Aydın-Muğla topraklarında yükselen Beşparmak Dağlarının tarihteki adı Latmos'dur. 8 bin yıl önce Latmos'da yaşayan insanlar, o dönemlerde tamamı ormanlık olan bölgede bolca bulunan yaban hayvanlarından korunmak için kayaların kovuğunu kendilerine barınak yapmışlar. Bir, bazen iki kişinin ancak sığabildiği bu kovukların duvarlarına da parmaklarıyla resimler çizmişler. M.Ö 6 bin - 5 bin yıllarına dayanan bu kaya resimleri dünyada bugüne kadar bulunanlar içerisinde konusu ve resim dili bakımından tek kabul ediliyor. 8 bin yıl önceki atalarımızdan bizlere gelen sanat eserleri bunlar. Bazen ailelerini çizmişler, bazen el ele tutuşmuş, tıpkı halay çeker gibi figürleri resmetmişler kayalara. Hamile kadın, çocuk - anne çizimlerini, hayvan figürlerini görmek de mümkün. Latmos Dağlarında yaşayan atalarımızın çizimlerinde ne insana, ne hayvana şiddet görüntüleri ise hiç yok!..
Bu dünyaca ünlü kaya resimlerinin yakınına kadar sokulan maden işletmeleri, Latmos da bulunan ve henüz keşfedilmemiş bu 8 bin yıllık sanat eserlerinin en büyük düşmanları idiler. Hala da öyleler aslında. Yörede ekoloji mücadelesini sürdüren örgütlenmelerden EKODOSD'un çabalarıyla Latmos'un bir kısmı geçtiğimiz günlerde madenciliğe kapatıldı. Bu sevindirici bir haber tabii ki. Ama bir de işin öteki tarafına bakalım; bu koruma kararı alınana kadar kaç kaya resmi, tuvalet taşı, banyo mermeri gibi işlere malzeme üreten maden işletmelerince yok edildi?
Ya korunan alanın dışında kalan eserler - ki bu koruma sınırlarının dışında da birçok eser olduğu biliniyor - Onlara ne olacak? Onları da mı tuvalet taşı yapıp 8 bin yıllık tarihin içine edeceğiz?!..
Bakın, bu hoş olmayan benzetmeyi birkaç örnekle açalım;
Bergama yakınlarındaki Allianoi Antik Kenti sürekli kaynayan sıcak suyu, hamamı, antik sütunlu sokakları ile 2000 yıl öncesinden günümüze kadar gelen tek sağlık yurduydu. Bugün bile sulama kanaletleri yapılmamış, ömrü 50-60 yıllık Yortanlı Barajı'nın sularına teslim edildi! Allianoi Su Perisi'nin yurdu olarak bilinir ve Doç. Dr. Ahmet Yaraş başkanlığında uzun emeklerle süren kazılarda çıkarılan su perisi Nymphe heykeli muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Bergama müzesinde sergilenen heykel, ne yazık ki toprağından koparılmış, yurdu sular altına gömülmüş bir hüznü de simgeler bugün.
Çine Barajı altında bırakılan, 2400 yıllık İncekemer Köprüsünü suya gömülmesinden sadece birkaç ay önce gören, üzerinden karşıya geçen birisi olarak onunu güzelliğini nasıl anlatmalı bilmem ki? Tanrı Apollon tarafından derisi yüzülerek öldürülen Çoban Marsias'ın gözyaşlarından doğan Çine Çayı ağlaya ağlaya aldı koynuna İncekemeri!
Ya Aliağa'daki sanayi kuruluşlarının acımasız işgaline terk edilen Kyme antik kentine neler demeli? Belki bir Bergama, belki Efes kadar görkemli ve onlardan daha da geniş bir alana sahip antik kent bugün küçücük bir tepeciğe sığınmış kalmış adeta. Üzerinde yeni fabrika bacaları, yeni cüruf dağları, yeni gemi enkazları yükselip duruyor. Kyme ne söylesen fayda etmiyor!
Şimdi de tarihi 10 bin yıldan öncesine giden kadim Hasankeyf'i yok etmek üzere yasa çıkardılar. Geçtiğimiz günlerde çıkan torba yasanın içine koydukları madde ile Ilısu Barajının yapımı için gerekli yasal düzenlemeyi de yaptılar. Bu Hasankeyf'in yok olması anlamına geliyor. Geçen yıl Eylül ayında gittiğimde Dicle'nin ortasında kalan köprü ayakları hummalı bir şekilde taş ve betonlarla kaplanıyordu. Güya baraj su tuttuktan sonra köprü ayakları böylece sulardan korunacaktı!
Hiç kimsenin göçmek istemediği kentteki vatandaşlar 3-5 kilometre ötede, çıplak bir tepenin yamacına yapılan TOKİ tipi çirkin evlerden oluşan Yeni Hasankeyf'e göç etmeye zorlanıyorlar.
Hasankeyf'in birkaç kilometre ötesinde, tarihi Göbeklitepe'den bile eskiye gittiği söylenen, "en azından ona yaşıt" denilen Hasankeyf Höyüğü de sulara gömülecek. Ne kaybettiğimizi, dünya kültürünün hangi gizemli parçasını yok ettiğimizi bile bilemeyeceğiz!
Tüm bu güzellikleri görüp, değerini öğrenip, küçük hesapların, günlük rantların elinde yok olmasına engel olamayıp veda etmek ve arkalarından böylesi yazılar yazmak hiç de kolay değil. Kaybettiklerimizin acısı, eğer engel olamazsak yenileriyle birleşecek. Ülke bir antik kentler, kültürler ve giderek halklar mezarlığına dönecek!
Bazen, ücra bir Anadolu kasabasında yaşayan ve ömrünü burada sonlandıran küçük bir esnaf, ya da bir dağ köyündeki zeytinleriyle hemhal olup, tarlasının toprağına karışan ve dünyayı da sadece o dağdan, o ovadan, o zeytin ağaçlarından ibaret sayan mı daha şanslı diye düşünmeden edemiyorum.
Bu kadar doğa, bu kadar kültür, bu kadar canın katledildiği ülkemizde ne yazık ki çok gezen çok üzülüyor!..