, yörenin dil zenginliği ile harmanlamış. Her şeye karşın komşuluk ilişkilerinde değerlerin korunduğu, olumsuzlukların içinde olumlu damarlar da barındıran seksenlerin dünyasına götürüyor okuru.

Filmlerinden tanıdığımız kişilere benzeyen karakterlerin kurgulandığı altı hikâye var kitapta. Bir de bu hikayeler arasında gezinen, elinde defteriyle notlar alan “bir çocuk!”

“Haziran başı patlıcan tavaya, karpuz kabuğu da denize düşmezden evvel, çarşamba akşamları saat yedide Naciye meydana düşerdi. Hem de ne düşmek. Kadidi çıkmış ufak kara bedeninden umulmayacak bir hızla, arkasından alacaklısı kovalarmış gibi yel yepelek geçerdi çarşıdan. O saniye gördün gördün. Bir daha da ara ki bulasın kocakarıyı. Hoş aramaya da lüzum yoktu zati. Nereye gittiğini mahallenin uyuz köpekleri bile bilirdi. Çarşamba akşamıydı bu. Kolay mıydı öyle haftada bir akşamcık ‘yalnızca hanımlara’ oynayan yerli filme yer bulmak?”

Hanımlara ayrılmış film gösterimlerinin müdavimi Cigaralı Naciye, hastalanıp yataklara düşünce ihtiyar heyeti yetişir imdadına. Biletleri karşılanıp sinemaya gönderilen gençlere anlattırılır izleyemediği filmler. Ne çare kimse istediği gibi anlatamaz. “O çocuk” imdadına yetişinceye kadar…

“Siz kimseyi sevdiniz mi bu hayatta? Hadi insandan geçtim. Dağı, taşı, hayvanı, şu denizi, herhangi bir şeyi…toz zerresi kadar sevdiniz mi acaba? Siz ne anlarsınız ki sevmekten?” diyen, denize ve Ergun’a aşık Haktan’ın hikayesi, zeminindeki onca soruna rağmen ağlak değil, umut taşıyor içinde.

Mevta’da hafta sonu tatilcilerinin durumuna, Hüsniye Hanım’da kadın dayanışmasına göndermeler yaparken en dramatik anlarda bile yumuşacık  bir geçişle umudu körüklüyor.

80’lerin Seferihisar’ına, Sığacık’ına, Akkum’una götürüyor okurlarını Çağan Irmak…

On yıldır yaşadığım; geçmişini yaşayanlardan dinlemekten keyif aldığım Sığacık’ın sokaklarında bu kez Çağan Irmak’ın ardı sıra dolaştım. Şimdilerde kafe denilen bir çay bahçesinde Haktan ile Erdinç’in neşeli hazırlıklarını izledim deniz kıyısında. Kaleiçi’ne doğru Pakize gidiyor bin bir afrayla önümüzden. Film başlamadan yerimi alayım telaşında cigarasını tüttüre tüttüre Naciye geçiyor yanımızdan Çınar’ın sinemasına doğru. Çarşıdaki bakışlara aldırış etmeden elinde valiziyle dimdik Perizat ilerliyor bağ evine doğru. Yakınlarda kaybettiğimiz Tokdil fırınlarını günümüze taşıyan “fırıncıların Neriman” geliyor karşıdan yavaş yavaş. Sanki…

Filmlerinde kurduğu dünyayı bu kez sözcüklerle kuruyor Çağan Irmak. Okurken, sellükaların kokusunu alıyor, plaja koşanların neşesine ortak oluyorsunuz.

Topluma, ailesine ters düşse de yaşamda dik duran Hüsniye, Perizat gibi kadın kahramanlarıyla, elektrikçi Kemal, fırıncı Harun gibi farklı özellikleriyle kabul gören erkek kahramanlarıyla Çağan Irmak hoşgörü ve iyiliğe yaslamış öykülerini.

Bir söyleşisinde doğup büyüdüğü ortama özgü söylediği “Gerçekten bir şekilde yolunu bulup yaşamaya devam ediyorlar. Bunu şimdiki yaşam koçları sayesinde değil, kendi güdüleriyle buldular. Ve her şeyi güzelleştirdiler.” sözleri de günümüze bir gönderme gibi.

Ülkemizin ilk sakin şehri Seferihisar’ın gerçek anlamda “yavaş ve sakin” olduğu zamanlarına bir güzelleme Çağan Irmak’ın öyküleri.

