Hazırlayan: Turan Horzum

“Umut, çocukların kuracağı dünyada. Yetişin çocuklar!”

Selçuk Şirin’in Yetişin Çocuklar adlı kitabı, toplumsal ve bireysel boyutlarda derinlemesine bir çocukluk incelemesi sunuyor. Kitap, çocukların eğitim, gelişim, ve toplumla ilişkilerinin nasıl şekillendiğini sorgulayan bir perspektife sahip. Yazar, her bölümde bir çocuğun yaşamındaki önemli anları, onun çevresiyle olan etkileşimleri ve bu etkileşimlerin çocuk üzerinde bıraktığı izleri dikkatlice ele alıyor.

Kitap, bir yandan çocukların duygusal ve zihinsel dünyalarına dair keskin gözlemler sunarken, diğer yandan günümüz toplumunun çocuklar üzerindeki etkilerini sorguluyor. Selçuk Şirin, çocukların yalnızca okulda öğrendikleriyle değil, aynı zamanda ailelerinden, arkadaşlarından ve sosyal çevrelerinden edindikleri bilgilerle de şekillendiğini vurguluyor. Eğitim sisteminin, çocukların bireysel özgürlüklerini ve yaratıcılıklarını kısıtlamadan nasıl daha etkili olabileceği üzerine derinlemesine düşünceler sunuyor.
Yetişin Çocuklar, özellikle ebeveynlere ve eğitimcilere hitap eden bir kitap olmasının yanı sıra, toplumdaki çocukluk algısına dair önemli bir farkındalık yaratıyor. Selçuk Şirin, kitabın her bir bölümünde, eğitimin sadece bilgi aktarmakla sınırlı olmadığını, çocukların duygusal gelişimleri, özgüvenleri ve sosyal becerileri üzerinde de büyük bir etkiye sahip olduğunu savunuyor. Kitap, çocukların yaşadığı zorlukların anlaşılması gerektiği, onlara destek olmanın sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir yaklaşım gerektirdiği üzerine derinlemesine bir yaklaşım sunuyor.

Kitabın önemli bulgularından biri, eğitimde özgürlük ve yaratıcılığın desteklenmesinin, çocukların psikolojik ve akademik başarılarına büyük katkı sağladığıdır. Şirin, eğitim sisteminin çocukların bireysel özelliklerine göre şekillendirilmesi gerektiğini savunuyor ve her çocuğun farklı bir hızda geliştiği fikrini öne çıkarıyor. Bu yaklaşım, günümüz eğitim sisteminde sıklıkla gözden kaçan önemli bir noktaya dikkat çekiyor: her çocuk farklıdır ve buna uygun bir eğitim süreci gereklidir.

Sonuç olarak, Yetişin Çocuklar, çocukların eğitimi üzerine yeniden düşünmemizi sağlayan, toplumsal sorumluluklarımızı hatırlatan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Selçuk Şirin, kitabında eğitimdeki pek çok eksikliği ve yanlış anlayışı cesurca sorguluyor ve daha sağlıklı, yaratıcı bir eğitim modeli için çağrıda bulunuyor. Kitap, eğitimcilerden ebeveynlere kadar herkese yönelik derin bir içgörü sunuyor ve çocukların en iyi şekilde gelişmeleri için toplum olarak neler yapmamız gerektiğini irdeliyor.


