Yorulmuş bir haftadan çıkardığım en çığırtkan, en gür sesimle merhaba hepinize.
"Aman bu enerji nereden geliyor?" diye sorma hatasına düşmeyin efenim. Bilirsiniz ben genelde dibine kadar üzüm kokulu köşeler yazan ve bunda ısrar eden şahsına münhasır acemi bir yazar aday adayıyım. Ortalama dört gündür uykusuz geçirdiğim haftanın sonunda sonradan olma memleketim İzmir’e gelmenin mutluluğu bir tarafa, parmakla saymaya gerek duymayacak kadar azınlıkta olan sevdiğim arkadaşlarımla buluşmanın mutluluğu ayrı tarafa.
Bir sürü yaşadığım aksaklıklar silsilesinin ardından İzmir ‘e dönmem uzun sürecek diye düşünürken, sandığım kadar uzun sürmemesinin mutluluğunu üzerimden daha atamadan sosyal medya çukuruna düşmüş buldum kendimi. Ay efendim ne göreyim Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu tam da beni ilgilendiren bir konuda açıklama yapmış. Bakan Memişoğlu açıklamasında “Aileyi anne, baba, çocuklar oluşturur. Eğer çocuğunuz yoksa, aile olamıyorsunuz sadece karı-koca oluyorsunuz” demiş.
Sardı mı beni bir düşünce. Yani Sayın Bakanım böyle bir cümle kurduysa haklılık payı ve bir bildiği vardır elbette. Gel gör ki bende bir çocuk var ama koca eksik. Ben şimdi aile olmuyor muyum diye devlet yetkililerine dilekçe yazacakken aklıma bir fikir geldi. Eğer sadece çocuk ve ben bir aile olmuyorsak sahiplendireyim ben bunu. Hem aşılarını falan tamamladım, malum hani sokaklarda devletin desteğiyle para dileneceğim bir hastalığı falan da yok. Madem ben bir aile olamıyorum, bari çocuğu olmayan ya da çocuğunu kaybeden karı-koca olanlara bir çocuk verip aile olmalarına bir fayda sağlamış olayım. Aman ya ‘çocuğumun bir faydasını göremedim’ dedikleri şey bu olsa gerek. Anam, boyumu geçti sırf başımda sinek kadar kocam yok diye aile bile olamadık velhasıl.
Devlet yetkililerim var olsun her daim, Allah başımızdan eksik etmesin onları efenim. Beni ve benim gibilerini bir hatadan döndürecek bu vesileyle. Bir aile konumuna getirmeyen çocuğu ne yapacağız ki şimdi atsan atılmaz satsan satılmaz. Koca da ha desen bulunan bir şey değil. Gerçi en son ‘bekar kadınları sahiplendirelim’ diyen bir abimiz vardı kıymetini bilemedik.
Olmayan ailelerden madem girdik, madem az gidip uz gidip dere tepe düz gidip bir arpa boyu yol gidemedik, perdeyi aralayıp yolun gidişatına bakalım.
Gittiğimiz yol Artvin yolu kadar virajlı, yüksek, bir o kadar sapa ve hata kaldırmaz bir şekilde uzayıp gidiyor. Düşersek bizi kucaklayacak bir Çoruh Nehri yok. Bir yeşillik diyarında kaybolup gitmeyeceğiz bu gidişle. Korktuğum yüksekliklerin tepesine çıktım bakıyorum tüm korkuma rağmen. Benim korkmadan ve deli cesaretiyle baktığım tek uçurum ülkemin sürüklendiği yer. Çünkü elbet bir umuttur ölmeyen.
Daha doğurduğumuz çocukları yaşatmayı beceremeyen hükümet yetkilisi ağabeyler ders veriyor yüksek kürsülerden. Eğer karı koca ve çocuk üçlüsü yoksa aile yok diyor. 6 Şubat Depremi'nde ve nicelerinde binlerce ailenin yok oluşunun çığlıklarını dinleyen yetkili ağabeyler yüksek koltuklarından ses etmişler bizlere. Aman ha diyorlar, üçü bir arada değilse aile değilsin. İşin en ilginç tarafıysa daha iki gün önce İstanbul’da 6,2 büyüklüğünde bir deprem olmuş ve İstanbul gibi bir şehirde toplanma alanı neden yok, neden insanlar karşılıklı apartmanların olduğu sokakta ölümü bekliyor diye dert etmesi gereken devlet büyüklerimiz gene düşmüşler aile, çocuk, nikah derdine. Üstüne ’bu bize bir ders oldu’ diyor dersten sürekli kalan canım ağabeyler.
Ülkede yaşayan kadınların her gün nerede, nasıl, kim tarafından öldürüleceğini bilmediği, çocukların akrabaları ya da sokaktan geçen herhangi biri tarafından tacize ya da tecavüze uğramayacağını düşünecek yaşta olmadığı halde düşünmek zorunda kaldığı, hala çocuk gelinlere töre cinayetlerine, sma hastası çocuklara, kanser ilaçlarının ücretsiz olmasına çözüm bulunamayan canım ülkemin devlet büyükleri derdinizi sevelim ya...
En son 6 Şubat Depremi'nde hala gerçek sayısını açıklayamadığınız nice canlarımızı kaybettik. Hani öyle sıradan bir kaybediş gibi olmadı kaybedişimiz. İnsanlar günlerce ailelerinin çığlıklarını duydular toprak altından. İsim vermeden tüm gsm operatörleri bir anda bıçak gibi kesiverdi tüm iletişimi. Depremden günler sonra çocuklarının ‘baba ölüyorum galiba’ diye ses kayıtlarını dinledi o bahsettiğiniz aile babaları. O bahsettiğiniz ailenin annelerini depremde çocuğuna sarılı halde enkazdan çıkardık biz, günler sonra. Bahsettiğiniz aileler en son aile bireylerinin bari uzuvlarını bulalım diye haftalarca bekledi enkaz altında, kimi bir uzvuna ulaştı kimi hala acaba yaşıyor ve kaçırıldı mı senaryosuna sarıldı sımsıkı. Bahsettiğiniz ailelerden bir kısmını kefensiz aynı mezarda yan yana koyduk Şubat Depremi'nde.
Hani bahsettiğiniz aileler çocuklarını yaşatabilmek için, devlet daireleri tarafından izin verilip devlet desteğiyle sokaklarda bir bant kaydıyla dilendiriliyorlar. Bahsettiğiniz çoluk çocuk diye övündüğünüz ailelerin var olan çocukları kanser hastası çocuklarının ilaçlarını karşılayacak durumda değil. Hani en az üç çocuk, askere gidecek genç kalmayacak diye dem vurduğunuz bizler elinde mızrak totoda yaprak kendi derdimize çözüm bulamaz halde fakat gidişatı görüyoruz.
En ufak bir konuda birleşemeyen canım ülkemin canım büyük ağabeyleri en önemli konuda da yine birleşemedi. En son yaşadığımız depremde de sol partiler gibi franksiyonlara bölündüler. Bir kesim büyük deprem yakın diyor, diğer kesim bu depremden sonra çok uzun yıllar deprem yok diyor. Biri tetikledi başka bölgede olacak diyor, biri bam başka pencerede güneşleniyor. Deprem bilimciler bile franksiyonlara ayrılırken 'ya olursa' nın getireceği tahribatı düşünmüyor sanırım. Hiçbir felaketten ders almayan canım devlet büyükleri ve ülke zenginlerinin ne derece umurundayız ortada. Düşen de biz dövüşen de… Ölen de biz… Direnen de…