***

Kaynağı belli güçlü akan bir nehir gibi öyküler

Hazırlayan: Turan Horzum

2010'da yayımladığı Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü'ne, 2012'deki Kanatlar Ölü Açıklığında ile de Selçuk Baran Öykü Ödülü'ne değer görülen Pelin Buzluk araya giren dört yılın ardından 2016 yılında  En Eski Yüz’ü yayımladı. Bu hikâye kitabıyla da 2017 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazandı. Son olarak 2023 yılında Yer Değiştiren Sular adlı bir hikaye kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı.

Buzluk, ilk üç kitabıyla aldığı ödüller bir yana, genç kuşağın hâlâ en önemli öykücüleri arasında gösteriliyor. Bunda, yazarın dil hassasiyetinin yanında öykülerindeki samimiyet başat rol oynuyor. Ayrıca bize tanıdık bir yerden ses veriyor hikayelerinde. Buzluk, kurgu ile gerçek arasında okuyucuyu ummadığı yerlerden yakalarken yaşananların hayal mi gerçek mi olduğuna dair şüpheler yaratıyor.

Öykünün olanakları ne kadardır? Roman türü ile kıyaslandığında yazarın yaratıcılığının sınırı var mıdır? Her şey değişip gelişirken öykü bu değişimin neresindedir? Örneğin toplumcu geleneğin vazgeçilmez teması yoksulluk, işsizlik, cezaevi, haksızlık gibi konular artık ne kadar işlenecektir.

Buzluk, öykülerindeki yaratıcılığı, dildeki ustalığı bir yana kendine özgü öykü evrenini kurarken içinden çıktığı öykü geleneğini çok iyi bildiğini de gösteriyor bize. Yani temelsiz bir bina yerine, güçlü akan bir nehir gibi yoluna devam eden öykücülüğümüzün, varoluş noktalarına kadar belleğini taşımış bir yapı görüyoruz.

EN ESKİ YÜZ'de Buzluk, hemen yanı başımızda dolanan hayatların arasına sokuyor bizi. Acıklı bir kimsesizlikle bekleyen gecekonduların birinde yaşayan yoksul Cemil’in hikayesi yaratılan büyülü atmosferle adeta acıklı bir filmi izler gibi kelimeleri takip ediyoruz. Ve tepe noktada okuru, bir sürprizden ziyade öykünün akışının getirdiği bir vuruculuk bekliyor. Üzüntü, isyan çoğu zaman hüzün dolduruyor içimizi.

Kitapta on bir hikâye var. Tabii ki kadınlık hikayeleri ön planda. Tozlu Cennet ve Dördüncü adlı hikayeleri lezbiyenlik tadı verse de dilde yaratılan samimiyet insanın cinsiyet yönünü hiç düşündürmüyor: ‘İstanbul’a gittiğimde gördüm onu. Birden burun buruna geldik. Sokak loştu. Hırsızlama baktım: yanında bir kadın vardı. Cebinden bir kibrit çıkarıp çaktı. Çillerin vardı senin, dedi. Bir dize gibi duydum bunu. Ellerimi yanaklarıma kapattım. Göğsümde yumruk yumruk eski bir şey uyanıyordu. Sabahlara dek fısıltıyla konuştuğumuz gecelerdeki gibiydi, dünmüş gibi taze. Karanlıkta kimi zaman birbirimizin yüzünü yoklardık parmak uçlarımızla. Belki de o zamanlardaki biz yerlerde duruyordu. İzini bulmuştuk.’ (Syf. 23)

Öykü evrenine aldığı kişiler de kurduğu yapıyla tam anlamıyla uyumlu. Hepsi öykünün dünyasına, kelimelere hizmet ediyor. Hepsi adına bir ortak özellik olarak ise "yaralı" olmaları. Kiminin zaten yarası var az sonra ortaya çıkacak, kiminin yarası öyküde Buzluk'un kahramanına yarattığı an'la ortaya çıkacak kimisi de zaten bu dünyaya yaralı gelmiş o yarasını sağaltmak için uğraşacak. Çığlığı boğulanlara çığlık değil naif bir fısıltı oluyor yazar öykülerinde. Bu bağlamda Pelin Buzluk’un yaralı ruhlara yaklaşımı aslolan burada. Diğer kitaplarından da alışageldiğimiz bir duyarlıkla yaklaşıyor Buzluk öykü kişilerine ve ajiteye açık durumları, o çukura düşmeden yazabiliyor, ele alabiliyor. Etrafımızda, düşmemiz için açılan bu ajitasyon çukurlarını gördükçe Buzluk’un üslubunun ne kadar değerli olduğu bir kez daha çıkıyor ortaya aslında.

***

Anne baba kütüphanesi

Hazırlayanlar: Doç. Dr. Ümüt Arslan- Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın- Psikolog Seray Bingöl

Bu da geçecek

“Hayatımız berbat gittiğinde ‘Bu da geçecek’ deriz ve umarız ki gerçekten öyle olur.”

