Gazetecilik bir kamu görevidir. Bunu işin içine girer girmez anlayabiliyorsunuz. İçinizde bu işe karşı ufak bir tutkuyla da başlamışsanız o tutku zamanla öyle büyüyor ki gazetecilik için birçok şeyi feda etmeyi göze alabiliyorsunuz. Harç bitti yapı paydos diyemiyorsunuz örneğin. Gazetecilik bütün hayatınızı zapt eden bir uğraşa dönüşüyor. Sürekli bir öğrenme sürecine giriyorsunuz ve gazetecilik asla geride kalmanızı affetmiyor.
Bu meslekte uzak durulması gereken bir ayrıntı ise, eğer kimliğinizi geride tutmayı beceremezseniz popüler olmak gözünüzü öyle bürüyor ki kendinizi politikacıların kendi reklamını yaptığı basın toplantılarının sıkı takipçisi olarak buluyorsunuz.
Bunlar benim 2016 yazından bu yana kendimi gazeteci olarak eğitmeye çalışırken gözlemlediğim bazı ayrıntılar.
İz Gazete 2016 yılında internet haberciliğiyle başladı. Başta Ender ve Ümit’in olduğu ekibe sonradan ben dahil oldum. Ender şehir değişikliği nedeniyle İzmir’den gittiğinde ben, Ümit ve Cihan yola devam ettik. Her şey bir hayalle başladı ve şimdi birbirine çok bağlı büyük bir ekibiz. İnternet haberciliğinden aldığımız tadı günlük gazetede çok daha fazla sorumlulukla devam ettiriyoruz.
Afrika, Güney Amerika ve Ortadoğu gibi savaş ve darbe bölgelerinde gazetecilik yapmış Ryszard Kapuscinski, bu işin siniklere göre olmadığını söylediği gibi şöyle de der; “Her şeyden önce, gazetecilik yapabilmek için iyi bir insan olmak gerektiğine inanıyorum. Kötü insanlar iyi gazeteci olamaz. Bu meslekte iyi bir insan demek başkalarını anlamak; onların niyetlerini, inançlarını, ilgi alanlarını, sıkıntılarını ve acılarını anlamak demektir. Ve ilk andan itibaren onların kaderlerine ortak olmak demektir.”
İz Gazete’nin günlük gazete olarak çıktığı 26 Ağustos, Bergama köylülerinin Boğaziçi Köprüsü’nde eylem yaptığı tarihin de yıl dönümüdür. Ovacık Köyü’nden Ayşe Girgin adlı köylü, “Bu maden bizi açtı. Şimdi İstanbul, Ankara bilmem nere… Ne kıvrak lazım bana ne manto lazım. Şalvarla gittim anam, şalvarla. Bu dışımın değişikliği. Ya içim? İçim de değişti. Sesimi çıkarmayı öğrendim, korkmamayı…”* demişti. Gazetecilik Ayşe Girgin’in yanında olmaktır. Ormanlar, tarım alanları, antik kentler, şehrin tarihine ışık tutan Basmane Çukuru gibi alanlar büyük sermayelerce yaşamdan koparılmaya çalışırken sermayenin karşısında durmaktır. Gazeteci arkadaşım Özer Akdemir’in Yalnız Efe belgeseliyle anlattığı Efemçukuru Altın Madeni’ne tek başına direnen keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın yanında durmaktır. Ve asla tarafsız olmamaktır.
*Üstün Bilgen Reinart (2003), Biz Toprağı Bilirik: Bergama Köylüleri Anlatıyor, Metis Yayınları, İstanbul, s.171