Hazırlayan: Emel Kadör

“Hayatın ışıklarını kısıyorlar, sahnenin ışıklarını kıstıkları gibi.”

“Oraya-deniz fenerine değil-ayrılığa. Yolun açık olsun.

Ayrılığa. Hep ayrılığa.

En uzak en yakın. 

Ayrılık gecesinde.  Boğunçta.  

Gün ışığında.

Sabaha karşıydı. Sabaha karşıydı. 

Birazdan sabah olacak.

Sana. sizlere olmadı…”

Selim İleri’nin son kitabı Yalnız Evler Soğuk Olur’un ilk sayfası böyle açılıyor. 

İkinci sayfada Akşit Göktürk çevirisiyle Virginia Woolf’tan bir epigraf: Romanın kendine özgü gereci diye bir şey yoktur.; her şey romanın kendine özgü gerecidir, her duygu, her düşünce, kafayla ruhun her özelliği kullanılabilir.” 

Son alıntı Oktay Rifat’tan: Ben ki suyum, çürümüş / Anı kalıntılarıyla bulanık. 

Usta yazar bu üç alıntıyla kitabını oturttuğu zemini imliyor daha baştan. Roman; yalnızlık, ayrılık, zaman izleklerinde yol alırken;  unutuluş, hodgamlık, insanın insana yaptığı şiddeti, suskunluklar, ölümler, cürümler karşısındaki tavrını, tavırlarımızı sorguluyor. 

“İnsan katlinin dünü bugünü yok.” diyerek; yakın tarihimizde acı izler bırakan idamlardan, Nil Kraliçesi Kleopatra’nın kızkardeşi Prenses Arsinoi’yi öldürtmesine kadar (Efes-M.Ö.41) ülkemizde-dünyada insanın içini dağlayan acıları, cinayetleri; öldürenler, öldürtenler bağlamında ele alıyor. 

Yalnız Evler Soğuk Olur’un baş kişisi bir yazar. Adı da Selim. Pek çok kitap yazmış. Son kitabına hazırlanıyor.  Kitabın diğer önemli kişisi Süha Rikkat. O da bir yazar. Vaktiyle Selim’in bir kitabında yarattığı (Ölünceye Kadar Seninim), aşk romanları yazarı diye hafife aldığı kahramanı Süha Rikkat, burada karşısına çıkıp ondan hesap soruyor. Kitap bu karşılaşma ile başlayan yüzleşmeyi, Selim İleri’nin elli yılı aşan yazın yaşamının bir muhasebesi gibi irdeliyor. 

Kitabın kapağında da görüldüğü gibi Selim İleri kendini tam anlamıyla bir karakter olarak okurun önüne bırakıyor. Edebi yolculuğunun başından itibaren etkilendiklerini, çocukluğunu, ille de annesini, can yoldaşı yazarlarını, ilk gençlikte bıçkın dönemde yazdıklarını, pişmanlıklarını, acılarını büyük bir içtenlikle kalemine getiriyor. 

İkisi de yaşlılığın getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışan kahramanların iç sesleri, konuşmaları, bilinç altına inişleri bir dönemin hem toplumsal hem edebi yaşamının bir yansıması gibi. 

“Akıllar buruşmadan, maziyle kumar oynarcasına” yeniden yeniden yazma isteği Selim’in. Hep eksik bir şeyler kalmıştır. Hep kalır. Onları tekrar düzenlemeli, ölünceye kadar yazacağı tek kitabı ile her şeyi yerli yerine oturtmalıdır. Yürekteki bukağılar. “Kan sızıntılarını romana dönüştürmek olasıysa… Yeryüzünün her yeri hayatın ezdikleriyle dolu.”

Yalnızca sanatın var edebileceği mucizeyle zaman yeniden kurgulanıyor. Istırabı dindirebilmek için.” 

Yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’i anıyor.  Çocukluğunda bir düğünde masalarına gelen bir subayın “Size çok sevindirici ve şerefli bir haberim var. Yarın sabah  sabık ve sakıt başvekili asacaklar.” deyişini… Daha sonra,  gençlik yılları, bindiği bir takside şoförün “Deniz Gezmişler’i  birazdan asacaklar.” deyişini unutamıyor… 

Tüm haksız, hukuksuz şiddete uğrayan, yaşamı sona erdirilen, kötülüğün hışmına uğrayan masum insanlar karşısında, merhamet ortadan kalktığı zaman, yaşanan vahşetten duyduğu acıyı dillendiriyor Selim İleri. 

Yazdıklarını, yazarken etkilendiklerini, yazısına gelen eleştirileri, gerçekleri yeniden yeniden anımsıyor. Adeta bazı şeyleri düzeltmek, yeniden düzenlemek, yaptığı yanlışlarla karşı karşıya gelmek, içini dökmek istiyor. Andan geçmişteki kendine bakıyor. Yavaş yavaş o günlere gidiyor, okuru da götürüyor kendisiyle yazar-anlatıcı Selim İleri. 

Çocukluktadır her şey. Anlatıcı da buna vurgu yapıyor sık sık annesini anarak. “Yolunun annenin Sardunyalarından geçtiğini algılaman zaman aldı. Yolun şaşabileceğini, her an yoldan çıkabileceğini sezmen de öyle.” diyor. Kitap boyunca kırmızı sardunyalar bir litemotif olarak çıkıyor karşımıza. 

Kitap 47 bölüm. Onuncu bölüme dek yazmayla ilgili git-gelleri, sancıları. O bölümden sonra usulca emin olduğu satırlara, olgunlaştığı yıllara giriyor. “Anlaşılmaz bir acı gelip saplanırsa yazmaya koyuluruz.”

Dostoyevski’nin  ünlü romanı Budala’da  Nastasya  Filippovna’yı  öldüren Rogojin’i,  Mişkin’i,  Madam Bovary’nin Emma’sını, Tolstoy’un Anna Karenina’sını, Handan yazarı Halide Edip’i de konuk ediyor anlatımına. 

Yazma serüvenindeki iç baskılarla savaşımı, öğretilmiş kalıplardan kurtulma isteği, onları yadsıması, yeni bir dil arayışı, kendi üslubunu oluşturma çabaları… Bu alandaki tartışma konularına dair düşüncelerini, türler arasılığın birer örneği gibi deneme tadında parçalarla dile getiriyor. 

Proust’u çağrıştıran bahçeler, ağaçlar, çiçekler, tablolar, ressamlar, mekan betimlemeleri. Görünenin altında görünmeyenler. Geçmişten kalanlar…İlle de Halide Edip, Virginia Woolf, Dostoyevski; yazarlar, şairler, onların sözleriyle bir başka -ölmüş, unutulmuş- sanatçıyı kaleme getirme. Onu da yad etme… Hep hayata hayatını sunanlara bir vefa, unutuluşa içten bir isyan. 

Yalnız Evler Soğuk Olur üzerine şunları söylüyor Selim İleri:

“Aslında yaşama karşı bir son sözüm olmasını istedim. Dünyanın şiddetine karşı, bir itiraz olsun istedim. Arkasında elli yıla yakın bir yazarlık yaşamının bütün çabası yatmaktadır. Bütün varlığıyla orada yaşamasını istedim”

Selim İleri, Süha Rikkat karekteri ile incittiği Kerime Nadir’e gönül borcunu da ödüyor bir anlamda. Onunla yapılan bir söyleşide; sağlığında onu aradığını, özür dilediğini, hatasını anladığını Kerime Nadir’in de büyük bir içtenlikle konuştuğunu, bu konuşmalarla onu ve dönemi daha iyi anladığını açıklar. Selim İleri bu yönüyle kendini alenen eleştirmeyi göze alan ender bir insan, özel bir yazar.  

Yalnız Evler Soğuk Olur, ayrı yere konulması gereken bir yapıt. Teşekkürler Selim İleri.

