Aslında filmin adı -hem iyi hem kötü anlamda- izleyeceklerimizle ilgili pek çok şeyi ele veriyor. Çünkü “Her şey, her yerde” olunca ister istemez ciddi bir dağınıklık söz konusu. Postmodern dünyanın önümüze yığdığı ve kaçamadığımız olay, durum, görüntü saldırısının, birbiriyle ilintisi olmayan her şeyin idrak etmekte zorlandığımız biçimde karıştırıldığı bir şey var karşımızda. Bir tür bulamaç. Böylesine bir kaosun dağıtılıp toplanması pek kolay değil. Nitekim film bana kalırsa ortaya attığı karmaşayı etkili biçimde çözmeyi başaramadığı için belleklerde kalıcı bir iz bırak(a)madan unutulup gidecek.
Tabii filmin meselesi bizzat kaos diyebilirsiniz. Anlatılanı günümüz dünyasının zihnimizde yarattığı karmaşanın yansıması olarak görüp biraz da eğlenmek isteyenler için fena bir seyirlik sayılmaz aslında. Ama bilemiyorum, acaba ben mi fazla beklentiyle gittim? Letterboxd gibi film yorumlama ve puanlama uygulamalarında bugüne kadar en yüksek sonucu alan film olduğu ilan edilince hâliyle ‘Nasıl bir şey geliyor acaba?’ diye karşı konulmaz bir merak oluştu. Bazı filmlerin böyle göklere çıkarılmasına karşılık galiba bu tür uygulamaların kullanıcılarının büyük oranda Z kuşağı ve sonrası olduğunu akılda tutmak gerek.
SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ
E, BU FANTASTİK MİZAH
İtiraf etmeliyim, ilk dakikalarda filme bir türlü ısınamadım. Hele de evrenler arası geçiş meselesinin ortaya çıktığı vergi dairesi sahnesinden sonra bu duygu pişmanlığa evrildi. Galiba bunda filmin nerede durduğuna tam olarak karar verememiş olması etkili oldu. Epey ciddi, ama seyirciye uzak başlayan, çabucak tanıdığımız birden fazla karakterin hız kesmeden konuştuğu ilk 15-20 dakikadan sonra film ‘ben aslında mizaha, hatta fantastik absürt mizaha yakın bir çizgide ilerleyeceğim’ deyince işin rengi belli oldu. (Tabii bu mizah meselesi pek oynak, film kendini hem ciddiye alan hem de dalga geçen hâlini ilginç bir dengesizlik içinde sürdürdü.) Böyle olunca bu filmin ardındaki niyetin süper kahraman filmlerine, bilimkurgusal ögelerle süslü dünyayı kurtarma hikâyelerine dair bir taşlama olmak istediğini sandım. Fakat öykü ilerledikçe bu kanı boşa çıktı. Aslında Her Şey, Her Yerde, Aynı Anda günümüz ergenlerinin anlaşılma gereksiniminden doğuyor. Bir anne-kız çatışmasının serbest bir alegorisi gibi kurulmuş. Z kuşağının duygularına, iç dünyasına hitap ediyor ve bunu yaparken önceki kuşaklarla bu kuşak arasındaki duygusal uçurumun ve kopukluğun nasıl kapatılabileceğine ilişkin neredeyse didaktik bir sonuca ulaşıyor. Bana sorarsanız bütün o kuantum, çoklu evren teorisi filan ‘bu bildik öyküyü daha farklı nasıl anlatabiliriz?’ derdine çare olsun diye üretilmiş zeminler. Ve karşımızda öyle yeni, büyüleyici bir şey de yok.
SIKIŞTIRILMIŞ FİLM DENEYİMİ
Gerçi yönetmenlerin iddiası aksi yönde. Filmlerinin 10 yıl sonra yeniden keşfedileceğini ve bambaşka bir bakışla anlaşılacağını söylemişler. Ayrıca bir film değil 10 film birden izleyeceksiniz mealinde bir açıklamaları olmuş. Evelyn karakterinin farklı evrenlerde başına gelen irili ufaklı olayları kast ediyorlarsa evet yarım yamalak 10 film izlemiş olabiliriz. Hatta daha fazla da olabilir. Ama son yılların en popüler terimlerinden biri olan kuantuma ilişkin bir ifadeyse bu, affedersiniz ama çoklu evren konusunu saat gibi işleyen bir öyküye yedirememişsiniz derim ben. Böyle olunca da elbette milenyuma girdiğimiz yıl izlediğimiz ve tüm dünyayı şaşırtan Matrix üçlemesinin değeri daha net anlaşılıyor.
