Alaylısı, okullusu, öğrencisi, çömezi, ustası, kıdemlisi, duayeni, deneyimsizi... İşini tutkuyla yapan oyuncular, yönetmenler, teknik çalışanlar, temizlikçiler, müzisyenler, yazarlar, dramaturglar, asistanlardık. Çok kalabalıktık. Oyunlarda, provalarda, nakliye arabalarının kasalarında, kulislerde... Gülerdik, susardık, şarkı söylerdik, çalışırdık, kavga ederdik, tekrar gülerdik. Sonra aniden kendimizi evlerimize kapanmış, işlerimizden olmuş bir vaziyette bulduk. Aslan ağzından dinozor ağzına terfi eden ekmekten bir parça alabilmek için didinirken, kendimizi bulduğumuz kapanda yalnız kaldık.
Mevsim değişti. Oyun zamanı geldi! Yerini suskuya bırakmış sahnelerin yalnızlığını dinlemeye koyulduk. Koşuşturmalar, kahkahalar, üstünde karalama yapılmış metinler, duvardaki afişler bile yalnız kaldı. Birbirimize kavuşmak için beklerken hepten yalnızlaştırıldık, yalnız bırakıldık.
''Boğuluyorum!'' diyerek yaşamlarının baharında canlarına kıyanları gördük! Yoktan var ettikleri ömürlerini adadıkları salonlarını kapatanları gördük! Evlerinden vazgeçip, tiyatro salonlarına yerleşenleri okuduk!... Günden güne grileşerek tipsizleşmekte olan kürede ‘’Evlerimize kapanabildiğimiz, bir çatı altındaki son günlerimiz belki de’’ dedik, dinletemedik.
Karşılığında nanik yapmadıklarına sevinerek, yasak getirip sonra o yasağı kaldırarak hiçbir şey yapmadan ortalıkta çözüm üretmiş gibi dolanan, yükümlülükleri insanlarına refah sağlamak olan yetkililerin, doğadan gelen bir virüsü bile emir eri gibi kullanabildiklerine tanık olduk. Issızlığımıza karşı gösterdikleri duyarsızlık hünerlerini acı tebessümlerle izledik. “Hiç değilse ‘normalde’ olması gereken desteğinizi kimseyi kayırmadan yapın’’ dedik. ‘’Kara listelerinizi en azından bir süreliğine rafa kaldırın’’ dedik. Tiyatro adı altında yalnızca kağıt üstünde boy gösteren gıda, inşaat, ayakkabı boyası... şirketlerini barındıran listelerin en saçmasıyla karşımıza çıkmış bulduk. Politika denen zımbırtının galiz üslubuyla ayrım yapmaktan başka mahareti olmadığını yeniden gördük.
Sahnelerimize, karakterlerimize, dekorlarımıza, aksesuarlarımıza, repliklerimize, atölyelerimize, kostümlerimize, yarınlarımıza, korkuyla, özlemle kavuşmayı beklerken, ruhlarımızı dizginleyip, aç boğazlarımız için yalnızca hakkımız olanı, desteği, yardımı, birliği, beraberliği, hoşgörüyü görmek istedik! Karşılığındaysa zemheri bakışlara sahip suskunlar bulduk. “Ciddiyetsiz” bir mesleği icra eden önemsizler olarak tenha köşelerimizde tek başımıza kalakaldık. “Hak verilmez, alınır!” şiarıyla meslektaşlarımızla bir olduk, birlik olduk. Hakkımızı almayı kafaya koyduk!