Yetişin Çocuklar
Selçuk Şirin
Doğan Kitap 

Doç. Dr. Ümit ARSLAN
Uzm. Psk. Danışman Öznur AYDIN
Psikolog Seray BİNGÖL

Hikayelerin büyüsü

Şehir rehberi
Doğu-bati doğrultusunda uzanan demiryolu hattı şehrimizi ikiye böler. İşyerlerinden yorgun argın çıkanlar, demir köprüleri zangır zangır titreten, hemzemin geçitlerde çanlar çaldıran  trenlere bakarak düşlere dalar: Sevgiliye kavuşmalar, büyük yolculuklar, alıp başını gitmeler… Önce bozkır boyunca dümdüz sonra yeşillikler içinde kıvrılarak… Ama işte düştür bütün bunlar ve belediye otobüsleri tıklım tıklımdir! Zor bela bindikleri otobüslerde itiş kakış eve dönerken, nefeslerinin sayılı olduğunu düşünür, Allah’tan korkarlar. Aksam eve girer girmez de perdelerin kapalı olup olmadığını denetleyip gereksiz yanan lambaları söndürürler. 


                                                                                                            Baharda yine geliriz
                                                                                                                 Barış Bıçakçı


 Yazarın büyüsü

Bugünlerde bir film fikri kafamda dönüp duruyor. Henüz kaba bir hikâye bile yok ortada, sadece fikir: Dünyadaki bütün kadınların dış görünüşlerinin tıpatıp aynı olduğu bir zamanda geçen bir film, bir distopya. Kadınların hepsi estetik harikası. Aynı kaş göz, aynı burun, aynı dudak, aynı endam… Cerrahi operasyon marifetiyle mi böyle olmuşlar yoksa hikâye yapay seçilimin kesin sonuç verdiği uzak bir gelecekte mi geçiyor, henüz bilmiyorum. Benzerliğin, aynılaşmanın güzelliği geçersizleştirdiği sevimsiz bir toplum… Bunu düşünürken hemen aklıma Walter Benjamin’in söyledikleri geliyor. Erkekler sevdikleri kadına, güzelliğinden ötürü değil fiziksel kusurlarından ötürü bağlanırmış. Duygularımız sevdiğimiz kadının kusurlarına güven içinde saklanıp orada dinlenirmiş. Öyleyse diyorum, kadınların tıpatıp birbirinin aynı olduğu dünya erkekler için, özellikle de filmin erkek kahramanı için epey yorucu ve tekinsiz olacaktır. Peki birbirinin tıpatıp aynı kadınlar, dolayısıyla filmin kadın kahramanı ne hisseder? Farklı olmadığı için, yadırganmayacağı için kendini güvende mi hisseder? Hâlinden hoşnut mudur, kendisini sever mi? Yoksa dış görünümünün ardındaki farklı, sıradan olmayan niteliklerini mi göstermek ister? Kime, erkek kahramana mı? Neden, aşk için mi? Ama bu da distopik hikâyelerin başvurduğu klişelerden biri değil mi: İki aykırı karakter vardır, bunlar birbirine âşık olur ve hayatlarını karartan düzenin dışına çıkarlar.

The Last of Us hayranlarına müjde: 2. sezon yayın tarihi açıklandı The Last of Us hayranlarına müjde: 2. sezon yayın tarihi açıklandı

                                                                                                                Barış Bıçakçı

Yaşar Kemal’in metinlerinde ekokritik bir manifestoya doğru

Yaşar Kemal, Türk edebiyatının sadece bir romancısı değil, aynı zamanda doğanın ve insanın iç içe geçmiş kaderini edebi bir manifestoya dönüştüren bir vizyonerdir. Onun eserlerinde doğa, salt bir dekor olmaktan çıkarak insan yaşamının ayrılmaz, hatta belirleyici bir unsuru haline gelir. "İnsanları kurtarmak, toprakları kurtarmakla orantılıdır." şeklindeki sarsıcı ifadesi, yazarın, insanlığın kurtuluşunu doğanın iyileştirilmesine bağlayan derin inancının bir yansımasıdır. "Doğa anadır, insan da onun çocuğu. Anasına ihanet eden, kendine de ihanet eder." sözüyle, insan-doğa ilişkisinin karşılıklı bağımlılığını ve bu bağın ahlaki boyutunu vurgular. Kemal, sadece bu felsefi tespitlerle yetinmez; "Ormanlar yok oluyor, sular kirleniyor, toprak zehirleniyor. İnsanlık kendi sonunu hazırlıyor." diyerek, yaklaşan çevresel felakete karşı keskin bir uyarıda bulunur. Bu ifadeler, Yaşar Kemal'in, çağının ötesinde bir ekolojik bilinçle donatılmış, adeta bir ekokritik manifestonun öncüsü olduğunu gösterir.

