Söze Düşen/ Erinç Büyükaşık
Aziz Nesin, Türk edebiyatında hem güldüren hem de düşündüren öyküleriyle derin izler bırakmış bir isim. Eserleri, toplumu ve bireyi öyle bir keskinlikle gözler önüne serer ki okur, bu mizahi dünyada kendini bulur. Nesin’in karakterleri, toplumun her kesiminden seçilmiş, yalın ve çarpıcı portrelerle okuyucuya sunulmuştur. Mizah, onun eserlerinde, okuyucuyu güldürürken düşündüren, sorgulatan bir işleve sahip olagelmiştir. Belki de bu açıdan onun öyküleri okuru şaşırtan, kendisiyle de yüzleşmesinin zeminini yaratan metinler olarak da irdelenebilir.
Karakterleriyle köylülerden memurlara, esnaflardan bürokratlara kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkar. Her biri, toplumsal düzenin çarpıklıklarını, bürokratik saçmalıkları mizahi bir dille eleştirir. “İt Kuyruğu” öyküsünde, köylülerin kaymakamın anlamsız talimatları karşısında çaresiz kalıp üçkağıtçılığa yönelmesi, toplumsal düzenin eleştirisini çarpıcı bir şekilde yapar. Bu öykü, karakterler aracılığıyla bürokratik saçmalıklar ve köylülerin çaresizliğini vurgular.
Nesin’in “Fil Hamdi Nasıl Yakalandı” öyküsü, toplumsal aksaklıkları kara mizahla yansıtarak ustalıkla işler. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün azılı katil Fil Hamdi’yi yakalamak için taşra vilayetlerine çektiği telgrafla başlayan bu öykü, polislerin keyfi tutuklamalarla adalet sistemini nasıl çarpıttığını gözler önüne serer. Nesin’in detaylı betimlemeleriyle Fil Hamdi’nin fiziksel özellikleri aktarılırken polislerin bu özelliklere uymayan kişileri tutuklamaları, mizahi bir dille eleştirilir. Bir taşra vilayetinde kahvehanede oturup şüpheli gördükleri kişileri tutuklayan polisler, aslında bürokratik saçmalığın resmini çizer.
Cemile A. Ercan’ın yazmış olduğu “Aziz Nesin’in “Fil Hamdi”siyle Kuert Kusenbe’in “Ters Bir Bakış” Adlı Öykülerinin Karşılaştırılması” başlıklı yazıda da dile getirildiği gibi Nesin’in “Fil Hamdi” öyküsü, toplumsal eleştirinin gücünü de ortaya koyar. Kusenberg’in öyküsünde, bir polis memurunun kendisine ters bir bakış atan kızıl sakallı adamı tutuklatma çabası, bireysel kaprislerin polis teşkilatını nasıl etkilediğini gösterir. Kusenberg, insanların anlamsız nedenlerle suçlanıp mağdur edilmesini eleştirirken Nesin de benzer şekilde polislerin keyfi tutuklamalarını ve adalet sisteminin işleyişindeki ciddiyetsizliği gözler önüne serer. Karşılaştırmalı edebiyat adına yapılan bu saptamada da olduğu gibi ”evrensel” bir adalet arayışının iki öyküde benzer izlekler eşliğinde karşımıza çıkabildiği görülebilir.
Nesin’in mizahı, sadece güldürmekle kalmaz, düşündürür de. “Zübük” romanında, İbrahim Zübükzade’nin yolsuzluk ve üçkağıtçılıkla tanınan bir siyasetçi olarak çizilmesi, siyasetin ve toplumsal değerlerin yozlaşmasını hicveder. Zübük, gerçek hayatta karşılaşabileceğimiz ama belki de farkında olmadığımız çarpıklıkları gözler önüne serer ve okuyucuyu hem güldürür hem de düşündürür.
Marksist eleştiri çerçevesinde değerlendirildiğinde, Nesin’in eserlerinde ekonomik koşullar ve sınıf çatışmaları sıkça işlenir. Nesin’in öykülerinde, işgücünün sömürülmesi ve yazar-toplum ilişkisi önemli temalardır. “En Büyük Numara” öyküsünde, işgücünün sömürülmesi tezat bir gerçeklikle işlenir. Nuri’nin Sülü üzerinden para kazanma düşüncesi, işçiyi temsil eden Sülü’nün patronunu sömürmesiyle sonuçlanır ve bu, yazarın konuyu ele alışındaki mizahi yaklaşımı yansıtır.
