Turan HORZUM- Son öykü kitabi ‘Yer Değiştiren Sular’ da Buzluk üslubu kendini daha da belirginleştirmiş, iki bin sonrası modern öykünün en önemli temsilcisi olduğunu göstermiştir.
Kitapta on öykü bulunmaktadır. Buzluk’un daha önceki kitaplarında olduğu gibi hacim olarak birbirine çok yakın. Küçük demesek de kısa öykülerden oluşuyor.
İlk öykü ‘Hüseyin’in İfadesi’ adını taşıyor. Buzluk öykülerindeki anlatım ilk öyküde hemen göze çarpıyor. Karakterler bir inşaat isçisi ve atanamayan bir öğretmen. Günümüzün kanayan yarası atanamayan öğretmenler sorununa hiç değinmese de okuyucu olarak can acıtıcı yönü hemen kavrıyorsunuz. Günümüz öykücülüğünün temel özelliği bu belki de, göstermek. Öyküde bir gizem tutturulmuş olsa da aydınlanma anını her an yakalayabiliyoruz. İnşaat isçisi İsmet’in kanını sattığını çok sonra öğrensek de ipuçlarını ilk sayfalarda yakalamak olası. O yüzden groteks metinler değil. Karakterler bizden ve sıradan. Bu öykü diğer öykülerinde de Buzluk alegoriden uzak durmaktadır. Açıklayıcı betimlemeler hiç olmadığı gibi izlenimsel betimlemeler de çok göze batmaz.
Şiirsellik, ironi, gerçekçilik; bir metinde mutlaka olmalıdır, deriz. Buzluk’un anlatımı şiirsellikten uzaktır. Hayatın gerçekliği olduğu gibi verilen öykülerden biri de ‘Abla’ öyküsüdür. Yine yakıcı bir konusu vardır öykünün: Kadına şiddet. Yalın ve gerçekçi anlatımı hemen göze çarpıyor: “Işıklar yanıyor, mola anonsu yapılıyor. Meğer uyuyakalmışım. Kolçağa yasladığım dirseğim ağrımış, kolum tutulmuş, geriniyorum. Aydan da doğruluyor, perdeyi aralayıp dışarı bakıyor. Hava soğuk olmalı. Kendini dışarı atanların ağzından buhar çıkıyor. Aydan’ın inmeyeceğini, inemeyeceğini anlıyorum
Üçüncü öykü ‘Şu Anda Buradasınız’ Neval’la Sarkis’in hikayesi. Aşk öyküsü gibi görünen hikâye biraz da mülteci hikayesidir. Buzluk bu öyküyle birlikte diğer üç öyküde de buzaltı, ya da postmodern anlatının özellikleri doğrultusunda yazıyor. O yalın, anlaşılır anlatımın yerini okuyucuyu şaşırtan yeni derinliklere götürüyor.
Pelin Buzluk bu öykü kitabında bir şeyleri zorluyor. Ne anlattığının peşinde değil Buzluk. Anlatılanlar can acıtıcı aslında: İşsizlik, zor isçilik, kurt sorunu, taciz, kadına şiddet, kadının yalnızlığı, ancak Buzluk biçemi ön plana çıkarmaya çalışmış sanki.
Her yazar yeni kitabında tabi ki yeni yöntemler deneyecektir. Ancak yazarı büyük kılan onun üslubudur. Buzluk diğer üç öykü kitabında yaptığını biçem ve içeriğin dengeli tutumunu bu kitabında bazı öykülerinde bırakmış, ne anlattığı ile değil nasıl anlattığı ile ilgilenmiş. Böylelikle seçilen temalar tali planda kalmış gibi.
Kitabın tanıtımında belirtildiği gibi, her bir kitabı günümüzün önemli ödüllerine layık görülen Pelin Buzluk, Yer Değiştiren Sular'la, dostluk, dayanışma, direniş ve aşka bakarak karanlığın içine ışık huzmeleri düşürüyor.
Birçok büyük saatçının anlatıp hatırlattığı büyük yalnızlığını dünyanın, Pelin Buzluk da dünyanın kötülüğünü ve ona yaptığımız “minik” katkıları hatırlatır. Artık rahatça uyuyamayız en azından. Uyusak bile dünyanın kirinden pasından arınmış değilizdir. Bir eleştirmenin dediği gibi “Refüj”de kalmanın tedirginliğini anlatır Pelin Buzluk öyküleri. Değil mi ki karşıya geçemiyoruzdur, refüjdeki yerimizi alırız.
Yer Değiştiren Sular
Pelin BUZLUK
ILETISIM-94 SAYFA
Hikâyelerin BÜYÜSÜ
GELEN EVRAK
Çok uzaklarda şöyle bir şey oldu: bir kadın, beyaz yaşmağını arkasına atıp kapıdan girdi. Dilekçesini uzattı. Memur kaydetti. Gelen evrak numarası verdi. Kadın koynundan çıkardığı bir fotoğrafın arkasına devlet numarasını kursun kalemiyle yazdı.
