Şimdi bi zaman sonra klavye ve boş kağıdın ışığına bakıp dalarken aklınızda beliren sorulara yanıt bulmak, başka yaşam formlarını bulmak kadar zorlaşıyor. Temsil ettiğiniz kimliklerin ağırlığı ve yazmanın sorumluluğu sizi kitleyen bir otomekanizmaya dönüşüyor. Bu da üretiminin içine girmeyi zorlaştırıyor. O zaman neden ısrarla klavyeye dokunmaya çalışıyor parmaklarım diye soruyorum elbette. Kendimi ifade etmenin en tutkulu yolu bu çünkü. Yapabiliyor muyum peki? Yapamasam da deniyorum. Denemek önemli belki de en önem verdiğim şeylerden biri hayatta. Başarısız olmaktan değil denemeye kalkamamaktan korkmuşumdur hep. Tabii ki tüm korkularımı anlatamayacağım bu kısa köşe yazını içinde.
İzmir bugünlerde heyecanlandıran bir kent bence ve her yazımda bundan bahsetmek istiyorum biraz. Naif ve ince düşüncelerin şehrin sokalarına yeniden yayılmasının izini sürmenin keyfi üzerine düşünüyorum yazımı. Ama o zaman da bizim gazeteden bile daha güçlü bir başka yerel gazete konuşmaya başlıyor. Dedikodu Gazetesi. Malum dedikodu gazetesinin verili, bilimsel yazıya ihtiyacı yok. "aa kim söylemiş" der ve çıkarlar işin içinden. Bütün bunlara rağmen, heyecanla çalışmak hem o gazetenin argümanlarını hem de mafyalaşmış düşünce biçimini çürütecektir. Tekinsiz sokakların yaşayanların daha tehlikeli olabilir okuduğunu tam anlayamamış ya da yorumlayamamış bir beyin. Bu yüzden arka mahallelerinin argolarıyla bir ıslık çalmak bazen iyi gelebilir her şeye. Ürüyoruz aslında sözün özü. Nereye yol aldığımızın bilince ve hedeften çok yürümenin güzelliğiyle.
Size bir sır veriyim. Bu yazdıklarınızı okuduğunuz anda bile çalışıyor bu arkadaşınız. Ve tüm umutlarını hayatın ritmine sığdırarak. Şarkımızın tınısının elbet kulağınıza değeceğinin bilinciyle. Görülmemiş olan o heybetli yapının, sessiz sedasız bir işçisi gibi. Yükseliyor yapı. Bir sabah tüm kentin gülücüklerine sığacak bu masal ve her masal gibi anlatılmayacak. Gerçek olacak kadar güzel olan bu yolculuk.