Nesin, “Bu Memleket Batar” öyküsünde ideolojik bağlamda toplumdaki yanlış politik algıyı ve temelde yazar için ana sorun sayılabilecek sınıf bilincinin eksikliğini fark etmemiz de mümkün. Topluma, siyasete dair bu eleştirel ve mizahi turum kuşkusuz yaşadığı yıllar boyunca Nesin’in “Marko Paşa!dan başlayarak hem devlet aygıtının hem de müesses nizamın hedefi olmasına da yol açmıştır kuşkusuz. Sivas Katliamı’na uzanan süreçte Nesin’in politik tutumu yazarın tehlikeli bir günah keçisine dönüştürülme çabasını da beraberinde getirmiştir. Onun öykülerindeki kahramanların trajikomik hikayelerinin gülünçlüğü kadar eleştirelliğinin bunda bir payı var elbette. Öykülerinde karşımıza çıkan, taşrada politikanın tezahürleri, metropolün kiracı ve ev sahipleri ilişkileri, memurlar, işçiler, bürokrasi, hastanelerde yaşanan olaylar ve devlet mekanizmasındaki aksaklıklar, ideolojik bir bakış açısıyla işlenir. Nesin, öykünün sonunda kendini sınıf bilincini temsil eden bir birey, anlatıcı konumunda sunmayı yeğler okura aynı zamanda.
Nesin’in öykülerindeki olumlu tipler, tarihsel olayların ve sosyal eleştirilerin odak noktasıdır. “Du Bakali N’olecak”ta Fatık Bey’in karısı Nemciye, olumlu tip olarak verilmiştir. “İmza Elçisi”nde Nazmi Bey, her şeyden anlam çıkaran ve bu nedenle saygı duyulan bir karakterdir. Olumlu tip derken kastımız daha çok sevgi ile özdeşleşen karakterlerdir. Nesin, bu tipleri sevgi ve özveriyle yüceltirken sadece eleştirel tutumuyla değil insanın duygusal evreniyle de “hümanizm”in içkinliğiyle söz konusu kahramanlarını inşaa eder.
Nesin’in yapıtları, toplumsal yapının kusurlarını mizah yoluyla gözler önüne sererken hem dönemin toplumsal yapısına ayna tutar hem de insan doğasının evrensel yanlarını ortaya koyar. Karakterleri, mizahın gücüyle okuyuculara hem eğlence hem de derin bir düşünme fırsatı sunarken bu özellikler, Nesin’in öykülerini yazından açıdan güçlü bir yergi dilinin oluşmasına zemin hazırlar. Nesin’in ustalığı bu açıdan toplumun ve bireyin çelişkilerini mizahi bir dille anlatarak okuyucuyu basit bir güldürme eyleminden öte tartıştıran, sorgulatan metinleriyle ortaya çıkar… Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Sadri Ertem gibi toplumcu öykünün öncü kalemleriyle birlikte toplumsal çelişkinin dile gelişi Nesin’deki ironik üslupla daha da güçlü bir kanalda ilerler.
Kurt Kusenberg’in “Ters Bir Bakış” öyküsüyle karşılaştırmalı olarak ele alındığında, Nesin’in “Fil Hamdi” öyküsü, toplumsal eleştirinin gücünü ve mizahın derinliğini daha net ortaya koyar. Kusenberg’in öyküsünde, bireysel kaprislerin polis teşkilatını nasıl etkilediği gösterilirken Nesin’in öyküsünde, toplumsal düzenin çarpıklıkları ve bürokratik saçmalıklar mizahi bir dille eleştirilir. Nesin’in öyküleri, mizahın gücüyle toplumsal eleştiriyi birleştirerek okuyucuyu hem güldürür hem de düşündürür. Toplumun ve bireyin çelişkilerini, mizahın keskin diliyle anlatan Aziz Nesin, Türk edebiyatının aynasıdır. Mizahî eleştirisiyle, toplumsal yapının kusurlarını gözler önüne seren ve okuyucuyu derin düşüncelere sevk eden Nesin, edebiyat dünyasında eşsiz bir yere sahiptir. Onun öyküleri, sadece güldürmekle kalmaz, düşündürür, sorgulatır ve toplumsal gerçekleri ortaya koyar. Nesin’in ustalığı, mizahın ve eleştirinin en güzel örneklerini sunarak, edebiyatımızda silinmez izler bırakır.