***

Geleneğin İzinde Kuyumcu Ozanın Yolculuğu: Hilmi Yavuz Şiiri

Hazırlayan: Erinç BÜYÜKAŞIK

Hilmi Yavuz, modern Türk şiirinin doruk noktasında yer alan, Doğu'nun kadim geleneklerini Batı'nın modernist yaklaşımlarıyla ustaca harmanlayan bir ozan. Eğriye eğri doğruya doğru belki de bu poetik tavrı ayakları yere basarak gerçekleştiren sayılı ozanlardan Yavuz. Yavuz’un şiirlerinde ki düşünsel ve felsefi iklim, coğrafya, benlik ve kimlik gibi temalar, okuyucuyu derin bir içsel yolculuğa davet eden zengin bir dokuyla işlenir. Onun bu özgün şiirlerinde modernizm ve gelenek iç içe geçer; bir dedektifiz izindeki “imge”nin “kadim” öyküsünün keşfi ve sarraf titizliğinde yeni bir formun inşası yolculuğu kuşkusuz Yavuz hayli özgün bir kaleme dönüştürüyor.

Doğu ve Batı şiir geleneğini besleyen kaynaklardan yararlanarak 'sahih şiir' yazma niyetiyle yola çıkan Yavuz, "Çöl Şiirleri"nde varlığın oluş serüveninin adını koyar. "Çağdaş Türk şiirinde bana göre en anlamlı ve en değerli yönelim; sahih şiir yönelimidir. Sahih şiir, hem doğunun hem batının poetik müktesebatını temellük etmektir." düşüncesiyle şiirlerini 'geleneğin içinden' yazar. "Çöl Şiirleri"nde insanlık, Doğu-Batı geleneği ayrımı yapılmadan dinsel bağlamda 'çöl'de birleştirilir. Yavuz’daki entelektüellik anlayışı, onun şiirlerinde kapsayıcı bir tavır belirlemesini zorunlu kılmıştır. "Entelektüel, bütünlüklü bir kavrayışın temsilcisi olmalıdır. Zira bizim entelektüel tarihimiz, hem 'doğu'yu, hem de 'batı'yı birlikte öğrenme ve bilme mecburiyetini ortaya koymaktadır." Yavuz da "Çöl Şiirleri"nde varlığın varoluşunda mekân olarak 'çöl'ün önemini ve semavi dinlerdeki işlevini imleyerek geleneği günümüze taşır.

Modernizm ve Gelenek Arasında Bir Yolculuk

Hilmi Yavuz’un şiirlerinde modernizm ve gelenek arasındaki ilişki, onun poetikasını zenginleştiren başat unsurlardan biri. Şiirlerinde divan edebiyatının klasik mazmunlarını modern bir perspektifle yeniden işler. Yavuz’un geçmiş şiire ait mazmunları miras olarak gördüğü ve bu mirası özgün bir şekilde kullandığı söylenebilir. Örneğin, "Ten Sonnet" adlı şiirinde, ten ve nefis mücadelesini tasavvufi bir çerçevede ele alarak, modernizmin soyut imgeleriyle derinleştirir:

ben tenime yürürüm, tenim benim gereksiz et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda... áh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda... belleğim? bir kurttur o! dâima ipe sapa gelmeyen bir şeyleri parçalıyor... kemirgen!

Bu dizelerde, tenin değersizleştirilmesi ve belleğin kemirgen bir kurt olarak tasvir edilmesi, tasavvufi arınma ve nefis mücadelesinin modern bir yorumu olarak karşımıza çıkar. Şair, beden ve ruh arasındaki bu çatışmayı, hem geleneksel hem de modern imgelerle zenginleştirir.

