Erinç BÜYÜKAŞIK- Kenan illeri olarak da ifade edilen bugünkü İsrail ve Filistin topraklarının Antik metinlerden, Eski Ahit’e ve elbette kutsal metinlerin bir anlamda tümüne bir söylence veya anlatılar bağlamında doğul kaynağı olduğu başlıbaşına bir hakikat elbette. Neredeyse tüm peygamberlerin inançlarını yayma olanağı Ortadoğu coğrafyasının çoğunlukla kaotik bir atmosfere sahip olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. İbrahim Peygamber’in Ur, Harran’dan başlayan yolculuğunun Filistin topraklarına yerleşmesiyle başlayan Yahudilik kendi tarihini İbrahim’in oğulları İshak, Yakup ve Hz. Musa üzerinden şekillendirmiştir kuşkusuz. Vaat edilmiş topraklar olarak “İsrail”in inşasına yol açan bu söylenceler ve mitler tarihinin bir tarafında Yakup’un Tanrı’yla bir pazarlığı ve onun meleğiyle dövüşmeye cesaret edişiyle Tanrı tarafından takdir edildiği ve İsrail adının bu halka yine Tanrı tarafından verildiği söylenceleri düzeyinde ifade edilmekte, diğer yandan Musa söylencesi ekseninde bugünkü Mısır’a yerleşen Yahudilerin bir zaman sonra Romalılar tarafından sürülmesiyle bu tarihin hayli kırımlar, savaşlar ve kıyımlarla şekillendiğini de ortaya koymaktadır. İbrahim Peygamber’in 12 oğlunu temsil eden İsrailoğulları’nın Filistin coğrafyasında yaşadığı ve bir o kadar yaşattığı trajedileri tam da dinler ve inançlar tarihi ve onun ürettiği mitler, söylenceler ekseninde yazımızın başında dile getirmek mümkündür elbette.
1948’de fiilen İsrail’in kurulmasıyla başlayan Filistin’in yerleşik halkının 1. Nakba’sı( Felaket) ve bugüne dek uzanan çatışmalar tam da Ortadoğu’nun kaotik ikliminin geçmişini bize aktarır adeta. İsrail-Filistin çatışması olarak bilinen bu derin ve karmaşık mesele, coğrafyası kadar zengin bir edebiyat da yaratmıştır. Bu yazıda, bu çatışmanın ve barışın izini süren önemli yazarlar ve şairlerin eserlerine odaklanarak, edebiyatın etkileyici ve insani bir formu olarak nasıl şekillendirdiğine dair bir bakış sunacağım. Hele de Gazze’nin bombardıman altında olduğu bugünlerde bu korkunç savaşın ardından kitlesel sivil ölümlerinden, hayatta kalanlar adına da zorunlu bir göçten söz etmemiz gerekirken barış adına silahların karşısında bir zeytin dalına dönüşen, evrilen “şiiri”, “öyküyü”, “romanı” kuşanmış coğrafyanın yazarları ve ozanlarından söz açmak elzem görünmektedir. Tarihsel kaynaklardan yola çıkarak vaat edilmiş topraklar söylencesiyle atbaşı giden bölgesel savaşların belki de özeti sayılabilecek kimi kavramlar dizisi can sıkıcı şekilde karşımıza çıkar: 1897’de Theodor Herzl’in “Der Judanstaat” başlıklı kitabında “İsrail”in kurulmasına dair öngörüleri, El nakba (felaket)(1948 Savaşı), İsrail-Filistin Savaşı, Birinci ve İkinci İntifada, 1948 Büyük Filistin Göçü, Ürdün,Lübnan ve Gazze’ye geçici olarak yerleşen Filistinlilerin bir daha yurtlarına dönememesi, İsrail’in demir duvar örmesi, Arthur Balfour’un verdiği “Yahudi ülkesi” sözü ve bugüne dek yaşanan ve iki halka yaşatılan politik ve kültürel gerilim ve çatışmalar…
Cangül Örnek’in 15.10.2023 tarihinde Birgün gazetesinde yayımlanan makalesinde de (Apartheid Rejimi Soykırıma Giderken Filistin ve Dünyamız) ifade ettiği gibi 2 milyonluk koca bir hapishanede etnik temizlikle karşı karşıya olan Filistinlileri en iyi anlayanların Holokost’tan kurtulanlar veya aile bireylerini Holokost’ta kaybedenler olduğu aşikâr. Bu anlamda Cangül Örnek söz konusu yazısında bugün Ortadoğu coğrafyası ve Gazze özelinde yaşananları Holokost’tan 5 aylık bir bebekken kurtulan, büyükannesini ve büyükbabasını Auschwitz’te kaybeden Gabor Maté’in Birinci İntifada sırasında işgal edilen topraklara yaptığı ziyaretteki ifadeleri yazımızın “insanlığın körleştiği” bir savaşa dair hakiki bir Apartheid devine dönüşen İsrail’e dair canlı bir tanıklık sayılabilir:
“İki hafta boyunca her gün gördüklerim karşısında ağladım. İşgalin acımasızlığı, küçük tacizler, ölüm saçan aşırılık, Filistinlilerin zeytinliklerinin kesilmesi, su verilmemesi, aşağılanmalar… bunlar devam etti ve şimdiyse o zamandan çok daha kötü.”