****
“Peki elde ettin mi hayattan istediklerini?
Ettim.
Peki ne istemiştim?
Sevilen biri oldum diyebilmek.
Sevildiğimi hissedebilmek yeryüzünde.” Raymond Carver
KATEDRAL/ Emel Kadör
Yaz yoğun sıcaklarla üzerimize abanıyor. Bir ağaç altı bulamayıp klimalı ortamlarda sıcakla savaşırken kitaplarla rahatlamaya çalışanlardan mısınız? Öyleyse öyküler tam bu günler için. İki mola arasında sizi başka evlerin içinde gezdirecek, gezdirirken; dünyanın neresinde olursa olsun kendini var etmeye çalışan insanın ortak yaşamlarına tanık edecek bir yazardan söz etmek istiyorum.
Raymond Carver, öykü türünde Amerikan edebiyatının en önemli kalemlerinden biri. 1938 doğumlu yazar, lise eğitiminden sonra çalışmaya başlar, erken yaşta evlenir. 20 yaşında iki çocuk babası olur.
Ailesini geçindirebilmek için çift uzun yıllar buldukları her işte çalışmış. Eşinin ailesinin yanına taşınmaları ile birlikte Carver yaratıcı yazarlık derslerine devam etmeye başlamış.
İlk öykü kitabı “Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?” 1977’de yayımlanmış. Sonraları ABD’nin çeşitli üniversitelerinde dersler vermiş, 1988’de Amerikan Edebiyat Akademisi’ne üye seçilmiş, aynı yıl akciğer kanserinden 50 yaşında vefat etmiş.
Uzun yıllar hem yoksulluk hem alkolizm mücadelesi veren Carver’ın öyküleri, yaşamından damıttığı izlerle dolu. Ödüllü öykülerinin de yer aldığı Katedral’de on iki öykü var. Günün rutini içinde “geçim” dediğimiz en temel insan mücadelesinde debelenen bireyler Carver’ın kişileri. Kendilerini var eden-edemeyen, ayağı kaygan bir zeminde yerinde durmaya çalışan ya da o zemine kendini bırakan, dar alanlara hapsolan, iletişimde sorunlar yaşayan, alkolizm, işsizlik, terk edilmişlik ile boğuşan kadınları, erkekleri, arada kalan çocukları anlatıyor Carver hikayelerinde.
Sade bir dille, doğallık içinde usul usul akan bir dere gibi akıyor öyküleri Carver’ın. Başı sonu kalıplara uymayan bir tarzı var. Bir kafede karşılıklı oturmuş sohbet eder gibi başlayıveriyor bir hikayeye. Bir pencereden karşıdan geçmekte olan bir kamyonetin şoförününün peşine takılıyor ve şehri terk edişine tanıklık ederken; elinde poşetlerle evine gelip işsiz kocasının sabah bıraktığı kanepede televizyon seyrettiğini görüp bozulan buzdolabından akan sularla karşılaşan bir annenin suskunluğu altındaki çaresizliğini izliyor; eşi terk eden resim öğretmeni bir babanın iki çocuğuna bakıcı arayışına ortak oluyorsunuz.
Büyük olaylar yok öykülerde. Asıl karmaşa yaşamın, sistemin içinde. Kendini ona bırakan bireyin içinden çıkmakta zorlandığı karmaşayı anlatıyor Raymond Carver. Kalemini bir kamera gibi kullanıyor. Kişilerin hayatlarında, onlar için önemli olayları; büyütmeden, dramatize etmeden, anlatırken betimlemeleri ile resimler çiziyor. Duyguları sezdiriyor. Kahramanın içine alıyor okuru yavaş yavaş.