Sonsuzlukla Kesişen Yollar: Metinlerarasılık ve Yavuz’un Şiirleri

Hilmi Yavuz’un şiirlerinde metinlerarası ilişkiler oldukça belirgindir. Yavuz, geçmişten gelen şiirsel imgeleri ve temaları yeniden yorumlayarak modern şiire taşır. Onun şiirlerinde, Bedreddin Üzerine Şiirler Nazım Hikmet’i, Akşam Şiirleri Ahmet Haşim’i, Ayna Şiirleri divan şairlerini, Gizemli Şiirler mutasavvıf şairleri, Zaman Şiirleri ise Tanpınar ve Bergson’un zaman anlayışlarını çağrıştırır. Bu metinlerarası etkileşimler, Yavuz’un şiirlerine derinlik ve genişlik kazandırır.Örneğin, “çöl, yollar, hırka” şiirinde bu metinlerarası ilişkiler net bir şekilde görülür. Şiir, Hallâc-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk” sözünü hatırlatırken, aynı zamanda tasavvufun derinliklerine inen bir yolculuğu anlatır. Şiirin başındaki “ene’l mâsivâ” ifadesi, bu yolculuğun başladığı ve bittiği noktaları belirler:

Çöl, yollar, hırka ‘tecrid’ denildikte: yollar, hırka... giyindik bir çölü, korka korka; değiyor ince yol, iğne iplik... tenim öte geçe, biz bu tarafta yaşardık, yalnızlıktık, Âraf’ta henüz yazdı, mufassaldık ve kil’dik.

Bu dizelerde, bireyin dünya ile olan bağlarından sıyrılarak manevi bir arınma yaşadığı tasvir edilir. Yavuz, modern bir dille geleneksel imgeleri ustaca birleştirerek metinlerarası bir diyalog kurar ve okuyucusunu bu yolculuğa dahil eder.

Benlik ve Kimliğin Şiirsel İfadesi

Yavuz, şiirlerinde benlik ve kimlik temalarını sıkça işler. Bireyin iç dünyası, toplumsal kimlik ve tarihsel bağlamlar iç içe geçer. “Hilmi Yavuz’un şiirleri, bireyin toplumsal ve tarihsel bağlamdaki yerini sorgulayan ve bu sorgulamayı derin felsefi temellere oturtan bir yapıdadır” (Apaydın, 2010: 122). "Ten Sonnet" adlı şiirinde, Yavuz’un benlik ve kimlik konusundaki sorgulamaları, beden ve ruh arasındaki çatışmayı resmeden. Nefis mücadelesi ve arınma temaları, modern ve tasavvufi imgelerle zenginleştirken “modern”e bugünün dervişi gözüyle bakmaktan kaçınmaz.

Derinlerde Yatan Şiir: Tasavvuf ve Modernizm

Hilmi Yavuz, şiirlerinde tasavvufi temaları modern bir bakış açısıyla ele alırken tasavvufun derinliklerine inerek modern dünyanın karmaşıklığını ve bireyin içsel çatışmalarını işlemeyi tüm sanatsal verimlerinde sürdürmeyi yeğlemiştir. Onun bu poetik tavrını besleyen kuşkusuz şu referans olmuştur: “Tasavvuf felsefesine göre insan ruhu yüce bir alemden yaşadığımız maddi aleme düşmüştür. İnsan, nefsini disiplin altına alamadığından alt makamlara inmiştir” (Altıntaş, 1986: 45). Tam da bu nedenle Yavuz’un şiir evrenini belirleyen bu düşüş ve yeniden yükseliş temaları adeta şiirlerin temel izleğine dönüşmüştür üstelik. Buna örnek olarak gösterebileceğimiz "Çöl, Yollar, Hırka" şiirinde, tasavvufun tecrit ve arınma temaları işlenir. Şiirin başında yer alan "ene’l mâsivâ" ifadesi, Hallâc-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk” sözüne bir göndermedir:

“ben ölürsem yapayalnız kalacak olan Allah’a…”

Bu dize, bireyin dünya ile olan bağlarını kopararak ilahi birliğe ulaşma arzusunu ifade eder. Şiir boyunca tasavvufi imgeler ve imlerken modernist söylemleri dışsallaştırmadan ve onunla iç içe geçerek okuyucuyu derin bir düşünsel yolculuğa çıkarır.

