Yeni bir güne yeni bir hayata uyandık yine.

Kimimiz kaldığı yerden devam ediyor, kimimiz daha başlamadı, bir diğeri yeni sayfalar açıyor hayatında.  Biri diğerinin nasıl devam ettiğine imreniyor, diğeri yeniden başlayanın gücüne imrenerek bakıyor.

Kimimiz güçlü görünüyor, kimimiz güçlü olmak zorunda.  Birinin yüreğine cemreler düştü, bir diğerimiz kara kışı yaşıyor. Kimisinin severek kimisinin söverek, kiminin ise’ aman hayat zaten boktan, bir de bunu okuyarak keyfimi kaçıramam’ diye asla okumadığı köşe yazımın günü geldi yine. Yeni güne ve okuyan okumayan herkese merhaba.

 Ben yazımı 7 Mart’ta yazmaya başladım. Konu ne olsun diye düşünmeye fırsat vermeyen 8 Mart’ın kollarına bıraktım kendimi. Bana ayrılan minik bir köşede tarihçeyi anlatıp duygularımı ve yazacaklarımı kısaltmak istemem. Bir zahmet bunca yaşadıklarımıza rağmen hayatta kalmayı başaranlar Google Amca'ya yazıp öğrensin. ‘Google neden amca, neden teyze değil?’ diye soran sevgili arkadaşlara şimdiden cevap vereyim, tek derdimiz bu olduğu zaman oturur üzerine kocaman kocaman ama tatlı tartışmalar yaparız elbet.

Sanırım sizlere üç defa bizim masa sohbetlerimizden bahsettim. Çok fazla talep  olsa da ben düştüğüm ülke gündeminin çukurundan çıkamadığım için tatlı sohbetleri tatlı günlere erteler oldum. 

Bugün normal iş saatimden yarım saat önce uyandım yine. Kış aylarında duş alırken iki ya da üç günde bir yıkarım saçlarımı. Bir bütün beden olarak sıcak suyun altında olmanın verdiği mutluluk durağa gideceğim yola kadar sürdü. Canım bahar kuşlarından biri, sıkışmış diyelim, ediverdi kafama. Böyle bir tatsızlıkla başlayan güne muhteşem enerjiler gitsin diye kahkaha attım kendi kendime. Hatta birlikte gülelim diye Zeynep Abla ve Gizem’e yazdım önce. Mahşerin kaç atlısıyız bilmem ama üç olarak başlamıştık ilk sohbetlere. Masamız çoğaldı, giderek büyüdü, daha da büyüsün…

Zeynep Abla dert yanarak açtı kapıyı. Adı aramızda kalsın Nil ve Murat Abi klimalarını açık unutmuş. Aman neden de böyleymiş, aman neden paramız gitsinmiş, derken fırça sırasının okunu bana çeviriyor Zeynep Abla. Konu başkası olunca hee haklısın diyen ben de unutmuşum geçen gün. Hemen çeviriyorum konuyu ’Aman abla sen bilmiyor musun, ben ne kadar yoğunum. Tam ay sonu, eee malum neler var da neler.’ Kıyamıyor bana, kıyamasa bile ağız ucuyla. ’Tamam bir daha yapma’ diyor. Canım kurtarıcım Esra geliyor ilk. Tam zamanında dediğim yerden giriyor konuya. Selda ve oğlu çok üst üste hastalandı tam zamanı kurşun dökelim, ilk Selda’yı oturtalım örtünün altına, ah kıza neler de olmuş, vah ofisin üstünde göz varmış. Kaçırmıyorum elbet fırsatı kurşun her tarafta havada uçuşuyor tüp bulalım yaparız deyip sıyrılıyorum hafifçe üzerime doğrulan laflardan. Ben aman konu bana gelmesin diye karın ağrısı çekip kıvranırken Gizem ile Birkan giriyor içeriye. Konu bir anda tam tersine dönüyor, sabah kafama şey eden kuşa dönüyor oklar.

Bilet al, piyango, şans topu, kazı kazan derken masa konseyi kuşun kafama yaptığı şeyden bana para geleceğine ikna ediyor beni. El mahkum oynayacağız bir şeyler. Oyun falan deyince Gizem’in aklına İzmir’de 16 milyon kazanan kişi geliyor. Konunun ibresini direk bizde olmayan paranın bizde olsa nereye dağılacağına çeviriyoruz. Birkan giriyor lafa bir kısmını ………… ya hibe ediyor. Diğer bir kısmı ile Hemşin’de ev yapıyor, bir kısmı ile tüm arkadaşlarının kredi ve kredi kartı borçlarını ödüyor, kalan tüm parayı kızı Çise için açtığı hesaba yatırıyor. ‘Araba almayacak mısın’ diye soruyorum. Ne evet ne hayır anlamında, ne diyeceğini bilemeden hafifçe sağa büküyor boynunu. Zeynep Abla'ya soruyorum aynı soruyu. İkisinin de bir kısmını hibe ettikleri bir yer var, ikisi de sevdiklerinin yaralarını ne kadar kapatır bilmeden merhem olmaya gönüllü. İkisi de işi bırakıyor para çıkınca. Biri hemşin’e taşınıyor biri artık hayatını yaşıyor. Hemen salıyorum enerjileri para onlara değil bana çıksın, ikisinin istediğini yapayım fakat işte kalsınlar diye bizi dinleyen kimse kulağına fısıldıyorum ey yüce güç…

Konu dönüp dolaşıp hayalden çıkartıp bizi gerçeğin ortasına fırlatıveriyor yine. İstanbul’da Belgrad Ormanı’nda kaybolan Ece Gürel oturuyor yanı başımıza.

Güne kış aylarında soğuktan hoşnut olmadığı için tatsız başlayan Birkan yarı kırık bir ses tonu, Ece’nin bulunmasından mutlu bir o kadar endişeli ama gözünün pırıltısından dökülen cümlelerle ‘çok mutluyum’ diyor.

Kayıp olan bir kadının sağ bulunması bizi o kadar şaşırttı ki, hepimizin içinden geçen ama birbirimize yarı ağız ya da gözlerimiz ile anlattığımız ya da anlatamadığımız cümleyi hepimiz içinden kurdu. Umarım normal bir kayboluştur diye nice küfürler ettik sessizce, nice sustuk.’ Son yıllar ‘diye altını çizmek kadar iğrenç bir tabir yok sanırım. Yaşadığımız toplumda kadınların varlığının bir türlü kabul edilmediği, kabul edildiği dönemlerde de ikinci sınıf görüldüğü, erkeğin izin verdiği kadar varlığı, yaşamı, mutluluğu, parası, çocuğu, aşkı, hayatı, kendisi olabildiği gerçeğini aldık kabul etmeden. Fakat son yıllarda her güne kaç kadın cesedi bırakıyoruz sayısı güne ve ekonomik kriz patlamalarının ailelere yansıma derecesiyle orantılı sanırım.

Dün kurtuldu diye mutlu olduğumuzun Ece’nin bugün ölüm haberiyle uyandık. Yine dört bir tarafı soru işaretleriyle çevrili bir kadın, bir insan cesedi. Ülke cesetlerle kokuşmuş bir korku filmi gibi. Güle oynaya başladığımız, dualar, nazarlar diye devam ettiğimiz masanın 3. Sayfa haberler ile devam etmesinden kurtulduğumuz günlerin yakın olması umudu ile.