Kitaba adını veren Katedral öyküsü “Şu kör adam, karımın eski bir arkadaşı, geceyi bizde geçirecekti. Karısı ölmüş. O da ölen karısının Conneticut’taki akrabalarını ziyaret ediyormuş. Akrabalarının evinden karımı aradı. Ayarlamalar yapıldı. Trenle gelecekti, karım da onu istasyonda karşılayacaktı…” diye başlıyor. Sayfalar süren diyaloglardan sonra yazar, birbirini sevebilmek için kendi kendinizle sizi baş başa bırakıyor.
Kompartıman öyküsünde sekiz yıldır oğlunu görmediği oğluyla buluşmaya giden bir babanın tren yolculuğunda onun mutsuz yaşamının şifrelerinin izini sürüyorsunuz. Küçük İyi Bir Şey öyküsünde, evrende birbirimizden bir farkımız olacaksa bu da birbirimizin farkında olmamızı dramatik bir konu çerçevesinde duygu sömürüsüne düşmeden veriyor. Vitaminler’de küçük işletme çalışanlarını, Şef’in Evi’nde, çizdiği daireyi kıramayan iyi niyetli Wes’in hüsranına ortak ediyor bizi Carver.
Dikkatli, Tüyler, Muhafaza, Nereden Aradığım, Tren, At Başlığı ve diğer hikayelerinde de Carver sıradan insanların, aile, ev, iş sarmalındaki açmazlarını ele alıyor.
Diyaloglara yaslanan, güçlü gözlemleri olan hikayelerde Raymond Carver anlatımını bazen öyle bir yerde bitirebiliyor ki kompartıman öyküsünde olduğu gibi siz ayrılan bir vagonda kendi kendinizle kalabiliyorsunuz.
Raymond Carver, bazıları için, hep benzer karakterler üzerinde, hep aile ilişkilerindeki tıkanmalardan söz ediyor gibi gelse de özünde insanı, her yerde yaşayan her yerde var oluş sıkıntıları içindeki insanı anlatıyor. Has bir öykü kalemi var Carver’ın.
Yazımın başındaki alıntı Raymond Carver’ın mezar taşındaki sözleri. Her şeye karşın sevgi kazansın.
***
Hikâyelerin Büyüsü
Ben Luigi Pralatini, aylardan nisan, saat yedi. Belirsizliğin saati. Yıldızlar gökyüzünde buğulu bir camın arkasında. Romon sokağının en sonundaki yedi numaralı evin, beşinci katındayım. Tavan ahşap. Sokak hareketli olamaz. Tas yüzlü evlerin yeşil pencerelerinden bakan yaşlı kadınların yavaşlığı sinmiş mahalleye. Eğer yürümeyi seviyorsan Fiorina’dan başka yerde yasamak istemezsin. Sevmeyi bırakamazsın gitsen bile. Mevsimlerden bahar. Toprak canlandıkça güneş ışıldadıkça etrafa tatlı kokular yayılıyor. Bir nar ağacının sevinç çığlığını duyuyorum uzaktan. Elim kolum hayat dolu. Sokaktan gelen incir ağacının dalları sarıyor pervazı. Ayaklarım kırk bir numara ve solağım. Günlerden pazar ve kalbim boş.
Gül ERSOY/ SAHİLDEN BOSTANCI
***
Yazarın Büyüsü
Özgürlüğü arayan, dünyayla derdi olan öykü karakterlerim var. Bunun nedeni özgürlüğü her şeyden üstün tutmam. Düşünceler geleceği yaratır, edebiyat da düşüncelerin aktığı sonsuz bir mecra. Bir yazar olarak kimsenin söylemediği şeyleri söylemek istiyorum. Bu ülkede gay ve lezbiyenlerin ailelerinden şiddet görmemek için evlendiklerine şahit olduysam, kadın olarak bunu anlatmam gerek. Susamam. Bu ülkede cinsel kimlik bir bela. Özellikle cinsellik hakkında çokça yazmak istiyorum. İnsanları şekillendiren, özümüzü yansıtan ve bütün olayların merkezinde yer alan bir konu.