Modern Filistin edebiyatının önemli kalemi Adania Shibli’nin hayli şaşırtıcı romanı “Küçük Bir Ayrıntı” tam da süregiden çatışma, savaş iklimin ortasında kalan sivil halkın yaşadığı travmaları da aktarıyor.
1949 yazında, Filistinlilerin 700 bin kişinin sürülmesine sebep olan Nakba felaketinin yasını tuttuğu, İsraillilerin ise Bağımsızlık Savaşı’nı kutladığı bir dönemde bir grup bedeviyi Negev Çölü’nde katleden İsrail askerleri, aralarında yer alan bir kızı büyük bir trajediye maruz bırakıp canını alır. Yıllar sonra genç bir kadının kaleminde sayfalara dökülen bu cinayet belki de halkların kolektif hafızasına dair çarpıcı bir metin olarak yansıyor bugün. Çok yakın bir zamanda Frankfurt Kitap Fuarının yazara ve bu kitaba vermiş olduğu ödülü geri çektiği haberini işittiğimde bugün Gazze’ye düzenlenen bombardımanlara ve yaşanan insanlık suçuna karşı Batı dünyasının tavrını elbette yargılamamız gerektiğini daha iyi fark ediyoruz.
Filistinli yazar Adania Shibli’nin son romanı Küçük Bir Ayrıntı (Tafsil-i Sani); Mehmet Hakkı Suçin çevirisi ve Can Yayınları etiketiyle Türkçeye kazandırıldı. Filistin’e karşı uygulanan mülksüzleştirme, işgal ve süregelen silme/yetkisizleştirme politikalarında bir halkın sindirmesi ve yok edilmesi adına yürütülen şiddet politikasına yakından bakan roman söz konusu kanlı tarihten esinlenerek iki isimsiz anlatıcıyla aktarılıyor: İsrailli bir psikopat ve Filistinli, otizm spektrumundaki amatör bir dedektif. . M. Coetzee ve Pankaj Mishra gibi birçok güçlü yazar tarafından övgülerle karşılanan bu roman Filistin halkının acılarının tarihsel göndermelerle bir dil ustasının ağzından aktarıyor bir anlamda.
Raja Shehadeh: Filistin Duvarı ve İnsanlık Hüznü
Raja Shehadeh, "Filistin Duvarı" adlı kişisel bir anı ve gözlem kitabıyla bu çatışmanın insanlık dramlarını öne çıkarıyor. Shehadeh, İsrail'in duvarının inşası sırasında Filistin halkının günlük yaşamlarının nasıl sarsıldığını acı ve hassas bir dil ile anlatır. Onun satırlarında, bir insanın özgürlüğünün elinden alınmasının hüznü ve umutsuzluğu işlenir.