Ama bu filmin kökleri daha çok o unutulmaz Bulut Atlası (Cloud Atlas, 2012) ve aynı ekibin kotardığı Sense 8 (2015) dizisinde olmalı. Yaptığımız her tercihin başka bir olasılık evreni açtığına ilişkin fikirle de Mr. Nobody (2009) gibi filmlerde karşılaşmıştık. Bu yüzden ortada yeni bir şey yok. Ama işin tuhafı bu alanla ilgili söylenebilecek, insan bilgisi dolayımında yeni bir şey de yok zaten. En fazla biçimlerle oynamak, kimi ayrıntılar üzerinde durmak ve hikâyeyi yatayda zenginleştirmek yoluna gidilebilir. Oysa bu filmin tavrı, genç ve farklı kuşakların beğenisini kazanmak. Geleceğin onlara ait olduğunun bilincinde. Bu yüzden Matrix’in açtığı yolda evrenler arası geçiş sağlayabilen bir cihazla iletişim kuruluyor ve her nasılsa bu evrenlerin tamamına kaosu getirmek isteyen, durdurulamayan bir güce karşı dövüş sanatlarından medet umuluyor. Kahramanlarımız da ABD’de yaşayan Çinliler. (Böylece bir ‘göçmen’ ve ‘öteki’ teması da filme yedirilmiş oluyor.)
BİR AİLE MESELESİ
Bu arada hikâyeyi anlatmayı unuttuk; Evelyn adlı oldukça sıradan bir kadını tanıyoruz; işlettiği çamaşırhanede yaşlı, geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı babası ve biraz saftirik eşi ile yaşıyor. Kızı Joy ile sorunları var. Bu sorunların başında, kimlik meselesi geliyor. Joy, eşcinsel ve bunu aileye açıklayamıyor. Evelyn, vergi borcuyla ilgili sorunu çözmek için ilgili merciye gittiğinde kocasının başka bir evrendeki versiyonu tarafından bilgilendiriliyor: Bütün evrenler için bir tehdit durumuna gelmiş Jobu Tupaki’yi durdurmak ve evrenleri kurtarmak zorunda ve görünen o ki onca evrenin içinde onun bu versiyonu bu işi başarabilir.
Filmin karmaşık görünen konusu, kısaca böyle özetlenebilir. Zaten olay örgüsü evrenler arasındaki sıçramalar, kavga dövüş ve araya sıkıştırılmış mizahtan ibaret. Tabii karakterler arasında buradaki sorunsalın ne olduğuna dönük felsefi görünümlü tartışmalar da yaşanıyor. Bana kalırsa film iki ayrım üzerinde durmaya çalışıyor: Kaos ve düzen. Bunu yaparken de bir aile baz alınmış, ailenin kuşakları arasındaki farklılık tüm gerilimi doğuruyor. Böylece hayallerine ulaşamayan, istediğini gönlünce yapamayan ebeveynlerin (Evelyn), hayatı kendi istediği biçimde ve her açıdan deneyimlemek isteyen özgürlükçü genç kuşaktan kişilerle (Joy) anlaşabilmesi, giderek onlarla empati kurma becerisine erişmesi anlatılıyor. Filme göre bunun da yolu karşılık beklemeyen, saf bir sevgiden geçiyor. Kabullenme, karşındaki kimliğe saygı duyma gibi aslında çok iyi bildiğimiz ama bir türlü uygulayamadığımız o kadim yöntem…
Bu arada film ilgi alanına giren filmlere göndermeler yapıyor. Yıldız Savaşları, 2001: Bir Uzay Macerası, Kill Bill, Ratatouille bu filmlerden birkaçı. Dikkatli sinemaseverler için bu anların mizah dozu gayet hoş. Fakat bunun filme kattığı derinlikli bir şey olduğu söylenemez. Bütün bunlar arasında anne kızın Dünya’nın başlangıcındaki kayalara dönüştüğü sahne filmin bana kalırsa en güzel, en başarılı yanı oldu. Bu sahnenin içerdiği düşünceler, filmin geri kalanının kurmaya çalıştığı bütün o anlam birliğine daha çok katkı sunuyor.
Sonuç olarak gereksiz aksiyonu, zor sahne takibi, finale doğru mesaj kaygısı güttüğünün anlaşılması ve aktarmak istediği felsefeyi yüzeysel biçimde geçmesiyle derinliksiz ve abartılmış bir film karşımızda. Yine de tabii eğlenmek, neler denemişler görmek için gidilebilir.