Gül ERSOY
****
Uykudan Önce
Bu sayıda tanıtacağımız kitap Marie CURIE. Ünlü dâhiler serisinden çıkan kitap Yakamoz yayınları tarafından yayımlanmış. Marie Curie şöyle diyor: “Hayatta öğrendiğim bir şey varsa gerek cinsiyet gerek ırk gerek din, hiçbir şeyin sizi engellemesine izin vermemeniz gerektiğidir. Ne yazık ki farklı olanların her zaman değersiz olduğunu düşünen insanlar olacak. Onlara yanıldıklarını gösterin.”
Kitabı alın okuyun. Marie CURIE hayran kalacaksınız.
Marie CURIE/ Yakamoz Yayınları
****
Anne Baba Kütüphanesi- Çocuklarda Sınırlar
Doç. Dr. Ümüt Arslan /Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın / Psikolog Seray Bingöl
“Çocuklukta sınırların olmaması, aynı zamanda dürtülerle ilgili sorunlara, bağımlılıklara ya da sorumsuzluğa neden olabilir.”
“Sınır" kavramı, çocukların duygusal ve sosyal gelişimi için kritik öneme sahiptir. Sınırlar, çocuklara güvenli bir çevre sunar ve neyin kabul edilebilir olduğunu bilmelerine yardımcı olur. Bu da onların dünyayı daha öngörülebilir ve güvenli bir yer olarak algılamalarına katkıda bulunur. Ayrıca, sınırların varlığı çocukların öz disiplin geliştirmelerine ve sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişmelerine yardımcı olur. Sosyal beceriler açısından bakıldığında sınırlar; empati kurmayı, başkalarının haklarına saygı göstermeyi ve toplumsal kurallara uymayı öğretir. Bebeklikten ergenliğe kadar her yaşta var olmasını beklediğimiz sınırlar, çocukların güvenli ve sağlıklı bir şekilde büyümelerine katkı sağlar.
Hepimiz hayatımızda sınırların olmasının gerekliliğini biliyor ancak söz konusu çocuklarımız olduğunda bahsedilen “sınırları” koymakta zorlanıyoruz.
"Çocuklarda Sınırlar" (Boundaries with Kids) kitabı, Dr. Henry Cloud ve Dr. John Townsend tarafından ebeveynlere çocukların sağlıklı gelişimleri için sınırların nasıl belirlenmesi gerektiği konusunda rehberlik etme amacıyla yazılmıştır. Kitap, çocukların hayatında sınırların neden önemli olduğunu açıklar, ilgili sürecin nasıl işlediğini anlatır ve sınırların çocukların duygusal, sosyal ve ruhsal gelişimi için neden kritik olduğuna vurgu yapar.
Çocukların kendi sınırlarını tanımaları ve bunları korumaları için ebeveynlere rehberlik eden kitap, çocuklara sınırların nasıl öğretilebileceğini ve bu süreçte nelere dikkat edilmesi gerektiğini de pratik ve etkili stratejilerle detaylandırır. Kurallar koymanın ve bu ebeveynlerin bu kuralları belirlerken ve uygularken tutarlı olmalarının gerekliliğini vurgular.
Peki “sınırlar” kavramı sadece çocuklar için mi? Kitapta “Bizler sorumluluk sahibi olmayı çocuklarımızın yaşam tarzı haline getirene dek, çocuklar sorumluluklarından kaçmak için her fırsatı kullanırlar. Çocuklarınıza sadece sınırları öğretmeniz yeterli değildir. Örnek oluşturmalısınız. Siz kendiniz çocuklarınızın sınırları olmalısınız.” Der yazarlar. Ebeveynlere çocukları için örnek figürler olmayı önerirler.
Ayırca empati ve anlayışın, çocukların sınırları anlamaları ve kabul etmeleri için kritik bir rol oynadığını belirten yazarlar, gelişen ve değişen dönemleri baz alırlar ve çocukların yaş aldıkça ve olgunlaştıkça sınırların nasıl değiştirebileceği konusunda da ebeveynlere rehberlik eder.
Çocuklarımızın ayak izlerimizi takip edeceğini unutmadan, onlar için doğru “sınırlar” koyabilmeniz dileğiyle… Keyifli okumalar.
Kitabın
Yazarı: Dr. Henry Cloud ve Dr. John Townsend
Sayfa Sayısı: 304
Yayınevi: Diyojen Yayıncılık
Basım Yılı: 2019