Doğudan Batıya: Hilmi Yavuz’un Coğrafi ve Kültürel İklimi

Hilmi Yavuz, Kabataş Lisesi’ne kaydolduğu yıl şiir hayatına adım atan ve yarım yüzyılı aşkın bir sanat hayatı olan bir şairdir. Yavuz, sanat hayatı boyunca "sahih" şiire ulaşmak için hem Doğu hem de Batı medeniyetinin özümsenmesi gerektiğini her fırsatta vurgulamıştır. Gençlik dönemlerinde sosyalizmi benimsemiş bir şair olarak, sosyalizmi katı bir çerçevede irdelemeden şiir sanatına ağırlık vermiştir. Yavuz’un şiirlerinde çöl, yalnızlık ve tecrit gibi temalar belli ki insanın varoluşsal mücadelesini ve manevi arayışlarını sembolize etmektedir. Bu imgeler, okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarırken bir açıdan da insanın dünya ile olan ilişkisini sorgulatır:

Çöl, yollar, hırka ‘tecrid’ denildikte: yollar, hırka... giyindik bir çölü, korka korka; değiyor ince yol, iğne iplik... tenim öte geçe, biz bu tarafta yaşardık, yalnızlıktık, Âraf’ta henüz yazdı, mufassaldık ve kil’dik.

Yavuz’un şiirlerinde çöl, yalnızlık ve tecrit gibi temalar, insanın varoluşsal mücadelesini ve manevi arayışını sembolize eder. Bu imgeler, okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarır ve insanın dünya ile olan ilişkisini sorgulatır. Çöl, onun şiirlerinde hayatın zorlukları ve bireyin içsel mücadeleleriyle özdeşleşir.

Ez cümle;

Hilmi Yavuz’un şiirleri, sadece bireyin içsel dünyasını değil, aynı zamanda toplumsal ve tarihsel bağlamları da derinlemesine ele alan bir yapıya sahiptir. Şairin, Doğu’nun kadim geleneklerini Batı’nın modernist temsilleriyle harmanlaması, onun şiirlerine eşsiz bir derinlik katmıştır. Yavuz’un eserlerinde görülen metinlerarasılık, Türk şiir geleneğini erensel bir bağlama oturtarak zengin bir edebi diyalog inşa eder şiirin “evrensel” yolculuğu adına da.. Şairin gelenekten modern temsillere uzanan yolculuğu, tasavvufi izleği modern dünyanın karmaşıklığı içinde yeniden değerlendirir ve bireyin manevi arayışını derinleştirir.

Yavuz, divan edebiyatı mazmunlarını modernist bir perspektifle yeniden yorumlayarak, gelenek ve modernite arasında benzersiz bir köprü kurmayı yeğleyen bir ozan.. Söz konusu kültürel köprü kurma çabasıyla Yavuz’un şiirlerinde “Doğu” ve “Batı”paradigmasının politik yüklerinden uzak durarak coğrafyanın izdüşümleri ve bilhassa “doğu”ya ait düşünsel iklim, benlik, kimlik ve hatta bir nevi şairin “öteki”sini keşfiyle okuruna çok katmanlı okuma serüveni sunar. Onun şiirleri, bu çok katmanlı okumalar ışığında okuyucuyu derin bir düşünsel ve duygusal yolculuğa çıkararak, bireyin varoluşsal mücadelesini ve “tinsel” ve öze dönüş arayışlara sokarken Hilmi Yavuz, modern Türk şiirinin önemli ve özgün örnekleriyle çoktan geleceğin okurlarına da seslenmektedir bir anlamda.

Kaynakça

Behramoğlu, Ataol. Nâzım Hikmet-Tabu ve Efsane. Evrensel Basım Yayın, 2008.

Bezirci, Asım. Halk ve Sosyalizm İçin Kültür ve Edebiyat. Evrensel Basım Yayın, 1997.

Çetişli, İsmail. Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları, 2010.

Fırat, M. Şerif. Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Yayın B, 2013.

Gülendam, Ramazan. "Siyaseti Şiirde Yaşamak: Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Sosyalist Şiir." Turkish Studies, Volume 5/2, Spring 2010.