Cazibe İstasyonu
Ahmet BÜKE
YAZARIN BÜYÜSÜ
Roman yazmayanı pek yazar katarına almaz halkımız. Ama pek kafaya takmaya değer bir konu değil. Yazdığınız metin ve metinle kurduğunuz ilişki sizi dünyaya açar sonuçta. Ben o nedenle kendimi öykü yazarı ya da romancı olmaktan çok hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Peşinden koşmaya değer hikâyeler bulup onları iyi bir edebiyatla ve hikâyenin özüne işleyecek en iyi formla anlatmaya çalışıyorum. Bu kimi zaman öykü oluyor. Son hikâyede olduğu gibi kimi zaman da romanda karar kılıyorum. Dolayısıyla Deli İbram'ı yazmaya başlar başlamaz bunu daha geniş ve daha uzun anlatsam iyi olacak, diye düşündüm. Metin kendini yazdırıp gitti zaten.
Ahmet BÜKE
UYKUDAN ÖNCE
Bu sayıda tanıtacağımız kitap, Can Çocuk Yayınlarından çıkan Luis SEPULVEDA’nin Martıya Uçmayı Öğreten Kedi.
Okyanusu aşmaya çalışırken, dökülen petrolden zehirlenen genç martı Kengah, son kalan gücüyle karaya ulaşmayı ve orada yumurtlamayı başarır. Kengah, ölmeden önce, içinde yavrusunun olduğu yumurtayı kedi Zorba'ya emanet eder ve ondan üç şey hakkında söz ister. Zorba yumurtayı yemeyecek, yavru çıkana kadar yumurtayı sıcak tutacak ve yavruya uçmayı öğretecek.
Çevre kirliliği, sözünde durma, mücadele…Merakla okuyacaksınız.
Martıya Uçmayı Öğreten Kedi
L. SEPULVEDA
Can Çocuk yayınları
MİTOLOJİK TASARIMLARIN DİNSELLEŞMESİ
Nayim GÜL Eğitimci-Araştırmacı
“Tanrı kavramının ortaya çıkışı insanın zekasını ve diğer canlılardan farkını ayırt etme süreciyle başlar”
Mitler, insan zekasının yaşadığı doğanın sırlarını çözebilmek ve yaşamını düzenleyebilmek için yarattığı derin ve mükemmel kurgulardır. İnsan, doğadaki mükemmel döngünün anahtarını elinde tutan bir gücün varlığına inanır ve o gizemli güçleri imgelerle anlamlandırır. Bu bağlamda enerji döngüsünün sahibi olarak kurguladığı muhteşem güce de Tanrı demiştir. Yerel, bölgesel ve geniş coğrafik alanlarda çok versiyonlu olarak ortaya çıkan inanışların aşırı abartılı sofistike öyküleri mitolojik tasarımları oluşturur. Metafizik düşünceler oldukları için de mantığa uygunluk ya da nesnellik gibi ölçüleri yoktur. Koşullardan kaynaklı olarak her bölge çiftçisinin kendi hayvanlarını besleme, çavdarını ekme ya da arpasını biçme yönteminin farklı olması gibi, farklı coğrafyaların da farklı mitolojileri vardır.
Mitoloji ise mitlerin olgu, olay ve tarihsel sürecini inceleyen bilim dalıdır. Dünyanın ve insanlığın kökenlerini; tanrılar ve bu tanrılarla olan ilişkilerin masalımsı anlatımıdır. Hayal gücüyle tasarlanan, gerçek olmayan, kurgulanan ancak inanılan; iyilik-kötülük, öbür dünya, doğal olayların düzenlenmesi ve insanlarla tanrıların ilişkileri gibi sözlü-yazılı gerçekötesi öykülerdir.
İlk ortak yaşama geçişle birlikte yönetim kültlerini de tanrısallaştırarak meşruluğunu kesinleştiren; inançların doğurduğu davranışları somutlaştıran ritüellerin kaynağıdır. Kuşaktan kuşağa düzenlenip geliştirilerek günümüze aktarılan birçok dinsel kültürün temelidir. Gerçek dışı inanışlara dayalı olarak yaşamı biçimlendirmenin inanışların altyapılarıdır. Platon’a göre “insan bilgisinin ötesindeki gerçekleri açıklayan mecazi masallardır”. Doğadaki varlıkların, farklı coğrafyalarda, farklı ya da benzer şekillerde tanrılaştırılmasıdır. Sözcük kökeni Yunanca “mu” yani “mitos” köklerinden gelir.
İnsanın kendini keşfetmesiyle birlikte, dar alanlarda yaşamlarını sürdüren küçük topluluklar kendilerini daha güvende hissetmek istediler. Yaşamlarına doğrudan katkı sunan ya da nevrotik sendromlarını aşmada çözüm olabileceğini düşündükleri en yakınlarındaki doğal varlıklara/totemlere yöneldiler. Acil bir çözüm bulmak zorundaydılar çünkü çok ilkel koşullarda yaşıyorlar; depremler ve seller başta olmak üzere doğanın gazabına, başka insanların ve hayvanların yoğun saldırılarına uğruyorlardı. Hastalıklar, soğuk mevsimler, yaralanmalar ve barınma yetersizliği gibi birçok nedenden dolayı yoğun ölümler canlarını yakıyordu. Olağanüstü bir enerjiyi ve gücü algılıyorlar; o güçle iletişim kurabilirlerse bunları önleyebileceklerine inanıyorlardı. Tanrı kavramının ortaya çıkışı insanın zekasını ve diğer canlılardan farkını ayırt etme süreciyle başlar. On iki bin yıllık olduğu düşünülen Göbeklitepe’de ortaya çıkan tapınaklar da bizlere, insana dair tarihinin derinliklerine inilebildiğimiz ölçüde inanç arketiplerine rastlayacağımızı gösterir.