Raja Shehadeh, (Yafa doğumlu Filistinli Hristiyan avukat ve yazar.) Londra’da eğitim görmüş ve hâlâ Ramallah’ta yaşamaktadır. Türkçeye Timaş tarafından çevrilmiş olan Osmanlı Filistini’ne Veda isimli yapıtı gibi okurlarca takdir edilmiş olan anı kitabı Strangers in the House’un ve When the Bulbul Stopped Singing savaşın tanıklığı, Ortadoğu coğrafyasındaki kültürel kamplaşma ve iklim ele alınmıştır. Uluslararası Hukukçular Komisyonu’nun bir üyesi, tarafsız ve öncü insan hakları örgütü El-Haq’ın kurucusu ve uluslararası hukuk, insan hakları ve Orta Doğu hakkında birçok kitabı da kaleme almış olan yazar The Guardian, The New Yorker, New York Times, Granta gibi gazete ve dergilerde İsrail-Filistin üzerine köşe yazıları yazmaya devam ediyor. Yazarın tüm kitaplarında diğer Filistinli yazarlarda olduğu gibi Filistin topraklarındaki yaşam, Ortadoğu’da insan haklarının hiçe sayılması ve İsrail-Filistin çatışmasının derin toplumsal travmaları da yansıtılmaktadır çoğunlukla.
Bir süre önce İngilizcesini okuma olanağı yakaladığım "Father and I" yazarın babası Aziz Shehadeh'in bir nevi biyografisi özelliği taşıyor (Kendi kuşağının en etkileyici Filistinli avukatlarından biri olan babasına dair dokunaklı bir ağıtla karşılaşıyor okur.) Kitap üzerine bir iki önemli değerlendirmeyi paylaşmak gerekli ayrıca. 1948'de, Filistin sahil şehri Caffe'den gelen Aziz, İsrail kuvvetleri tarafından sürülünce diğer birçok kişi gibi evini ve işini kaybeder. Önce Ramallah'ta, sonra da Ürdün'de mülteci olarak yaşamak zorunda kalan babası Aziz, geri dönüşleri için Birleşmiş Milletler kararını uygulatmak ve 1954'te aileden kalan mülklerine ve varlıklarına kavuşmak için dönüm noktası bir davayı kazanmaya niyetlenir. Bir avukat olarak kariyerini İsrail işgali ve Filistinlilerin yönetimini eleştirmeye adayan Aziz (Bağımsız düşünme yetisi ve öngörüsü nedeniyle hem İsrail'de hem de Filistin Kurtuluş Örgütü içinde dost kazanamaz üstelik.) Londra'da, Ürdün Ordusu'nun başı Sir John Bagot Glubb'un mahkumların işkencesi hakkında milletvekillerine bir bildiri sunan Aziz, Ürdün'de demokrasi ve insan hakları savunucusu olduğu için İngilizler tarafından inşa edilen bir hapishanede sıcak yaz günlerinde bir iki ay tutuklu da kalmıştır.
2 Aralık 1985'te Aziz Shehadeh, Ramallah'ta suikasta kurban gider. Oğlu ise insan hakları örgütü Al Haq için yurtdışında bir görevdedir o sırada. Yazar Raja Shehadeh "Delirmişçesine eve koştum," diye yazıyor.” Kitapta babasının ölüm haberini alınca. Bu suikastten derinden etkilenmiş olan Raja, şaşkın, telafi edilemeyecek kadar suçlu hisseder kendisini. (We Could Have Been Friends, My Father başlıklı kitabın Türkçeye çevrilmesi umudunu taşıyorum elbette.)
Jannine Makhoul'un "İncir Kuşları" adlı romanı, İsrail ve Filistin'de yaşayan iki ailenin hikayelerini anlatır. Makhoul'un kelimeleri, bu hikayeleri insanların gözünde canlandırırken, aynı zamanda çatışmanın yıkıcı etkilerine ve barışa olan özlemimize dair etkileyici bir resim çizer. "Gazze Günlükleri" Gazze Şeridi'ndeki yaşamın gerçek yüzünü gösteren Chris Hedges ve Laila el-Haddad, bu kitapta çatışmanın günlük yaşam üzerindeki etkisini günlükler ve kişisel deneyimler aracılığıyla ele alır. Bu eser de çatışmanın birinci elden tanığı olarak, duygusallığın merkezde olduğu bir perspektif sunar.