Yaşar Kemal'in doğa tasavvuru, 1970'lerde ortaya atılan Gaia hipotezinden çok önce, yeryüzünü canlı bir organizma olarak algılayan ve ekosistemlerin korunmasını insanlığın geleceği için zorunlu gören bir anlayışı yansıtır. 1950'lerden itibaren yazdığı romanlar ve röportajlar, doğanın tahrip edilmesine karşı duyduğu derin endişeyi ve ekosistemin insan sağlığı ve geleceği için hayati önemini ortaya koyar. 1950'li ve 60'lı yıllarda Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı röportajlarda, "insanlığın sağlıklı geleceğinin doğadaki dengelerin korunmasına bağlı olduğunu" açıkça ifade etmesi, onu sadece bir edebiyatçı değil, aynı zamanda erken dönem bir çevre aktivisti ve vizyoneri olarak değerlendirmemizi sağlar.

Bu çalışmanın amacı, Yaşar Kemal'in eserlerinde doğa-insan ilişkisini ve çevresel duyarlılığı, alışılagelmiş yaklaşımların ötesine geçerek, yeni bir perspektifle irdelemektir. Mevcut literatür, Kemal'in eserlerini ekokritik bağlamda ele alırken, bu inceleme, yazarın doğa anlatısını sadece Batılı ekolojik kuramlarla değil, aynı zamanda Anadolu'nun kültürel mirası ve yazarın özgün estetik-felsefi yaklaşımıyla da derinlemesine analiz etmeyi hedefler. Böylece, Yaşar Kemal'in çevresel duyarlılığını, hem kendi döneminin toplumsal bağlamında hem de evrensel ekolojik etik ilkeleri ışığında, bütüncül ve özgün bir bakışla yorumlamak mümkün olacaktır.

Ekokritik, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve edebi metinlerle fiziksel çevre arasındaki karmaşık ilişkileri inceleyen disiplinlerarası bir alandır. Ancak Yaşar Kemal'in eserleri, bu kuramsal çerçevenin Batı'da şekillenmesinden çok önce, Anadolu'nun kadim ekolojik bilincini ve yerel kültürel kodlarını yansıtan bir ekokritik miras sunar.
Yaşar Kemal'in eserleri, Gaia hipotezi ve Aldo Leopold'un "toprak etiği" gibi kavramlarla paralellikler gösterse de, onun doğa anlayışı, bu Batılı kuramların ötesine geçerek, Anadolu'nun animistik inançlarını, mitolojik anlatılarını ve folklorik zenginliklerini bünyesinde barındırır. Bu bağlamda, bu çalışma, Kemal'in doğa anlatısını sadece Batılı ekokritik kavramlarla değil, aynı zamanda Anadolu'nun ekolojik bilinciyle de ilişkilendirerek, literatürde eksik kalan bir boyutu tamamlamayı amaçlar.



Doğa ve insan: karşılıklı bağımlılığın ve etik sorumluluğun edebi inşası

Yaşar Kemal'in eserlerinde doğa ve insan ilişkisi ne romantik bir hayranlık ne de tek taraflı bir tahakküm üzerine kuruludur; aksine, karşılıklı bağımlılık ve etik sorumluluk ilkeleri üzerine inşa edilmiştir. Yazar, insan toplumunun doğadan ayrı düşünülemeyeceğini, doğadaki her tahribatın insan yaşamını doğrudan etkileyeceğini, adeta bir kehanet gibi, eserlerinin her satırında dile getirir.