Jdanov, A. A. Edebiyat Müzik ve Felsefe Üzerine. Kaynak Yayınları, 1996.

Kanter, M. Fatih. "Doğuyu İçeriden Okumak: Doğu Şiirleri Üzerine." Turkish Studies, Volume 7/1, Winter 2012.

Kurdakul, Şükran. Çağdaş Türk Edebiyatı C.3. Evrensel Basım Yayın, 1994.

Lukacs, Georg. Avrupa Gerçekçiliği. Payel Yayınevi, 1987.

Lunaçarski, Anatoli. Sanat ve Edebiyat Üzerine. Adam Yayıncılık, 1982.

Moran, Berna. Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, 2004.

Oktay, Ahmet. Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları. İthaki Yayınları, 2008.

Plehanov, Georgi. Sanat ve Toplumsal Yaşam. Evrensel Basım Yayın, 1999.

Pospelov, Gennadiy. Edebiyat Bilimi. Evrensel Basım Yayın, 2005.

Sezer, Sennur. 68’in Edebiyatı Edebiyatın 68’i. Evrensel Basım Yayın, 2008.

Siniavski, Andrei. Sosyalist Realizm. Habora Kitabevi Yayınları, 1967.

Suchkov, Boris. Gerçekçiliğin Tarihi. Bilim Yayınları, 1976.

Tunçay, Mete. Cumhuriyet Öncesinde Sosyalist Düşünce. Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, C. 1, İletişim Yayınları, 2002.

***

Anne Baba Kütüphanesi

Hazırlayan: Doç. Dr. Ümüt Arslan/ Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın/ Psikolog Seray Bingöl  

EVE DÖNÜŞ YOLUNU BULMAK

“Dünyanın dikişleri patlamaya başladığında ve her şey aynı anda anlamını yitirdiğinde yolunuza nasıl devam edebilirsiniz?”

Kitap, MaryCatherine McDonald'ın kendi yaşamından ilham alınarak yazılmış bir roman olarak öne çıkıyor. MaryCatherine, kişisel gelişim ve ruhsal büyüme konularında derinleşmeye çalışıyor. Yaşadığı deneyimler, onun için bir dönüşüm süreci başlatıyor ve bu süreçte kendini keşfetmesine yardımcı oluyor.

Kitap, travma sürecini ele alıyor. Travmanın ne olduğundan, süreçlerinden ve bizi nasıl etkilediğinden bahsediyor. Travma, kişinin normal günlük yaşamında karşılaştığı olağan dışı ve aşırı stresli bir durum sonucunda ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanıyor. Travmanın sadece fiziksel değil, duygusal olarak da derin etkilere neden olabileceğine vurgu yapılıyor. MaryCatherine, zamanla sevdiği bir yemeği aniden nefret etmeye başlamasının (babasının vefatından sonra son yediği yemek olan spagetti) gibi travmanın uzun süreli etkilerini de deneyimlemiştir.

Kitapta travma sürecindeki terapi seanslarını da detaylı bir şekilde ele alıyor. MaryCatherine, kendi yaşantısını ve bu süreçte ailesinin, dostlarının ve çevresinin kendisine yaklaşımını ve ilişkilerini gözden geçiriyor. Sekiz bölümden oluşan kitapta her bölümde önce yaşadığı olayı ve ardından terapi sürecini anlatıyor. Bu bilgileri, travmanın bilimsel gerçekleriyle nasıl örtüştürdüğünü açıklıyor.

Travma hayatımızın kaçınılmaz bir parçasıdır ve etkileri kişiden kişiye değişebilir. Travma sonrası tepkilerimiz, travmanın türüne, şiddetine ve kişisel başa çıkma mekanizmalarımıza bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bazı insanlar travmayı hızla atlatırken, diğerleri uzun süreli etkilerle mücadele edebilir ve profesyonel yardım alabilirler. Kitap, travmanın etkilerini hafifletmek için topraklama egzersizleri, beden taraması, farkındalık ve denetimli imgeleme gibi çeşitli tekniklere yer veriyor. Ayrıca, ilişkisel destek ağının travma etkilerini azaltmada önemli bir rol oynadığını vurguluyor. İyileşmenin bazen bir gülümseme, bir hayvanı sevmek veya aile/arkadaşlarla zaman geçirmek gibi küçük şeylerle başladığını belirtiyor.