Söz konusu yazarlar, Filistin sorununu yalnızca bir politik mesele olarak değil, aynı zamanda insanların gündelik hayatlarına dair bir nice değişimle birlikte tüm insani izdüşümleriyle de ele almıştır. Onların metinleri bu açıdan bu zorlu ve çetrefilli sorunu bir bataklığa dönen Ortadoğu coğrafyasına dair bir dizi insan hikayesi eşliğinde daha anlaşılır ve duygusal bir söylemle dile getirmektedir. Temelde ortak bir payda olarak iki devletli bir gelecek öngörüsünü de dile getirmek mümkündür bu açıdan. Ancak Filistin ve İsrail arasındaki bu çatışmanın iki halka düşen izdüşümleri de edebiyatta çarpıcı tanıklıklarla temsil edilmiştir bir şekilde. Gazze’den, Ramallah’tan ses veren (Bugün bombardımanlar altında çığlık atan demeliyiz.) Filistinli yazar ve Tel Aviv’ten ses veren İsrailli birçok ozanın ortak paydası iki halklı, iki devletli barış ikliminin inşası olagelmiştir. Bu bağlamda Filistinli yazarların temsilcisi olarak Mahmut Derviş karşımıza çıkmaktadır.
Mahmut Derviş: Filistin'in Şairi
Mahmut Derviş, Filistin'in şairi olarak kabul edilir. Eserlerinde, Filistin'in kimliğine ve bağımsızlığına olan derin sevgi ve özlemi ifade eder. Barışa olan inancını ve Filistin halkının çabalarını şiirlerinde vurgular. Derviş, Filistin sorununu farklı bir bakış açısıyla ele almış ve İsrailli ve Filistinli yazarların eserlerine önemli bir katkıda bulunmuştur.
Derviş için Filistin, Filistin halkının deneyimleri ve Filistin topraklarına duyduğu bağlılık yapıtlarında sıkça yer alan temalar olagelmiştir. Derviş’in dizelerinde Filistin'e duyduğu aşk, Filistin halkının kimliği ve özgürlük arayışları önemli bir rol oynar. "Ülkeyi Düşünmek" (Tafkir al-Watan) şiiri Derviş’in Filistin topraklarına olan bağlılığını ve özlemini ifade eder. Filistin topraklarının güzellikleri, anıları ve özgürlüğe olan hasret, bu şiirde etkili bir şekilde dile getirilir.
"Büyücü'ye Mektup" (Risālatu ilā al-Sāḥir), ”Sana Ait" (Laka),"Vatanım, Senin Adını Anarken" (Watan, Masmūki ākhiru Ismi Yuraddu) gibi yapıtlarında Derviş’in vatanı Filistin'e olan bağlılığını ve özlem duygusu kadar Filistin topraklarının tarihini ve Filistin halkının özgürlük mücadelesi anlatılırken bu toprakların sadece Filistinlilere değil, tüm insanlığa ait olduğu da vurgulanır.
“biz kaybettik, aşk da kazanmadı hiçbir şey
çünkü sen aşksın ey aşk, nazlı bir çocuksun!
kırıyorsun göğün biricik kapısını,
söylemediğimiz tüm sözleri! çekip gidiyorsun
nice gülleri göremedik bugün
zincirlenmiş yüreğin sıkıntılarını yıkıp geçemedi nice caddeler!
yaşları bizi gafil avlayan nice kızlar
yürüyorlar göremediğimiz bir yöne… kişnemeye!”
Sami Michael: Ortadoğu’nun İnsan Hikâyeleri
Sami Michael, 1926'da Irak'ta doğmuş bir İsrailli yazardır. İsrail-Filistin çatışmasının farklı yönlerini ele alan eserler yazmıştır. Bu yazarın eserleri, çatışmanın insan hikayeleri aracılığıyla nasıl daha derin bir anlayışa sahip olabileceğimize dair düşünmemizi sağlar. İnsanların deneyimleri ve hikayeleri, bu derin ve tarihsel çatışmayı anlama yolunda bir rehber sunar.