İnce Memed romanında, Memed'in dağlara sığınışı, doğanın sadece bir mekân değil, aynı zamanda bir sığınak, bir yoldaş olduğunu gösterir: "Dağlar Memed'i kucakladı, ormanlar onu sakladı, sular ona yol gösterdi." (İnce Memed, s. 157) Bu ifade, doğanın Memed için sadece fiziksel bir sığınak değil, aynı zamanda ruhsal bir liman olduğunu da ima eder. Deniz Küstü romanında ise denizin uğradığı tahribat, sadece çevresel bir yıkım değil, aynı zamanda insanlığın kaybettiği değerlerin ve umutların bir sembolüdür: "Deniz ağlıyordu, balıklar göç ediyordu, kıyılar zifte bulanmıştı." (Deniz Küstü, s. 213)

Kemal, sadece romanlarıyla değil, röportajlarıyla da çevresel sorunlara karşı duyarlılığını dile getirir: "Doğa kırımı, savaş kırımılarıyla başabaş gitmeye başladı… Çoğunluk doğanın nasıl bir kırıma uğratılarak yok edildiğinin bilincinde değil; doğayı öldürürken kendilerini öldürdüklerini, soylarını kuruttuklarını fark etmiyorlar." Bu sözler, yazarın, çevresel yıkımı toplumsal felaketlerle eşdeğer gördüğünü ve insanlığın geleceği için duyduğu derin endişeyi ortaya koyar.

Yaşar Kemal, eserlerindeki karakterler ve olay örgüsü aracılığıyla da etik mesajlarını okuyucuya iletir. "Çukurova'nın toprağı anaların ak sütü gibiydi. Ama işte o sütü emen çocuklar, şimdi analarını öldürüyorlardı." (Akçasazın Ağaları / Demirciler Çarşısı Cinayeti, s. 345) Bu cümlelerde olduğu gibi toprağa yapılan ihanetin aynı zamanda insanlığa karşı da bir ihanet olduğu sıklıkla vurgulanır. İnce Memed'de Çukurova köylülerinin ağalara karşı verdiği mücadele, sadece toplumsal adalet arayışı değil, aynı zamanda toprağın haysiyetini savunma mücadelesidir. Bir Ada Hikayesi dörtlemesinde ise savaş sonrası toplumun travmaları ve doğanın tahribatı iç içe geçmiştir: "Savaşın yıktığı canlar kadar, ormanların, suların, toprakların da canı yanmıştı." (Karıncanın Su İçtiği, s. 412)
Kemal'in eserlerinde, doğa ve insan arasındaki etik ilişki, sadece bir tema değil, aynı zamanda yazarın edebi dehasının bir yansımasıdır. Onun eserleri, okuyucuyu sadece bir hikâyenin içine çekmekle kalmaz, aynı zamanda onları doğayla ve insanlıkla daha derin bir bağ kurmaya davet eder. Okurun da bu etik sorumluluğu hissetmesini amaçlar: "Benim romanlarımı okuyanlar doğaya, insana sevgiyle dolsunlar… Bir ağaç kesmek değil, bir yaprağına bile dokunmasınlar, bir karıncayı ezmesinler."

Edebi anlatıda çevresel duyarlılık: Dilin ve mitlerin gücü

Yaşar Kemal'in eserlerinde doğa, sadece tematik bir unsur değil, aynı zamanda edebi anlatımın da temel bir bileşenidir. Yazar, doğayı betimlerken kullandığı zengin dil, mitolojik imgeler ve semboller aracılığıyla okuyucunun doğayla daha derin bir bağ kurmasını sağlar.