Son olarak, kitap ufak şeylerle mutlu olmanın önemini vurgulayarak, travma sonrası yaşamda pozitif bir yönde ilerlemenin mümkün olduğunu okuyucuya aktarıyor.

Mary Catherine McDonald, 2024, 212 sayfa, Serenad Yayınevi

***

Hikâyelerin Büyüsü

Hayata dair ümidimi çok kere yitirdiğim oldu. Böyle günleri atlatmak için kendime üç gün veririm. İlk gün gerçek bir depresyon halinde olurum, kimseyi görmem, perdeleri açmam. Böyle zamanlar için beşinci çekmecede sakladığım sigara paketini açarım. Ağlarsam mısır patlatırım. İkisinden birini bırakmam gerekir ki bu genelde ağlamak olur. İkinci gün sakinleşme ve düşünme günüdür. Evi havalandırır, çiçekleri sularım. Hava nasıl olursa olsun kahvemi alır balkona çıkar bir de sigara yakarım. Aksam için en sevdiğim yemeği hazırlarım: zeytinyağlı yaprak sarma. Üçüncü gün ikindiye kadar mutlaka evi temizlemiş olurum. Markete gider bir güzel alışveriş yaparım. Bir dahaki böyleli günler için bir paket sigara alır, beşinci çekmeceye koyarım. Yatmadan önce cam bir kaseye biraz pamuk döşerim üzerine bir avuç kadar fasulye üzerine yine pamuk ve iyice ıslatacak kadar su. Kâseyi pencerenin önüne koyarım. Birkaç güne filizlenmeye baslar. Hayata dair çok kere ümidimi yitirdim. Ama kendime gelmek için üç güne ihtiyacım oldu hep. Tekrar ümit etmek içinse sadece biraz pamuk, fasulye ve suya. 
 

Elif ERDOĞAN
Dokuzdan Küpe Çiçeği

***

Yazarın büyüsü

Olan biteni başka başka pencerelerden seyretmenin, bazen bilmediğim bir sokaktan geçerek yolu uzatmanın bana hep iyi geldiğini biliyorum. Bir yandan her şeyin mümkün olan en iyi haliyle var olduğunu kabul ederken diğer yandan başka çıkışların mümkün olduğunu da aklımda tutuyorum. Öykülerimdeki karakterler de buralardan rol çalmış olabilir. Ve evet rutin olanı biraz sarsmak gibi bir isteğim vardı.
                                                                                                                 

Elif ERDOĞAN


***

Uykudan önce

Bu sayıda tanıtacağımız kitap sadece eğlendirmiyor sorgulama yapmanızı da sağlıyor. Esra Seçil Uygun’un “ben yapmadım!” adlı kitabı Sinci, Tavşi, Fari, Kurbi, Kuzi’nin düşünmeden söylenenleri yapmaları üzerine kurulmuş bir hikâye. Örneğin Sinci’ye “O kadar tuz atılır mı çorbaya?” diye sorulduğunda, “Ben bana söyleneni yaptım. Çorbaya tuz ekle dediler ekledim, bir bardak olmasın demediler ki.” diye yanıtlar. Bu kitap karar alma, sorumluluk, iletişim ve empati kavramlarıyla ilgili sorgulama yapmanızı da neden oluyor. 

“Ben yapmadım! Ben yalnızca söyleneni yaptım.” Demeden neşeyle üretmek istiyorsanız bu kitabı mutlaka edinin.  

   Ben yapmadım!
                                                                                           Yazan:    Esra Secil UYGUN
                                                                                  Resimleyen: Hatice DOGAN
                                                                                             Sadık UYGUN YAYINLARI

Kaynak: Haber Merkezi