İsrailli yazar Sami Michael’in Goa Yayınları tarafından edebiyata kazandırılan “Nabile” adlı yapıtı tam da bugünün Ortadoğu travmalarına dair çarpıcı gerçekleri sunar. Kitapta söz edilen İsrailli kahraman, Yahudi gibi büyütülen Zeev, aslında Filistinli bir ailenin ilk çocuğu Badir’dir. Zeev veya Badir aynı bedende iki yürek taşıyan bir talihsiz aktarılır romanda. Ailesi, annesi Riva, onu oğlu gibi seven yaşlı Şmil, karısı Anat, küçücük oğlu şirin Adiv... Diğer yandan Filistinli gerçek annesi Nabile, kardeşleri Sena ve Kerim, yeğenleri Süheyl ve Nuhad ve büyük bir servete sahip kahramanımızın en büyük sorusu tam da aidiyetlere dairdir. Soru bir açıdan oldukça çetrefillidir. O hangi tarafa aittir? Aklı ve gönlü onun her iki tarafı da çok sevdiğini söyler. Bu söylemlerin uzlaşma yollarını arar.
Ancak, İsrailliler ile Filistinliler, adeta aynı kafesi paylaşmaya çalışan kuşlar misali, birbirlerini gagalayıp kanatmaktadır. Kim haklıdır, kim haksız? Herkes aynı kaderi paylaşmakta; acı, kin ve nefret gelişen yeni olaylarla, her iki taraf için de bir kan içici gibi beslenmektedir. Aslında yaşanan bölge halklarının hamasî nutuklar ve savaş politikaları ardından düşmanlaştırılması ve bir metafor olarak aslında filler tepişirken çimenlerin ezilmesinden başka bir şey değildir elbette.
Amos Oz: Barış İçin Bir Yolculuk
Amos Oz, İsrail doğumlu bir yazardır ve barışın savunucusu olarak bilinir. Edebiyatı, barışın önemini ve bu çatışmanın hem İsraillileri hem de Filistinlileri nasıl etkilediğini vurgular. Özellikle "Ben Ümit Ben Karar" adlı eseri, bu sürekli çatışmanın insanlardaki umutsuzluğu ve umudu nasıl bir araya getirdiğini inceler.
İsrail-Filistin çatışması, yüzyıllardır süren bir geçmişe ve birçok insanın yaşamlarını etkileyen karmaşık bir çatışmaya sahiptir. Coğrafyanın yazarları açısından da bu çatışmayı yalnızca politik bir sorun olarak değil, aynı zamanda insanların yaşamlarını ve duygusal deneyimlerini şekillendiren travmatik bir dün-bugün ve yarın betimlemesi olarak irdelemek olasıdır. Bir anlamda hem İsrail hem de Filistinli edebiyatçı adına barışın ve uzlaşmanın vazgeçilmezliği vurgulanarak çatışmalar ardından harap olmuş toplumlar ve hayatları bir araya getirme potansiyeline sahiptir belki de(En azından kurmaca metinde). Sadece yazarlar ve şairler değil, aynı zamanda okuyucular da bu anlayış ve barış arayışının bir parçası olabilirler bu okuma sonucunda. Bir anlamda bu durum okurun İsrail ve Filistin arasındaki tarihsel sorunu daha iyi anlamasına ve dünya genelinde barış ve adalet için destek olmalarına yardımcı olabilecektir bu noktada.
Sonuç olarak, İsrail-Filistin çatışması üzerine yazılan söz ettiğimiz birçok eser, insanların öykülerini ve tanıklıklarını, yaşanan trajediyi anlatma gücünü kullanarak barış, hoşgörü ve insan haklarına duyulan saygının egemen olduğu bir Ortadoğu ütopyasına gönderme yaparlar. Ortadoğu coğrafyası bağlamında çatışmanın hem İsrail hem de Filistin halkı üzerindeki travmatik etkilerini ifade eden bu yazarların iki halkın özgürlüğüne, barış ve insancıl değerlere dair çığlığı bu açıdan bir o kadar değerlidir bu anlamda.