Ağrı Dağı Efsanesi'nde Ağrı Dağı'nın tasviri, doğanın ihtişamını ve görkemini gözler önüne serer: "Ağrı Dağı, gökyüzüne doğru yükselen bir heybet, bir ihtişam... Tepesinde kar, eteklerinde çiçekler, otlar, ağaçlar..." (Ağrı Dağı Efsanesi, s. 87) Bir Ada Hikayesi'nde ise adadaki bitki ve hayvan çeşitliliği, doğanın zenginliğini ve çeşitliliğini vurgular: "Adanın üzerinde kekik kokuları, lavanta çiçekleri, yaban mersinleri... Denizde yunuslar, martılar, binbir çeşit balık..." (Karıncanın Su İçtiği, s. 123)

Kemal'in eserlerinde doğaya atfedilen insan özellikleri ve doğaüstü güçler, okurun doğaya bakışını değiştirir. Deniz Küstü'nde deniz, insan gibi küser ve "Denizin yüzü asılmış, rengi solmuştu." (Deniz Küstü, s. 145) Yer Demir Gök Bakır'da ise kuraklık karşısında köylüler toprağa yalvarır: "Ey toprak ana, bize küsme! Ey gök baba, bize acı!" Bu ifadeler, doğanın adeta insan gibi hissedip tepki verebilen bir varlık olarak algılandığını gösterir. Binboğalar Efsanesinde atların konuştuğu, dağların canlandığı fantastik bir dünya yaratılır. Bu anlatılar, doğaya saygı duyma ve onu koruma içgüdüsünü tetikler.

Yaşar Kemal’in dil ve anlatımındaki özgünlük, doğaya verdiği değeri ve okuru ekolojik bir bilinç düzeyine taşımayı hedefler. Kullandığı zengin sözcük dağarcığı, ritmik cümle yapıları, mecaz ve sembollerle örülü üslubu, sadece estetik bir keyif vermekle kalmaz, aynı zamanda doğayla ilgili etik mesajları okurun zihnine ve kalbine kazır. Kemal’in en belirgin özelliklerinden biri, dilinin şiirselliğidir. Onun metinleri, adeta birer sözlü destan veya lirik şiir gibidir. Örneğin, Yer Demir Gök Bakır romanında kuraklığı anlatırken şöyle der: "Toprak çatlamış, gökyüzü suskun, güneş acımasız..." (Yer Demir Gök Bakır, s. 189) Bu türden ifadeler, dilin nasıl etkili bir şekilde kullanıldığını gösterir. Yöresel dilin kullanımı da bir diğer önemli unsurdur. İnce Memed'de Çukurova ağzıyla anlatılan hikayeler, doğa ile insan arasında kurulan kültürel bağı güçlendirir.  "Toprağa iyi bakın, o sizin ananızdır" (Yer Demir Gök Bakır, s. 234), "Dağlarda çiçek açmış, kekik kokusu her yeri sarmış" (İnce Memed I, s. 98) gibi ifadeler, hem yöresel dilin zenginliğini hem de doğaya duyulan sevgi ve saygıyı gösterir.

Sonuç: Yaşar Kemal’in edebiyatında ekolojik vicdanın izleri

Yaşar Kemal, Türk edebiyatında doğa ve insan ilişkisini en güçlü şekilde ele alan yazarlardan biridir. Onun eserlerinde doğa, sadece bir arka plan değil, hikâyenin ayrılmaz bir parçası ve hatta bazen baş kahramanıdır. Kemal, doğayı sadece betimlemekle kalmaz, aynı zamanda onunla insan arasında karşılıklı bir bağımlılık ve etik sorumluluk ilişkisi kurar. Yazarın doğa sevgisi, çevre bilinci ve ekolojik duyarlılığı, eserlerinin her satırına sinmiştir. Onun romanları, öyküleri ve röportajları, sadece edebi bir değer taşımakla kalmaz, aynı zamanda doğanın korunması ve insanlığın geleceği için de önemli birer mesaj niteliği taşır. Yaşar Kemal'in mirası, sadece edebi eserleriyle değil, aynı zamanda doğaya ve insana duyduğu derin sevgi ve saygıyla da yaşamaya devam edecektir.