Julia Samuel’ın "Bu Da Geçecek" kitabı, kayıplar ve zorluklarla başa çıkma konusunda derinlemesine bir rehber sunuyor. Hem klinik psikolog olarak edindiği deneyimler hem de kişisel gözlemleriyle, yaşamın zorluklarını anlamamız ve bu süreçleri nasıl yönetebileceğimiz konusunda bilgi veriyor.

Kitap, değişimin hayatın her alanında önemli bir rol oynadığını vurguluyor ve bunu beş ana başlık altında inceliyor: aile, aşk, sağlık, iş ve kimlik. Samuel, bu başlıklardan birinde uzun vadeli bir sorun yaşamanın tüm yaşamımızı etkileyebileceğini belirtiyor. Zor zamanlarda kendimizi duraksıyor gibi hissedebiliriz, ancak Samuel, iyileşme sürecinde geri çekilmek, düşünmek ve toparlanmak için zamana ihtiyaç duyduğumuzu söylüyor. Kitap ayrıca, günlük yaşamda karşılaştığımız kişilerin ve hayranlık duyduğumuz insanların değişim süreçlerine de ışık tutuyor. Seanslardan yapılan alıntılar ve çeşitli hayat hikayeleri, değişimin hayatın her alanında mevcut olduğunu ve başa çıkma becerilerinin önemini gösteriyor.

Julia Samuel, okuyuculara duygusal ve psikolojik zorluklarla başa çıkma konusunda pratik tavsiyeler sunuyor. Kendinizi tanıyıp kabul etmenin, kendinize zaman ayırmanın ve empati kurmanın önemini vurguluyor. Ayrıca, geleceğe umutla bakmanın ve kendinize şefkat göstermenin iyileşme sürecinde faydalı olduğunu belirtiyor. Bu kitap, zorlu dönemlerde hem kendinize hem de başkalarına destek olma konusunda değerli bilgiler sunuyor.

Yazarı: Julia Samuel

Sayfa Sayısı: 416

Basım Yılı: 2020

Yayın Evi: Eksik Parça Yayınları

***

Hikâyelerin büyüsü

…Ben salonun ortasında kendi etrafımda dönüp dururken o mahcup ve muzip gülümseyişiyle beni izlemeyi sürdürdü. Sonra yaklaştı. Kilo almışsın, yakışmış dedi parmak uçlarıyla beni çarparken. Eşsiz bir sarımaydı. Dans eder gibi sarmaş dolaş gittik yatağa. Ah, beni savurup çiçekli bahçelere atan o yazlardan bir gece daha. Her şeyimle ona teslim olmuş, dökülmüştüm yeniden. Kendim olmuştum. Bedenimi anımsıyordum. Her noktasını ellerimde tanıyordum şimdi. Hamileyim, dedim sonra. Birden çıktı içimden… Sahi mi, test yaptın mı? dedi sadece. Ve bir öpücük Verdi bana. Sevişmemiz son bulmuştu ama sonsuz mümkünler açılmıştı şimdi önümde.

                                                                                                                                 Pelin BUZLUK

En Eski Yüz

***

Yazarın büyüsü

Atmosfer veya yaşam dünyası bir öykünün sahici olmasına yarıyor. Gerçekçi değil, sahici demeyi yeğliyorum, yani inandırıcı. Gerçek olmayan bir şeye de insanları inandırabiliriz. Üç başlı insanlara da inandırabiliriz. Metin için meşruiyet lazım. Metnin yaşam dünyasına okuru bir kez inandırırsak, okur gerçekten orada bir yaşantı sürer. O gerçektir artık, düş olduğu halde gerçektir, gerçekdışı olduğu halde gerçektir. Bunun için de önce yazarın o yaşam dünyasına, o karakterlerin var olduğuna inanması gerekiyor. O yüzden de başka bir öykü dünyası kurarken önceden kurduklarımı da hatırlıyorum.

                                                                                                                                       Pelin BUZLUK

***

Uykudan önce

Bu sayıda tanıtacağımız kitap; yaratıcılık konusunu ve farklı bakış açılarını işleyen bir yapıt. Gün, resim yapmayı çok seviyor. Bulunduğu her yerde ve her nesneye resim çizip boyama yapabiliyor. Bir gün resimlerinden birini gören tamirci, aklına cevabını bilmediği yeni sorular getirir. Asıl hikâye bundan sonra başlar. Merakla ve zevkle okuyacaksınız.

                                                                                                           

  Gün’ün Gözleri - Dicle Keskinoğlu

Resimleyen: Rüya Erkan Öcek

İthaki Yayınları

Kaynak: Haber merkezi