23 Haziran seçimlerinden hemen sonra İzmir'e geri dönmüştüm. Çeyrek asırlık bir ayrılığın ağırlığı vardı. Bende romantik bir hava, evde ise garip bir koşuşturma günleri. Nedeni ise 2 aylık bir karga yavrusu. Annem, nasıl olduysa sekizinci kattaki evin balkonundan parkta kedilerin saldırısına uğramış o yavruyu inip ölümden kurtararak eve getirmişti. Veteriner, tedavi vs derken kuşlar hakkında ilginç bilgiler edinmeye başladık hep birlikte. Sağ ayağı ters idi yavrucağın. Uzun bir tedavi süreci geçti ve iyileşemedi. Bizim balkonda kendince bir cumhuriyeti var şimdilik. Uçmayı da bilmiyor, uçmak için gerekli kanatları da gelişmedi henüz.
Bu süreçte öğrendik ki onu annesi yuvadan atmış. Büyük travma oldu hepimize önce. Sonra yavaş yavaş anlamaya başladık. Kuşlarda bir tür doğum kontrol yöntemi imiş bu. Yaşayamayacak olan yavruyu yuvadan iterek diğer yavruların yaşama şansını arttırırmış anneler meğer.
***
SGDD'de (Suriyeli Göçmenlerle Dayanışma Derneği) tanıdığım bir aile vardı. 5 çocuklu ve savaştan kaçmış, yıkıcı hikayeye sahip bir aile. Ne yazık ki 17 yaşındaki en büyük çocuklarını eşcinsel olduğu için dışlamışlardı. Anne perişandı, ama eşi itirazları dinlemeyen katı bir adamdı. Ölümden kaçıp kendi çocuklarını ölüme terk etmeyi nasıl başarmışlardı? Her türlü tehdide açık bir hayata sürgün etmişlerdi çocuğu. Kendi deneyimini yaşamak için bile çok genç birisinden bahsediyoruz. Dilini bilmediği milyonların içinde bir yaşam mücadelesine itilmiş gencecik bir insandan, öz babası tarafından bir savaştan kaçırılmış ama başka bir savaşa itilmiş birinden bahsediyoruz. Benzer çok hikaye bilmeme rağmen bu beni çok etkilemişti.
Savaştan başka bir savaşa sürüklenme...
***
Geçen hafta "örtülü" ayrımcılıktan bahsetmiştim uzun uzun. Bu defa da "açık" ayrımcılık konusu geldi bu köşeye kondu. Oysa, kimseyi düşmanlaştırmadan, bizi yok etmeye çalışan iktidarın ortaklığından bahsetme zamanı şimdi. Ayrı ayrı hedef gösteren bu düzene rağmen, faşist iktidarın bize ettiği zulme rağmen bizim bu yan yan yana olamamız beni çok üzüyor.
***
20 yıllık İstanbul maceramın 15 yılını Tarlabaşı'nda geçirdim. Bu sürede yaşadığım onlarca hikaye bekliyor yazılmayı. Ancak, 2 yıl önce 1996'ds Lice'den göç edip Beyoğlu'na sığınan bir aile reisinden duyduğum şu cümle ürpertmişti beni: Bu Suriyeliler geldi, kavlimiz bozuldu. 5 çocuğu ile köyü yakılınca İstanbul'un çeperine sığındığı "o" zamanı unutması bana çok dokundu.
Ez cümle şöyle bitirsek fena olmaz. Kürt, Mülteci ve Lgbti+ başlıkları bana kalırsa bir tür "solculuğun turnusol kağıdı". Bu üst başlıklara "ama/zaten" demeden yaklaşan herkesi çok önemsiyorum. Zulme bu kadar maruz kalan bu denli kırılgan kimliklerin, en azından birbirine zulüm etmeden yaşamasını dilemek, en azından daha parlak bir gelecek hayalimiz için bir köşe taşı olsa keşke.