Erinç Büyükaşık

Söze düşen

“Gençken, kendimiz için farklı gelecekler yaratırız; yaşlandığımızdaysa, başkaları için farklı geçmişler uydururuz.”

Çağdaş İngiliz edebiyatının parlak yazarlarından Julian Barnes  (1948); Oxford İngilizce Sözlükler Bölümünü bitirdikten sonra Oxford’ta sözlük bilimci olarak çalışmaya başlar. Edebiyat ve sinema eleştirmenliği yapar, daha sonra yaşamını tamamen yazmaya verir. İlk romanı Metroland’ın ardından, Flaubert’in Papağanı’ kitabıyla tanınır. Dan Kavanagh takma adıyla polisiye romanlar da yayınlayan yazar ‘Bir Son Duygusu’ ile 2011’de Man Booker ödülünü alır.

Öğrencilik yıllarımızda, öğretmenlerimizden birinin söylediği bir cümle yaşamımız boyunca unutulmaz iz bırakır, kimliğimizin şekillenmesine etki eder; Antony Webster’In tarih derslerindeki tartışmalardan anımsadıkları, ‘Bir Son Duygusu’ romanının üzerine oturduğu tema oluyor. 

“Tarih, zafer kazananların yalanları değildir. Tarih daha çok, ne zafer kazanmış ne de yenilgiye uğramış olan hayatta kalanların anılarıdır.” 

Antony Webster, emekli bir tarihçidir. Son derece korunaklı yaşamında aldığı mektup ve ona bırakılan bir miras haberi onu lise, üniversite yıllarına götürür. Londra’nın banliyösünde yaşayan, iyi anlaşan üç arkadaş; sınıflarına yeni gelen Adrian’ın farklılığıyla ilk şoku yaşasa da kısa zamanda ondan hoşlanırlar ve dörtlü bir grup olurlar. Artık ekibin lideri; kıvrak zekâsı, özgür, derin, sorgulayıcı düşünce yapısıyla Adrian’dır. Farklı üniversitelere devam etmeye başlasalar da iletişimlerini sürdürürler. Tony üniversitede, kendilerine göre bir üst sınıftan Veronica’yla, sınırlı da olsa ilk cinsel deneyimini yaşadığı bir aşka yelken açar, baskın ve gizemli sevgilisini arkadaşlarıyla tanıştırır. Bir hafta sonu Veronica’nın ailesine konuk olur. Daha sonra bunu berbat bir hor görülme olarak anacaktır. Bir süre sonra ayrılırlar. Bir mektup yazarak Veronica ile birliktelikleri için izin isteyen Adrian’a öfkeyle yanıt verir. İki yıl sonra Adrian’ın intihar ettiğini öğrenir.  Tony tarih alanında çalışır; evlenir, bir kızı olur, boşanır, yeni maceralar yaşar, güvenli bir hayat sürer. Atmışlarındadır, torun sahibidir, ayrıldığı Margarethe’le ilişkileri dostça yürümektedir. Ne zaman ki Veronica’nın annesinden bir mektup alır, tüm geçmiş belleğinde yeniden akmaya başlar.

“Ama sanırım bende hayatta kalma, kendini koruma içgüdüsü var. Belki de Veronica’nın korkaklık benimse kavgayı sevmezlik diye adlandırdığım şeydir bu. Yaşamın bana çok fazla rahatsızlık vermemesini istemiş ve başarmıştım ve her şey nasıl da acınası olmuştu.” diye düşünür, bulunduğu yaşın penceresinden bakınca. Adrian’la yolu yeniden kesişen Tony Webster, o günlerde; ayrılığı ve intiharı çok dert etmeden atlattığını belirtse de  hayat boyu, benliğinde su yüzüne çıkmayan ama içten içe işleyen  bir yara olduğunu anımsamalarla kendine itiraf eder. Kendisiyle yüzleşme; savunma mekanizmalarına evrilse de hatıralar ona pişmanlık verir. Hafızanın yanılabileceğini, bazı şeyleri anlayamadığını fark eder. 

Bugünden geçmişi anlatan Tony karakteri ile yazar, hatıraların yanıltıcı olabileceğine vurgu yapıyor. Çünkü zihin, geriye giderken kendi seçtiği yoldan gitmeyi tercih eder. 
Roman iki bölüm. İlk bölüm Tony’nin gençliği, Alex, Colin, Adrian’la  grubu, üniversite  günleri, Veronica  ile ilişkisi, çalışma hayatı, evliliği, ayrılığı, kızı, emekliliği içeriyor. İkinci bölüm ise  geçmişin irdelenmesi; anımsamalar, pişmanlıklar, kırk yıl sonra ortaya çıkan gerçekleri kapsıyor. 

Julian Barnes polisiye olmayan romanına; alışkın olduğu o tarzdan bazı ögeleri; mektuplar, günlükler yoluyla ustalıkla  yerleştirmiş. Hafıza-tarih-zaman üçgeninde felsefi sorgulamalar ile okuru da kendi hayatını sorgulamaya sürükleyen bir üslupla yazıyor. Son sayfalarda kurguya yerleştirdikleri ile okuru şaşırtmayı başarıyor. Yaşarken; ileride tarihin içinde yer alacak bir zamanda olduğumuzu biliriz ama onu tüm yönleriyle birlikte tam olarak algılayamadığımızı da biliriz. Ona inanmak ve onu referans göstermekten kaçamayacağımız çizgisel bir tarih var.  Ama o tarihte yazanların gözünden yorumlanmıştır son tahlilde Kendi yaşamlarımız da böyle; bildiğimizi sandığımız, anlattığımız hikayelerin ne kadarı gerçekten bizim hikayemiz olabilir?

“Hayat uzadıkça, çevremizde hikayemize meydan okuyacak, bize hayatın bizim hayatımız olmadığını sadece hayatımız hakkında anlattığımız hikâye olduğunu anımsatacak kişiler de azalıyor. Başkalarının -ama-esas olarak - kendimize anlatılan bir hikaye.” diyor Julien Barnes eserinde. Geçmiş bizim uydurduğumuz hikayelerdir. Bazı gerçekleri; başkalarının bizim hayatlarımıza  değen kendi hayatlarındaki gerçekleri öğrendiğimizde hikayelerimiz ne kadar doğru  kalabilir? Bellek yanılabilir. İstediğimiz kadar çabalayalım ne kişisel ne toplumsal tarihimizi tüm gerçekliğiyle  anlamak  pek de olası değil. Veronica’nın Tony’e hep; “Anlamıyorsun, hiçbir zaman anlamadın, hiçbir zaman da anlamayacaksın!” dediği gibi. Çünkü hayat karmaşık.  Bilinçaltına atılan onca çocukluk-gençlik, sınıfsal köken ile ilgili yaşanmışlıkları herkes kendince anlatabilir. Çünkü hatıralarla yol alır kişi geçmişine. Peki hatıralar gerçeğin ne kadarını içerir? 

“Hayatın sonuna doğru varıyorsunuz, hayır, hayatın kendisinin değilde başka bir şeyin sonuna; o hayatta herhangi bir değişiklik olasılığının sonuna doğru. Size uzun bir duraklama anı, şu soruyu sorabilmeniz için yeterince zaman tanıyor: başka neyi yanlış yaptım?” Julien Barnes; Bir Son Duygusu’nda beyin, unutma, anımsama üzerine okuru düşündüren keyifli bir okuma sunuyor. 

                                                                                                                                                                                                                                                        Emel Kadör                

    Bir Son Duygusu / Julian Barnes
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    AYRINTI YAYINLARI
                

Kaynak: HABER MERKEZİ